Değerli okurlarım...
Üniversitedeki görevim devam ederken, eşimle birlikte oldukça komik ve ilginç bir olay yaşamıştık.
Salgın, yaşanmakta olan ekonomik zorluklar, yukarıdan aşağıya, toplumun her yanına yayılan sert kutuplaşmalar, şehit haberleri gibi nedenlerle, insanımızı sevindiren, mutlu eden bir haberin, olayın olmadığı bu günlerde, yüzünüzde bir tebessüm oluşturma ümidi ile bu anımızı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ülkemizde, özellikle ellili yaşlarda ve sonrasında, hanımlarımızın sağlık sorunlarının arttığı, bu sorunların çoğunun da psikolojik nedenlerden kaynaklandığı genel bir durumdur.
Yarım asrı geçmiş hayat arkadaşım için de böyle olduğunu söyleyebilirim.
Son yıllarda, belindeki, kollarındaki, bacaklarındaki ağrılardan şikayetleri ve doktor ziyaretleri artmış; ucunda gün, düğün, dernek olmayan gitmelere, gezmelere, yürüyüşlere ilgisi de azalmıştır!
Ancak, laf aramızda, onun bu şikayetlerinin artmasında, toplumun geniş bir kesiminde bağımlılık haline gelen, insanları hareketsiz bırakan, vakit öldürmekten başka hiçbir toplumsal ve bireysel yararı söz konusu olmayan evlenme, evden kaçan kız ve kayıp programlarının çok iyi bir izleyicisi olmasının etkisinin olduğuna da kuşkum yoktur!
Daha önceleri severek, isteyerek çıktığımız çarşı-pazar, gezmelerinde, son zamanlarda, daha yolun başında, birkaç yüz metre bile gitmeden "Yoruldum, dönelim" demeye başlamış; oturacak bir yer aramaya, "Sen devam et, dönüşte birlikte döneriz" gibi sözleri sık kullanır olmuştu.
Durumun böyle olduğu günlerden birinde, bazı çarşı-pazar işlerimiz için birlikte Zonguldak şehir merkezine inmiştik.
Programlı işlerimizi bitirdikten sonra sıra serbest dolaşmaya gelmişti.
Bu safhada, onu vitrinlerden uzak tutmak ve gereksiz alışveriş isteklerini önlemek istiyordum.
Bu amaca uygun olarak da ona, sezdirmeden, fazla alışveriş imkanı olmayan liman istikametinde yürümeyi ve ilerideki kafelerden birisinde mola verip çay içmeyi önermiştim.
Biraz isteksiz de olsa, önerimi kabul etmiş ve liman istikametinde yavaş yavaş yürümeye koyulmuştuk.
Ancak, zar-zor, kapısında Adliye Sarayı yazan görkemli binaları geçip maden şehitlerinin adlarının yazıldığı panoların karşısındaki bankların bulunduğu noktaya gelebilmiştik.
Bu noktada, bir süre üzüntülü bakışlarla, panolara göz attıktan sonra, hemen yakınımızdaki oturma yerlerini gördü ve ardından da duymayı beklediğim, bildik sözcükler de geldi.
"Ben yoruldum, şurada oturup seni beklerim. Sen devam edip geri dönersin" dedi ve yakındaki, limana bakan banklardan birisine oturdu.
O, orada otururken, ben de daha çok tenha yerleri ve yolları tercih edenlerin olduğu liman arkası istikametinde yürüyüşüme devam ettim.
Hanımdan yüz elli-iki yüz metre kadar uzaklaştığım bir sırada, limanda dip taraması yapan gemiyi gördüm.
Onun çalışmasını, bir mühendis gözü ile biraz izlemek için, yolun kenarında, gemiyi gören bir banka ben de oturdum.
Oturur oturmaz da, karşımda orta yaşlarda sempatik bir çingene bayan dikildi.
Sıcak bir ses tonuyla, "Yakışıklı abim, ne olur bir falına bakayım?" dedi.
O "fal" der demez, hemen fala düşkün olduğunu bildiğim hanımım aklıma geldi ve bir cinlik düşündüm.
Kendisine, "Bak... Yolunun üzerinde, yüz elli-iki yüz metre ilerideki küçük parkta, maden şehitleri isim panolarının karşısında, denize bakan banklardan birinde, yalnız halde, sarışın bir bayan oturuyor. O benim hanımdır. Bugünlerde morali pek iyi sayılmaz. Kendisi fala düşkündür. Benim falıma bakmana gerek yok. Sen onun falına bakacaksın. Sana fazlasıyla hakkını vereceğim. Tamam mı?" dedim.
"Tamam, kıymetli abim" dedikten sonra kendisine, "Bizim, uzakta bir yerde, doktor olan küçük oğlumuz, gelinimiz, torunlarımız var. Önümüzdeki günlerde onlara gitmeyi planlıyoruz. Kendisi, beş-altı ay kadar önce bir yakınını da kaybetti. Bir sorunumuz yok, ama o her şeye kafasını takıyor, moralini bozuyor. Ben üniversitede görevliyim..." gibi kopyalar verdim.
Hanımın falına bakmasını ve onu biraz rahatlatmasını söyledim.
Çıkardım, beklentisinin üzerinde olabileceğini düşündüğüm miktarda bir para verdim.
Sevinç içinde, "Tamam, kıymetli abim. Ben şimdi onu bulur, dediğinizi yaparım. Sen hiç merak etme" dedi.
Sonra o hanım tarafına, ben de hemen sonra, liman sonuna doğru yollarımıza devam ettik.
Bir süre sonra, ben de limanın sonuna kadar gitmekten vazgeçtim ve hanımın yanına döndüm.
Hayret!..
Biraz önce bıraktığım yorgun, moralsiz hanım gitmiş, onun yerine neşeli, gözlerinin içi gülen başka bir hanım gelmişti.
Kendisine, "Ya hayır ola! Çok neşelisin. Ne oldu? Çocuklardan iyi bir haber falan mı geldi?" diye sordum.
O da, heyecanla, "Ya sorma... Biliyorum, sen inanmazsın, ama buna inan. Biraz önce senin arkandan bir falcı kadın geldi. Falıma baktı. Her şeyi bildi. Uzakta çocuklarımızın olduğunu, bir yolculuğumuzun olacağını, babamın öldüğünü, moralimin bozuk olduğunu hep bildi. Senin işini bile tutturdu" dedi.
Ben de kendisine, "Hadi be sende! Falcı senin saflığını gözlerinden anlamıştır. Önce seni konuşturmuş, senden kopya almış, sonra da onları sana satmıştır. On şey söyleyip bir-ikisini tutturduysa 'bildi' dersin!" gibi sözlerle karşılık verdim.
Yemin billah etti.
Kendisi ile konuşmadığını, sadece, "Fala baktıracağım, amma bilirsen paranı vereceğim, bilemezsen para yok" dediğini söyledi. (Bildiğine göre, falcı ayrıca ondan da yolunu bulmuş olmalıydı!)
Kendisine, "Falcı nerede? Madem 'her şeyi bildi' diyorsun, iddia ediyorsun. Hadi gidelim, bana da baksın, bilirse ben de inanırım" dedim.
"Gideli epeyce oldu, bulamayız. Ben kendisine, bizim lojmanların bahçesinde, önümüzdeki Çarşamba günü, öğleden sonra arkadaşlarla olan altın günümüze gelmesini söyledim, yerimizi tarif ettim. Gelecek, isteyen arkadaşlara da bakacak. Bak görürsün, onları da bilecek. O zaman sen de inanacaksın" dedi. (Kendisi gerçekten dost-arkadaş canlısı bir insan olduğu için, böyle bir falcıdan arkadaşlarını da mahrum etmek istememişti!)
Hanım neşeli, morali düzelmiş halde, ben de gülmemek, renk vermemek için onun tersi tarafa bakarak, kendimi zor tutarak oradan ayrıldık.
Planladığımız gibi, dönüş yolu üstündeki kafelerden birisine oturduk.
Oturur oturmaz, hiç alışık olmadığım bir şekilde, "Moralim düzeldi, bu gün ne yer, ne içersek hesap benden!" bonkörlüğünü de yaptı!
Vakit de akşama yaklaşmıştı.
Orada bulabildiklerimizle, yürüyüşte harcadığımız enerjiyi fazlasıyla geri alarak günü tamamlamış ve evin yolunu tutmuştuk.
Beyaz yalan ve yaptığım cinlik işe yaramış, falcı vazifesini hakkıyla yapmış; hanımın gidişte ağrıyan, yorulan bacakları, dönüşte ağrımaz olmuş, morali düzelmişti.
Beş-on liraya bu kadar sağlık, mutluluk satın aldığım ve o mutlu olduğu için ben de mutlu olmuştum.
Hanımları fala düşkün ve benzer sorunları olan beylere tavsiye ederim!
Ülkemiz ve de hepimiz için mutlu edici haberlerin ve olayların olabildiğince çok olduğu bir yaşam dilerim.
Not: Falcı, Eşimin sözünü ettiği altın gününe gelmemişti. Olayı arkadaşlarına da anlatıp güne geleceğini söylediği için de çok kızdığını söylemişti!