Köyde geçen çocukluk yıllarımda, soba-kuzine yaygın değildi.
Soğuk kış günleri, evlerde, kalın odun kütüklerinin yandığı (şimdilerde lüks konutlardaki şöminelerin büyük babaları olan) büyük ocaklar her türlü pişirme işlerinin yanında, ısınma için de kullanılırdı.
Ocak başları, kış günlerinin , "lalezarı" (lale bahçeleri) olurdu.
"İki- üç kişiye bir ocak başı, geride kalanların zordur işi!" gibi kafiyeli konuşmalar olurdu.
Günümüzde olduğu gibi o yıllarda da, yazdan, odununu tedarik etmeyenler, edemeyenler, evleri korunaklı, üstleri-başları kavi olmayanlar, sözün özü, cepleri ve ayakkabıları delik olanlar, midelerini yeterince dolduramayanlar için soğuk kış günleri çok daha zor geçerdi.
Ülkemizde nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan, ayakkabısı, cebi, cüzdanı delik (ACD) olan gruba giren vatandaşlarımız için, günümüzde de değişen fazla bir şey oktur.
Özellikle son aylarda, Sibirya soğukları gibi aniden bastıran yüksek zam yağmurları, vanaların, şalterlerin, muslukların kısılmasına ya da kapatılmasına; alınan bazı ürünlerin kasada bırakılmasına, kontak anahtarlarının da kullanılamamasına neden olmaktadır.
Ülkemizde, kışı çok daha zor geçirenler grubuna girenlerin en büyük bölümünü de emeğinin karşılığını, (halen 4250 TL olan) "EN DÜŞÜK (ASGARİ)" ücret alanlar oluşturmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde, çalışan nüfusun yüzde 5-6'sı gibi düşük oranlarda olduğu bilinen bu EN az ücretle çalışanların, ülkemizdeki oranının ise yüzde 55-60 olduğu bilinmektedir.
Bu EN düşük miktarda ve onun da altında emekli aylığı alanlar, vekil öğretmenler gibi gruplar da bu büyük gurubun alt gruplarını oluşturmaktadır.
Ancak belki de, durumları zorun da zoru olanlar ise, çoktan razı olsalar da, bu EN düşük geliri ya da daha azını bile hiç bulamayanlardır.
Bu arada çalışabilecek durumdakilerin yüzde 12'sini geçen işsizlerin, yüzde 30'ları bulan üniversite mezunu genç işsizlerin durumunu ise yazmaya gerek yoktur.
"EN DÜŞÜK"ün belki bir tık üstünde olan (açlık, yoksulluk sınırı gibi) gelir düzeyinin ve üstünde oldukları sanılanların ise, "DÜŞÜK-AZ" gelir düzeyleri olarak nitelendirilmesi mümkündür.
Onların da, cepleri şişik, ayakkabıları gıcırdayanlar, karınları tam da tok olanlar (karınları gocurdamayanlar!) grubundan oldukları söylenemez. (Bu arada, EN düşük ücret yerine ,"asgari ücret" ifadesinin, "EN düşük ücret" sözcüğü kadar etkin algı yaratmadığına da inanıyorum.)
Bilindiği üzere, ülkemizde, her yıl, 4 milyona yakın hanede yaşayan, 25 milyonu bulan vatandaşımıza, kamu kaynaklarından (yılda 70-80 milyar TL'yi bulduğu söylenen) sosyal yardımlar; devlet desteği, vergi indirimi gibi yollarla ücret iyileştirmeleri yapılmaktadır.
Ağrı dindirici nitelikli bu yardım ve iyileştirmelerin, ağrı derinlerde ve nedenleri de çok olduğu için, dindirdiğini söylemek de mümkün değildir.
Nüfusumuzun yüzde 65-70'ini bulduğu söylenen en düşük ve düşük gelirli vatandaşlarımız için, pek çok EN'li miktar ifadelerin hiç bir anlamının ve öneminin olamadığı da bilinmektedir.
