Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, "Zonguldak'ta ve Türkiye'de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi" panelinde konuşan Dernek Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri Özer Akdemir, ülkede yaşayan herkesin birebir yaşadığı ekolojik sorunların ancak birlikte mücadele ile aşılabileceğini söyledi.

Zonguldak Çevre Koruma Derneğinin düzenlediği, "Zonguldak'ta ve Türkiye'de doğanın talanı ve ekoloji mücadelesi" başlıklı panel yapıldı. TMMOB Maden Mühendisleri Odası Lokali'nde yapılan panele konuşmacı olarak Zonguldak Çevre Koruma Derneği Başkanı Ahmet Öztürk ile Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri ve İzmir Temsilcisi Özer Akdemir katıldı. Gökçebey, Devrek ve Çaycuma'dan da katılımın olduğu panelde ilk konuşan Ahmet Öztürk, "Bugün kentimizin en batısındaki Alaplı'dan girip en doğudaki Devrek'ten çıkacağımız Mengen sınırına kadar her noktada bir başka ekoloji sorunu yaşanıyor. Bu ülkenin değerlerine adeta düşman birileri doğayı talan ediyor. Artık ayyuka çıktığı, termik santral yapılması planlanan bölgelerde karşı duruşları örgütlemek isteyen ekolojistlerle yerel yönetimlerin, 'Bakın termik santral kurulunca ortaya böyle bir rezalet çıkacak' diye insanları otobüslere doldurup getirdikleri Çatalağzı-Muslu bölgesindeki termik kirliliğe çok fazla değinmeyeceğim. Mesela Alaplı'da dünyanın en yaşlı ormanları var. Burada biri 4,115 yaşında olmak üzere yaşı binin üstünde onlarca ağaç bulunuyor. Ülkenin dört bir yanında yaşı iki yüzü, üç yüzü geçmiş ağaçlar önlerine tabelalar asarak koruma altına alınırken, burada bin yaşındaki ağaçlara kimse dönüp bakmıyor bile. Bizim bu varlığı çok iyi değerlendirmemiz, orayı bir doğal koruma alanı olarak kentin bir büyük zenginliğine dönüştürmemiz gerekirken, bu ülkenin tüm değerlerine düşman bir Vandal anlayış, orada altın arama faaliyetinde bulunuyor. Yetinmiyor, Alaplı'dan Devrek Adatepe Köyü sınırına kadar yüzlerce kilometrelik bir coğrafyada yeni bir arama faaliyeti başlatıyor. Bu şu demek, Anadolu'nun akciğerleri durumunda olan ve büyük bölümü doğal ağaçlardan oluşan Batı Karadeniz ormanlarının tahrip edilerek Türkiye soluksuz bırakılacak" dedi.

KANDİLLİ GÖKