1951 yılında doğduğum mahalle, Yeşil Dağ'dan çıkan küçük bir dere yatağında olduğu için "Dere Mahalle" ismini almış.

Fransız şirketi Havzaya geldikten sonra Üzülmez ve Asma'da ki damarları işlemeye başlamış, Yeşil Dağ'ın altında ki Pavli'nin kömürlerini de çalışmak istemiş. Ama önce (şimdi bile kullanılan) bir kilometrelik sert bir lağımı geçmesi lazımdır. Bu lağımı yine Fransız bir şirkete ihaleye verirler. Şirketin adı "İltisak Hattı Şirketi" tünelin adı da "İltisak Hattı Tüneli'dir.

Felaket Asma'da 22. Eylül 1919' da meydana geliyor. Fransız'ın İltisak Hattı Şirketinin çalıştığı Tünel Ocağı'nda grizu patlamasıyla büyük bir yangın çıkıyor. Havzanın o zamana kadar yeraltında gerçekleşen en büyük iş kazası sayılıyor. Bu yangında 19 maden işçisi ölüyor.

1955-57 yılları arasında dere mahalledeki evimizden annemle beraber dere kenarından yürüyerek Dilaver taş tumbasının altına giderdik. Evden çıkar çıkmaz gücümün yettiğince koşmaya başlardım. Önünden her geçtiğimde en az beş dakika durur, hipnoz olmuş gibi, gözlerimi bile kırpmadan dikkatlice bakardım içine Kanlı Baca'nın.

İçine bakarken derin düşüncelere daldığım Kanlı Baca'nın önünden annemin; "geç kalıyoruz, kömür toplamadan gerimi döneceğiz" diye ünlenmesiyle ayrılıyordum. Annem, hiç bakmadan geçerdi Kanlı Baca'nın önünden. Haklıydı da, sanki Kanlı Baca, Asma Bölümü'nde madende ölenleri temsil ediyordu, madende iş kazalarında ölenlerin hepsi orada ölmüş gibi bir duygu yaratıyordu insanda. Hiç kimseye sevimli gelmiyordu tabii ki, yıllardan beri çalışanların, ölenlerin ve öleceklerin kan davasını temsilen duruyordu orada, Asma dere yatağının içinde.

Büyüklerime de sordum Kanlı Baca olayını; Onlarda "Biz doğmadan önce" diye başlardı anlatmaya; Kanlı Baca, derenin kenarında bir ocak ağzıymış. Şimdi orada havalandırma kapısı ve baruthane var. Kimi anlatıma göre; Asma Deresi bir gece taşmış bacayı doldurmuş, bir vardiya insan içinde kalmış. Günlerce çan sesi gelmiş orada kalanlardan ama ne çare ki kimse yardım edememiş. Bazı büyüklerimiz de "yardım edin" çığlıkları duyulmuş, diye anlatırlardı. Kimi, anlatıma göre de bir patlama olmuş, ocak olduğu gibi kapanmış, o gündür bu gündür kıpkırmızı kan akarmış direklerin arasından.

Benim hatırladığım kadarıyla kalın meşe veya gürgenden yapılma bağlarla baş aşağı (Desandri) açılmış bir galeriydi Kanlı Baca. Karşısına geçer oturur, öylece bakar dururdum içine. İki, üç bağı ancak görülüyordu, diğer bağlar toprakla doluydu. Kimine göre su basmış kimine göre yangın olmuş söylemleri dolaşıp duruyordu.

Çok düşünmüşümdür, Kanlı Baca'nın akmayan kanından etkilenip de kafayı takmamın nedenini. Şartlanmaydı elbet, kanıksamak belki, belki de bir teselli, belki de benimde yaşamımla ilgili bir masalım, bir öyküm olsun istemişimdir. Bunun olabilmesi için bir masala inanmam mı gerekiyordu. Bilemiyorum.

Havza tarihini araştırmaya başlayınca daha iyi anladım neyin ne olduğunu. Kanlı bacaya karşı neden hassas davrandığımı. Kim bilir kaç akrabamız öldü havzadaki madenlerde veya ölmeden emekli olabildikten sonra hastalıktan, kan tüküre tüküre ölenlerin sayısı bellimi ki.

Asma Deresi'nde 1955 yılı yaz sonu oluşan kıyamet derecesindeki selden canımızı zor kurtardık. Kuzine üzerine çıktık boğulmamak için. İnebolulu Ahmet Çavuş ve komşular üst taraftan kiremit olan çatıları delerek kurtardılar bizi boğulmaktan. Kanlı Baca da, selin getirdiği kumla, çakılla, çamurla kapanıp gitti.

