Zonguldak’ta 2013-2014 Adli Yıl açılış töreni, Valilik önündeki Atatürk Anıtı’nda yapılan törenle kutlandı. Atatürk Anıtı’na; Cumhuriyet Başsavcılığı, Bölge İdare Mahkemesi ve Baro Başkanlığı tarafından çelenk konuldu. Törene; Zonguldak Belediye Başkan Vekili Turgut Aydın, Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Özbakır, Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanı Cengiz Sayılgan, Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Neşe Kurt, İl Emniyet Müdürü Metin Seyfi Sazak, Zonguldak Baro Başkanı İbrahim Kerem Ertem, hakimler, savcılar ve avukatlar katıldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Özbakır ve Baro Başkanı İbrahim Kerem Ertem, günün anlamıyla ilgili birer konuşma yaptı.

Cumhuriyet Başsavcısı Özbakır, yeni bir adli yılın açılışını gerçekleştirmenin mutluluğu içerisinde olduklarını ifade ederek, şunları söyledi:

ÖZBAKIR: “HSYK, YARGININ HIZLANDIRILMASI İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPIYOR”

“Yargı bağımsızlığının önemini bir kez vurgulamakta yarar görüyorum. Bakanlığımız ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulumuz (HSYK), yargının hızlandırılması için elinden geleni yapmaktadır. Son yıllardaki hakim ve savcı açığını gidermek için yapılan mesleğe kabuller, personel açığını gidermek için Bakanlığımızca yapılan atamalar yargının hızlandırılması amacına yönelik belli bir mesafe alınmasını sağlamıştır. Bu yöndeki çalışmalar hızla devam etmektedir. 2011 yılında 6 Cumhuriyet Savcısı ile görev yapmakta iken, son atamalarla birlikte, 1 Cumhuriyet Başsavcısı, bir Cumhuriyet Başsavcı Vekili ve 13 Cumhuriyet Savcısı ile 2 Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ve 21 hakim ile hizmete devam edilmektedir. Hakim ve savcı açığımız yoktur, sadece adalet personelinde biraz açığımız vardır, o da tayin ve emekliliklerden kaynaklanan bir açık olup, en kısa zamanda bu açığımız da giderilecektir. Adalet hizmetlerinin yürütülmesi esnasında, şahsım, meslektaşlarım ve personelimizin hoş görülü ayrım yapmaksızın, eşit mesafeli, adalete olan güveni sarsmadan güveni artırma yönünde, hizmete devam edeceklerine olan inancım tamdır. Herkesin bir gün yargının tarafsızlığına ve adaletine ihtiyacı vardır, bunun için tüm meslektaşlarımızın görevlerini yerine getirirken gereken hassasiyeti göstermeleri, halkımızın da takdir ve desteğini sağlayacaktır. Adli, İdari Yargı ve Baro ile birlikte çalışmalarımız, kanunlar çerçevesinde sorunsuz, dayanışma ve uyum içerisinde sürdürülmektedir. İlimiz ile ilgili yıl içerisinde yapılan faaliyetlerden de kısaca bahsetmek istiyorum. Ek bina inşaatımız temel açma çalışmaları tamamlanmak üzere olup, 10 gün sonra temeli atılacaktır. Hakim ve savcı lojmanları ile Adliyemiz arkasındaki personel lojmanlarımızın tamir ve tamirat işlemleri tamamlanmıştır. Bilindiği üzere geçen kış cezaevimizin çatısı yanmıştı. Bakanlığımızla yapmış olduğumuz yakın işbirliği neticesinde iki ay gibi kısa bir sürede cezaevimizin tamir ve tadilatı bitirilmiş olup, cezaevimiz yeniden faaliyete alınmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle yeni adli yılımızın ülkemize, adliyemize, baromuza, Zonguldak halkına hayırlı olmasını, iyi bir yıl geçirmemizi temenni ederim.”