Onlar için önemsiz ve anlamsız olan EN'lere, EN uzun köprü, tünel, viyadük, kanal; EN büyük havaalanı, EN büyük hastane, (kendisine yansımayan) EN hızlı kalkınma gibi örneklerin verilmesi mümkündür.
Şüphesiz, onları, hatta tüm toplumu ilgilendiren EN'li ifadeler de çoktur.
Bunlara da, (Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre yüzde 50 olduğu söylenen, ancak kimsenin inanmadığı (!) yıllık) enflasyonun, döviz kurlarının EN düşük; EN az (asgari) ücretin EN yüksek, gelir dağılımının EN adaletli, yargının EN güvenilir, demokrasinin EN ileri; devlet yönetiminde liyakatin, tasarrufun EN yüksek, yağlı kamu ihalelerini alanların EN az düzeyde olması gibi EN'li örneklerin verilmesi mümkündür.
ACD grubundaki vatandaşlarımız için EN hayati olanın ise, EN düşük (asgari) ücret olduğuna kuşku yoktur.
Zira bir kişinin aldığı ücret EN düşük-asgari olunca, yaşamında ücretle tedarik edilen her şey de EN düşük-asgari düzeyde olmaktadır.
Örneğin onlar, beslenme, barınma, giyim, eğitim gibi zorunlu-temel ihtiyaçlarını bile ya yeterince sağlayamamakta ya da EN ucuz, kaliteli olmayanları almak ve arayıp bulmak zorunda kalmaktadırlar.
Diğer insanlarla birliktelik, iletişim sağlama gibi sosyal ihtiyaçlarından da, ya fedakarlıklar yapmak ya da yeterince sağlayamamak zorunda kalmaktadırlar.
O halde, ülkemizde, pahalı, lüks rezidansları, katları, arabaları, ilkokula giden çocuklarına bile akıllı telefonların EN akıllı ve pahalı olanlarını alanlar; çok yıldızlı otelleri, kayak merkezlerinin otellerini, lüks restoranları dolduranlar; doları, avroyu TL'den daha rahat harcayanlar, tatillerini yurt dışında havai gibi tatil merkezlerinde geçirenler kimlerdir?
Bu sorunun yanıtı, ülke nüfusunun yüzde 10'nu kadar olan 8-10 milyonu bulan EN yüksek ve yükseğinde yükseği düzeyde olan varlıklı ve çok varlıklı vatandaşlarımızdır.
Birçok zengin Avrupa ülkesinin nüfusundan da fazla olan, gelir düzeyleri, varlıkları ve yaşantıları bu ülkelerin varlıklı vatandaşları ile benzer olan vatandaşlarımızdır.
Kasası, masası olanlar, iktidar nimetlerinden yararlananlardır.
Kolay kamu ihaleleri alanlar, para kazananlar, babaları zengin olanlardır.
Siyasette ve diğer yarışlarda şike, aldatma, istismar yaparak kazananlar, şampiyon olanlar ve dereceye girenlerdir...
Ülke nüfusu ile ücret ve milli gelirden aldıkları payların, ülkemiz gibi gelir dağılımının adaletsiz ve adaletli olduğu ülkelerdeki durumunu Şekil 1'deki gibi bir grafikle anlatılması mümkündür.
Grafikten, ACD gurubuna giren, soğuk kış günlerini daha da zor geçiren vatandaşlarımızın ne kadar fazla olduğunu; ücret ve gelir dağılımının ne

kadar bozuk olduğunu da anlamak için, herhalde, ekonomi uzmanı olmaya da gerek yoktur.
Ülkemizde ve tüm dünyada, ACD grubunda ve daha altında olanların olabildiğince EN az olması ve azaltılması; yaşamakta olduğumuz Sibirya soğukları gibi METEOROLOJİK , EKONOMİK ve SİYASİ soğukların EN kısa zamanda son bulması dileklerimle.