1994-2001 ve 1998-2013 yılları arasında, Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi (BUSKİ) Genel Müdürlüğü'nün, teknoloji yoğun bir uygulama projesi olan Bursa Temel Planlarının Yapılması projesinde, bu kuruma, üniversite döner sermaye işleyişi kapsamında, tarafımızdan, danışmanlık ve kontrollük hizmeti verilmişti.
Bu hizmet için, Bursa'nın Çekirge bölgesi bitişiğindeki Dikkaldırım Mahallesi'nde beş katlı bir (gecekondu!) apartmanın iki giriş dairesini kiralamıştık.
Bursa'da yürüttüğümüz bu çalışmalar esnasında, birçok ilginç ve unutamadığım anılarımız olmuştu.
Ülkemizde, meteorolojik ve ekonomik soğukların; siyasi ve virüs salgını sıkıntılarının yaşanmakta olduğu bu günlerde, yüzünüzde biraz tebessüm oluşturmak ve deneyim aktarmak amacıyla, hiç unutamadığım bir anımı, burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnşallah amacına ulaşır!
O yıllarda, Zonguldak-Bursa arası yedi-sekiz saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra, bir akşam vakti, her zaman olduğu gibi, yine Dikkaldırım'daki büromuza ulaşmıştım.
Proje ekibinin yaşlı Toros model arabası, büromuzun önünde yoktu.
Mesai saati de olmadığına göre, büroda kimsenin olmadığı anlaşılıyordu.
Bu nedenle ben de, doğrudan, misafirhane olarak kullandığımız dairemize geçmiştim.
Üzerimdeki yolculuk kıyafetini çıkarıp bir süre dinlendikten sonra, duş almak için banyoya girmiştim.
Ancak banyodaki ısıtıcının tüpü bitik idi.
Bunun üzerine yandaki dairemizin banyosunu kullanmayı düşündüm.
Bu düşünce ile, hemen yakınımdaki masanın üzerinde bulunan, üzerinde birkaç anahtar bulunan anahtarlığı alıp, misafirhanenin kapısını hafifçe araladıktan ve görünürde kimsenin olmadığını gördükten sonra, misafirhanenin kapısını kapatıp üzerimde banyo havlusu ile, yarı üryan halde, hemen karşımdaki diğer dairemizin kapısına geçmiş ve aceleyle, kapıyı açmaya çalışmıştım.
Ancak anahtarlıkta bulunan anahtarlardan hiç birisi kapıyı açmıyordu!
Bir anda, onikisi apartmanımızdaki diğer dairelerin; diğeri hemen karşımızdaki (ev sahibine ait olan) Kılıçaslan Camisi'nin; bir diğeri de karşı komşu apartmanın kapısı olmak üzere 14 kapının görüş alanı içinde, yarı üryan halde, (4-5 yaşında küçük kız çocuklarının bile tesettürlü olduğu!) mahalledeki bir apartmanın giriş katında, iki kilitli kapı arasında kalakalmıştım!
O anda, ne yapacağımı şaşırmış, elim-ayağım tutulmuş, bir anda üzerimden terler boşanmıştı.
Misafirhaneden çıkarken, Bursa'ya ait anahtarlık yerine, yanlışlıkla, Zonguldak'la ilgili anahtarların takılı olduğu anahtarlığı almıştım!
Çaresizlik içinde, besmele ve dualarla, elimdeki anahtarları ümitsizce denerken, içeriden bir tıkırtı sesi gelmiş ve birisi kapıyı açmıştı ki o anda yaşadığım sevinci anlatmak mümkün değildir!
Büroyu yatakhane olarak kullanan proje çalışanı olan araştırma görevlilerimiz içeride yoktu ama, sözleşmeli olarak çalışan emekli mühendisimiz, rahmetli Enver Öğmen, o gün, hanımının günü olduğu için, eve geç gidecekti!
Kapıyı açan da o rahmetli idi.
O günden sonra, ardımdaki her kapıyı kapatışımda, içimde bir korku hissederim.
Siz siz olun, her konuda, önünüzdeki kapının açılıp açılmayacağı belli olmadan, arkanızdaki kapıyı kapatmayın!
Bu arada, Zonguldak'ın, bölgenin parlayan yıldızı olduğu 1970'li yıllarda, Karayolları'ndaki görevim esnasında yaşadığım buna benzer bir anımı da yine aynı amaçla burada paylaşmak istiyorum.
Bu görev yıllarımda, bağlı olduğumuz Kastamonu Karayolları Bölge Müdürlüğü'nden, Zopnguldak'a sık sık görevli Karayolcu ağabey ve arkadaşlarımız gelirdi.
Gelenler, (günümüzde tersi olsa da!) o yıllarda alışveriş imkanları Kastamonu'ya göre çok daha iyi olan Zonguldak'ta, görevleri yanında, alışverişler de yaparlardı.
Bu gelişlerden birinde, bir görevli ağabeyimle, Gazipaşa Caddesi üzerindeki vitrinlere bakarak, birlikte yürüyorduk.
Bu yürüyüş esnasında, misafir ağabeyin, her vitrinin önüne geldiğimizde, önce yukarıya, sonra vitrinlere bakması dikkatimi çekmişti.
Bu nedenle, kendisine "Ya abi... Her seferinde önce yukarıya, sonra vitrine bakıyorsun. Niye öyle yapıyorsun?" diye sormuştum.
Bu sorum üzerine, hemen arkasını dönüp, başının arka bölümündeki saçsız bölgesini göstermiş ve "Senin başına da yukarıdan tabela düşüp böyle yapsaydı, sen de aynısını yapardın!" dediğini unutamam.
Yıllar önce, bir yerde böyle vitrinlere bakarken, başına, üstünde asılı olan bir tabela düştüğünü ve kafasında, saçlarının bir bölümünde yaptığı hasarla atlattığını anlatmıştı.

[*] [*] [*] [*]
Allah'tan ülkemizde yaşanmakta olan ve hepimizi üşüten meteorolojik ve ekonomik soğuk ortamlardan; sıkan siyasi kavgalardan ve virüs salgınlarından hepimizi kurtarmasını; kimseyi böyle zor ve sıkıntılı durumlarda bırakmamasını, beklenmedik kazalarla karşılaştırmamasını dilerim.