Zonguldak Baro Başkanı Ertem ise, eylem ve işlemlerin hukuk çerçevesinde gerçekleşmesi hukukun üstünlüğünün gereği olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:

“DEMOKRASİ İŞLEYİŞİ KESİNTİSİZ SÜRMELİDİR”

“İnsanlık tarihi, savaşları, yıkımları, devrimleri, çöküşleri, açlığı, gelişmeyi, keşifleri, zenginliği, fetihleri, sevinçleri, arzuları, heyecanıyla ‘kültürler’, ‘değerler’, ‘varlıklar’ halinde, her geçen gün karmaşıklık, kargaşa, sevinç, üzüntü içinde yazılmaktadır. Thomas Hobbes, ‘İnsan insanın kurdudur insan sürekli savaş içindedir ve birbirini kemirir durur’ der. Bugün, özellikle Suriye´de, Mısır´da, Mynmar´da, Kolombiya´da, Lübnan´da, Uganda´da, Mali´de devam eden savaşlarda, masum insanlar, çoluk-çocuk demeden, modern silahlarla vuruluyor, zehirleniyor, kitle kitle öldürülüyor. Bu cinayetleri, katliamları şiddetle kınıyoruz. Yine ifade ederiz ki, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü de kutluyor, savaşları durdurmak adına da yeni savaşlara yol açılmamalı, masum ölümlerini durdurmak adına yeni masum ölümlerine yol açılmamalıdır. Savaş, en son çaredir; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘Gerekmedikçe savaş cinayettir’ demiştir; bu sözüyle herkese bir yön çizmiştir. Diplomasinin zorlanması, olmadığı takdirde ekonomik, sosyal, diplomatik ambargoların uygulanması, uluslararası mahkemelerin kurulması, silah sevkiyatının engellenmesi gibi çözümler, ‘savaş en son çaredir’ mantığının ve ‘demokratik barış teorisinin’ istediği uygulamalardır. Şunu biliyoruz ki; demokratik ülkeler birbirleriyle savaşmazlar. Demokrasinin en önemli öğelerinden biri de hakim denetiminde seçimlerdir. Sandık demokrasisi, bağımsız ve tarafsız yargı denetiminin tahtında işlemektedir. Buradan hareketle, seçimlerle hükümet kurma yetkisi almışların, eylem ve işlemlerinin denetimlerinin hukuk çerçevesi içinde, ‘güçler ayrılığı gerekçeleri çerçevesinde’ gerçekleşmesi hukukun üstünlüğünün gereği olduğunu söylemeliyiz. Bu yol yerine, olağandışı usullerin geliştirilmesi veya darbe unsurlarıyla işleyişe müdahale edilmesi hukuk dışıdır. Darbenin her türlüsü, demokratik hayatın gerekleri ve özgürlükçü toplum anlayışı ile çelişmektedir; kesinlikle ret ederiz.”

“BİREY HAKLARI, DEVLETTEN ÖNCE DE VARDI”

“Birey hakları, kanımca, doğumdan itibaren insana yüklenmiş haklardır; doğal haklardır. Ayn Rand, birey haklarına temel işlev verir: ‘Hem ahlaki bir kavram ve hem de elik ile siyaset arasında bir bağ olma özelliği taşıyan birey haklarının, toplumu, ahlaki kurallara tabi kılmanın araçlarıdır’ der. Birey hakları alanında, uygulamadaki ‘kanuni ve anayasaya aykırı’ kısıtlamalar, ciddi ve kalıcı ihlaller toplumun da zarar görmesine yol açar; birey haklarından vazgeçerek toplumsal düzen sağlanamaz. Bu sebeple, birey hakları, takdiri gerekçelere, örneğin; ‘güvenlik endişelerine, güvenlik gereklerine’ tercih edilmemelidir. Olması gereken, birey hakları (fikir ve düşünce hürriyeti, vicdan hürriyeti, toplanma ve gösteri hürriyeti, hukuki güvenlik hakkı, masumluk karinesi) ile güvenlik gerekleri arasında denge kurmaktır. Kamu yönetiminden talepte bulunan, vergi finansmanında bulunan, emeği ile üretime katılan, siyaseti, siyaset aktörlerini belirleyen, kamu hizmetlerinin ifasında aktif rol oynayan bireylerin, siyasi, hukuki, iktisadi söylemlerde bulunmaları, ‘sosyal sözleşme teorisine’ göre doğal haklarıdır. Bu haklar, devletten önce de vardı. Bu sebeple, birey hakları ve sivil topluma özgülenen haklar, devlet öncesinden geldiğinden, kısıtlanmaları istisnadır. Ve demokrasi, haklar ve özgürlükler -şiddete başvurmadan yaşandığında vardır.”

