Doğruyu hemen hemen herkes bilir.
İyi olanı...
Herkes tarif eder.
Güzellik görecelidir.
Görebilen herkes, içinde bir nebze güzellik barındırana ilgi duyar.
En azından...
İyi hisseder.
Sıra uygulamaya geldiği zaman her şey değişir.
Doğru olanı yapmak...
İyiyi hayatımıza tatbik etmek.
Güzelliği dilden içeriye doğru taşımak...
İş bu ya...
Bir anda tembelleşir insan.
[*] [*] [*] [*]
Başkasına söz söylemeye sıra gelince...
Her şey normal.
Bol keseden at.
Sıra kendine gelince...
İşler sarpa sarar.
Koy aynayı karşına.
Az önce başkasına anlattıklarını kendine anlat.
Dinlet kendine.
Yetmedi...
Tatbik et hayatında.
Gör kendini...
Bak hayat nasıl zorlaşıyor.
Veya kolaylaşıyor.
Hele bir kendini ikna et.
Gerisi gelir.
İkna edemeyeceğin kimse kalmaz güzellik namına.
Kendini ikna ettin ya.
Gerisi kolay.
Bunu başarınca...
Konuşmaya da gerek kalmaz.
Dil susar.
Hal konuşur.
Kısacası...
Sözü tersine çevireceğiz.
Çuvaldızı kendimize batıracağız.
Hatta iğneyi de...


Odunları çalı ile tutuştururlar...
Malik bin Dinar hazretleri...
Yolda giderken, toprakla oynayan bir çocuk görür.
Kah gülüp...
Kah ağlar...
Çocuğa selam vermeyi düşünür.
Nefsine mani olmaya çalışır.
Peygamber efendimizin küçüklere de selam verdiğini düşünür:
- Selamün aleyküm ey çocuk.
- Aleyküm selam ey Malik.
- Beni nereden tanıyorsun?
- Kalu beladan.
- Niçin toprakla oynuyorsun?
- Onunla hemhal olmak için.
Çünkü ondan geldik.
Onda yaşıyoruz.
Tekrar ona gireceğiz.
- Nefis ile akıl arasındaki fark nedir?
- Nefsin seni selam vermekten engelleyendir.
Akıl ise seni selam vermeye teşvik edendir.
- Neden bazen ağlayıp, bazen gülüyorsun?
- Toprağın üstündeki hayallerime gülerim.
Toprağın altında başıma geleceklere ağlarım.
- Sen küçüksün...
Ne günahın var ki ağlarsın?
- Öyle deme...
Ben annemin büyük odunları, küçük odunlarla tutuşturduğunu gördüm...

[*] [*] [*] [*]
İbret nazarıyla bakarsak...
Her halimiz...
Gördüğümüz...
Duyduğumuz...
İbretlik.
Yoksa...
Dünya tozpembe...
Ahirete Allah kerim.
Kim öle...
Kim kala...