Asma işçi yatakhanelerinde bizlere bir koğuş ayarladılar. Bir müddet orada kaldık. Sele kapılan evimizden geri kalan çamurları ve kırık dökük yerleri onarılıp bir müddet daha Dere Mahalle'de kaldıktan sonra, 1957-58 yıllarında bizleri Rat Mahallesindeki evlere yerleştirdiler.

Yazgı değişmez 1970 yılında Dilaver atölyesinde tesviyeci işçisi olarak çalışmaya başladım. Dilaver taş tumbasından vaktiyle kömür topladığımız vadiyi çok seyrettim.

Birçok arkadaşım ve tanıdığım kişi öldü o dönemlerde. Kanlı bacadan sonra olan iş kazaları toplu ölümler kanlı bacayı unutturdular bize. Uzun ayak sistemine geçip ocakların üretim gücünün artmasıyla nakliyat yolları, taban yolları, havalandırma bacaları, anayol derken yeraltında ki ölümleri, üsteki kentten daha yoğun bir yaşam tarzı oluştu maden bölgesinde.

Asma ana girişten girip bir kilometre kadar ilerlediğiminiz zaman bir kapı ile karşılaşırdık. Hava kapısı derdik biz ona ocaktaki temiz havanın değişimini düzenleyen kapılardan birisiydi. Orada bir su toplama merkezi vardı, toplanan suyu dışarıya pompalamak için tulumbayı çalıştırıyorduk.

Bir gün orada beklerken Üzülmez' in en eski maden mühendislerinden Remzi Yamaç Bey'le karşılaştık. O, genel bir denetim yapıyordu, eskiden beri tanışırız. Benim çocukluk zamanımı da biliyordu. Laf lafı, söz sözü açtı, olay kanlı bacaya kadar geldi. Ben; " Nedir hocam bu işin aslı" diye sordum. O, hiç bir şey söylemeden; "Tulumbayı kapat, gel beraber gezelim" diyerek beni de yanına alarak yürümeye başladık. Bulunduğumuz kapıdan geçerek anayolda vargel başına doğru ilerlerken, sağ tarafımızda bir taban yoluna saptık, bana gittiğimiz tabanın yolunun "madenciliğin bilimsel diliyle" ne olduğunu anlatıyordu. Bir yere geldik: "Bak Erol usta buranın üstü, eski kanlı baca burada birçok ölü kaldı. Yangın olmuş, alamamışlar, biz de çalışmadık." Dedi. Şaşırmıştım, hikaye olarak bildiğim olayın bir gerçek olduğunu söylüyordu. Sadece şaşırmıştım. O günkün ki iş çıkışından hemen sonra Üzülmez Bölgesinin Harita ve Plan Bürosuna gittim. Rahmetli Hikmet Çelik Ağabey'e derdimi anlatır anlatmaz olay yerinin haritasını buldu ve bana bir foto kopya verdi. Ayan beyan Kanlı Baca diye yazıyordu kopyada. Hikayenin haritası olur muydu ki. Uzun müddetten beri eski yazı havza belgesi çeviriyordum. İki kere rastladım haritada gösterilen yerdeki kazanın izine. Yer Fransızların çalıştırdığı İltisak Hattı Ocağıydı. Baca da, Asma deresinin kenarına çıkıyordu.

İlk yazışma kısa ve netti. Kaza bildirim yazısıydı: "Asma Ocağında 22.9.1919 tarihinde 19 ölümlü yangın hakkında"

İkinci yazı, yangının mahkeme neticesini bildiriyordu: "Ereğli Şirketi Osmaniye'sinin Tünel Ocağında 19 kişinin telefine neden olan kazanında muhakemesinde şirket mesul müdürünün yüz altın ceza-i takdiriyle mahkum olduğu muhakeme riyasetinden işar (bildirilme) buyrulduğu hakkında. 9 Temmuz 1921" Şeklindeydi.

Ne kadar araştırdıysam da ölenlerin isimlerine rastlayamadım. Mutlaka ki vardır. Bir gün bir yerden çıkacaktır. Çünkü son zamanlarda araştırma yapanlar çoğaldı. Tarihte hiç bir şey saklı kalmaz.

Ben bu yazıyı Cüneyt Özfidan'ın "Kanlı Baca Hikayesi" başlıklı yazısından sonra kaleme alma ihtiyacı hissettim. Kanlı Baca bir gerçektir.

Erol Çatma-2021
Zonguldak Nostalji