Bazı Barolar hakkında, Gezi Parkı sürecinden dolayı savcılık soruşturmaları açılmasına üzüldüklerini belirten Ertem, şöyle dedi:

“HER YENİ, YENİ BİR UMUT MUDUR?”

“Hukukçular, her adli yıl açılışında, hukukun üstünlüğü ve hukuk devletinin geliştirilmesi üzerinde fikir beyan ederler. Evet, her başlangıç umudu yüklenmiştir: şair Edip Cansever´in dediği gibi; ‘Bütün iyi kitapların sonunda/ bütün gündüzlerin/ bütün gecelerin sonunda/ meltemi senden esen/ soluğu sende olan/ yeni bir başlangıç vardır.’ Yeni başlangıçlara hazırız. Yeni başlangıçlar, yeni umutlardır. Bu yeni başlangıçlara dair umudumuz ne kadardır? Kimi meslektaşlarımızın aylarca süren ceza soruşturmalarına maruz kalmaları, davalarının aylarca açılmaması, fikirleri ne olursa olsun- yüzlerce meslektaşlarımızın aylardır tutuklu olmaları, zorla adliyelerden çıkartılmaları, kazanılan özlük haklarının kullanımlarının engellenmeleri, bazı Barolarımız hakkında, Gezi Parkı sürecinden dolayı savcılık soruşturmaları açılması, Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kapsamında ve Avukatlık Kanunu 44-B maddesi gereğince sadece yabancı hukuklar ve milletlerarası hukuk konularında danışmanlık yapmaları zorunlu olan yabancı hukuk şirketlerinin 300´ü aşan sayıları ile dava takiplerine de başlamaları, bu şirketlerin TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun 113/4’üncü maddesinde belirtildiği üzere anayasal güvenceye alınmaları, ‘umudumuzu’ kırmaktadır.”

“YÖNETEN YARGI ANLAYIŞI DOĞRU DEĞİLDİR”

“Şunu biliyoruz ki, yargı erki, bireylerin, sivil inisiyatiflerin, devletin, ekonominin, hak ve özgürlüklerin, kurumların, hayatları, işleyişleri, nitelikleri ve maksatlarına yönelik kalıcı, genel etkili ve düzenleyici kararlar vermektedir. Yargı erkinin, genişleyen etki alanıyla, hayatı her yönüyle etkileyen bu niteliğine ‘yargı aktivizmi’ denilmektedir. Yargı erki, ‘yargısal aktivizm halinde’ Ernest Young ve Marshall´ın sınıflandırmalarına göre, ‘sınırlı ve minimalist kararlar yerine kapsamlı ve maksimalist kararlar’ alarak, Kmiec´in bakışına göre, ‘yargısal yasama yaparak’ amacını aşar. Başka deyişle, özellikle Anayasa Mahkemesi, Yüksek Yargı, özel yetkili bazı süreçler, aldıkları kararlarla yasama, yürütme veya kimi kurumlar yerine geçebilir; siyasetten ekonomiye, birey haklarından ceza usul hükümlerine birçok alanı değiştirebilir, meslek odalarının, hatta Baroların mesleğe ilişkin disiplin ve uygulamalarını regüle edebilirler. Yargının, bu ‘genişletilmiş düzenleyici rolünü’ yeniden gözden geçirmek, yürütme ve yasama yerine geçmesi sonucunu doğuracak etkisini yeniden değerlendirmek gerekmektedir.”

“YARGI ERKİ GENİŞLETİCİ YORUMUNU ÖZGÜRLÜKLER VE HAKLAR EKSENİNDE GELİŞTİRMELİDİR”

“Yargılama süreçlerinde, özellikle, pratikten teoriye, içtihattan öğretiye, ‘hukuk kurallarının, normların, usul kurallarının nasıl yorumlanacağı veya uygulanacağı’ üzerinde ittifak aranması gerekir, aksi halde, yargısal erk, farkında olmadan ‘kendisine, ´yönetmek´ amacını veya niteliğini kazandırır.’ Bu noktada, özellikle, ülkenin siyasetini, yönetim algısını, rejimini, yöneticilerini, ilgilendiren davalarda, iddianamenin kabulü aşamasında, ilk duruşmada, hakim veya heyet, ‘davayı takipte uygulayacağı rejimi (delillerin değerlendirilmesindeki anlayışını -kanunsuz delil, tesadüfi delil, gizli tanık, savunma süreleri, özel delillerin değerlendirilmesini, yargılamanın analitik mantık usullerine göre mi, tümden gelim mantık usullerine göre mi, masumiyet karinesi, tutuklama, gözaltına alma, arama, el koyma kararlarına itirazları tekrar e/e/ alıp almayacağını, katalog suç kavramına bakışını, takdir hakkının çerçevesini vb) açıklamalıdır. Bu usulü, zamanla yaygınlaştırmalıyız. Benzer şekilde, içtihat oluşumunda, ‘genişletici etkili karar almakla, sınırlı etkili karar almak arasında’ bir dengenin kurulmasını beklemek gerekmektedir. Bu bakımdan, genişletici etkili kararlar çerçevesinde özel yetkili usullerin son bulmasını, olağan yargıç ve savcı ilkesine dönülmesini beklemekteyiz. Burada, yargının hak ve özgürlükleri geliştirici fonksiyonuna daha fazla yer vermesini, ‘genişletici yorumunu, genişletici etkili karar alma özelliğini buy alanda kullanması gerektiğini’ belirtmek isterim.”

Ertem, insanileşmiş saf adalet anlayışının ön planda tutulması gerektiğini savunduklarını ifade ederek, şöyle konuştu:

“DAHA İNSANİ, DAHA SİVİL, DAHA HAYATIN İÇİNDE BİR YARGI”

“Yönetim Bilimi, ‘İnsan İlişkileri Okuluna’ göre, bireyler, bencil olarak değil, grup kimlikleri ve duygusal bağlılıkları sağlam kişiler olarak kabul edilir. Bu anlamıyla, yönetim işleyişinde, bireylere, gruplara, sivil inisiyatiflere açık kanalların varlığı, demokratik ve bürokrasiden arınmış yönetim anlayışı için, gerek ve şarttır. Böyle bir yapı, özgürlük kavramının kurallaştırıldığı, bireye dayalı, daha sosyal, daha hukuki bir yapıdır. Sivil demokrasi de böyle bir yönetim anlayışı içinde gelişir, suç olmayan her fiil ve söz demokratik talep veya hak olarak kabul edilir. Yönetim mekanizmalarının, demokratik talepler ve hak-özgürlük ideallerine program, karar ve fiillerinde yer vermelidirler. Biliyoruz ki demokrasi, cumhuriyet rejiminin işlerliğinde ana omurgadır. Giderek büyüyen devlet algısı ise, idari bürokrasinin her alanda etkisini artırmasını, yargı erkinin de bürokratik yapıya bürünmesini zorunlu kılar. Bu doğrultuda, idari ve yargı mercilerinin zaman zaman Barolara ve avukatlara yönelik aldıkları kararlar, değerlendirmeler ve işlemler, bürokratik egemenlik anlayışına benzer nitelikte, bütün ülkeye yayılır. Mesleğe girişin TBB tarafından belirleneceğine dair bir düzenleme gerçekleşmemesi, avukatlık asgari ücret düzeyinin bakanlık tarafından belirlenmesi, kimi uyuşmazlıklarda mahkemelerin ücret ve haklar konusunda karar almaları, mesleğin kamu hizmeti ile serbest meslek kavramları arasında sıkıştırılması, mali konularda serbest meslek vurgusunun yapılmasının yaygınlaşması, CMK 188’inci maddesinin değiştirilerek ‘davada avukatsız karar verilebilmesinin’ düşünülmesi, kamu hizmeti rolünün ise göz ardı edilmesi, bürokratik egemenlik anlayışının göstergesidir. Adaletin işlemesinde, sadece kanun önünde değil; hukuk önünde de eşitlik ve sosyal adalet duygusunun, insanileşmiş saf adalet anlayışının ön planda tutulması gerekmektedir. Kanunların, hukuka bakış ve yorum politikalarının, Uluslararası ve ulusal hukuk metinlerinin yorum ve içtihat anlayışlarının temelinde, bürokratik bir yargı yapısının değil; halkın verdiği yetkinin kullanılmasından kaynaklanan yargı anlayışının var olması gerekir. Bilindiği üzere, Marx Weber´e göre, modernite uzmanlık üzerine kuruldur; bürokrasi uzmanlaşmanın bir adım ötesidir; ancak, bürokraside hiyerarşi de bulunmaktadır ve yargının bürokratikleşmesi: inceleme, değerlendirme, karar aşamalarının tekdüze, soyut, masa başı olmasını getirir. Yargının bürokratikleşmesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlaline açıklık demektir; hukuk devleti ilkesi ağır darbe görür.”

"Demokratik, şeffaf, eşitlikçi, sosyal, Baro anlayışının" geliştirilmesi gerektiğini söyleyen Ertem, konuşmasına şöyle devam etti;

“BAROLARA DÜŞEN GÖREVİ GÖRÜYORUZ”

“Bu noktada, Barolara ve avukatlara önemli bir görev düşmektedir. Barolar, kurum olarak, mahkeme süreçlerinin -kolluk aşamasını da dahil ediyorum-insanileşmesi-birey nezdinde somutlaşması için değerlendirmelerini, bilimsel ve analitik düzeyde takip etmelidirler. Barolar, kendilerine, temel insan hakları ve özgürlükler ihlallerinin ulaşması halinde ‘raporlama-değerlendirme-savunma ekseninde hukuki yardımda bulunma’ işlevini yürütmelidirler. Genel hatlarıyla, temel hak ve özgürlük hatırlatmalarıyla, yargı işleyişine katkı vermek yetersizdir. Bu anlamıyla, daha yargılama süreci devam ederken, ‘insan-birey’ düzleminde, sürecin her aşamasının adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını raporlayabilir, bir anlamda, insani katkı verebilirler. Baroların, ‘hak ve özgürlük hakemliği’, ‘hak savunuculuğu’ ve ‘adil yargılanma hakkı takipçisi’ kapsamında çalışmaları, yeni bir ilgi ve etki alanı oluşturacak, hukuk teorisinin de ne derece önemli olduğunu ortaya koyacaktır. Anlaşılan odur ki, mesleğin yapılabilirliğine, disiplinine, etkinliğine, savunma hakkının sınırlandırılmamasına, tez-antitez düzleminde silahların eşitliğine, hukukun üstünlüğü ve gerçek hukuk devleti ilkesinin takibine, avukatları-Baroları yargının paydaşı kılma çabasına, serbest kamusal hizmet mantığının geliştirilmesine dair ‘yeni bir meslek algısının’, ‘demokratik, şeffaf, eşitlikçi, sosyal, Baro anlayışının’ geliştirilmesi gerekmektedir. Barolar, kurumsal büyüklükleri açısında giderek hantal, etkisiz, bürokratik bir yapıya bürünme tehlikesiyle karşı karşıyadır; bu anlamıyla, Barolar içinde, akademik tarzın geliştirilmesi, bilimsel incelemelerin, sorun çözücü mekanizmaların kurulması gerekmektedir. ‘Anladık! ´çiçek ve balık adlarını bilmeyen, hikâye yazamaz´ diyor Sait Faik; güçlü sivil toplum-güçlü demokrasi eksenine inanan, birey hak ve özgürlükleri öncelikli değer kabul eden, hak ve özgürlükleri geliştiren ve devleti bu anlamda insanileştiren, masumiyet karinesine sıkı sıkıya bağlı, savunma sınırlarını savunmaya bırakan, uluslararası hukuk ilkelerini kabullenmiş, halkla bütünleşmiş, fildişi kuleden sıyrılmış, otokrat anlayıştan arınmış, yargısal erki paylaşan bir yapıdan söz edersek; o zaman vicdanlara sığacak adaleti yazarız. Hepinize, saygılarımı ve sevgilerimi sunuyor; yeni adli yılın esenlik içinde geçmesini diliyorum.”

Editör: Pusula Gazetesi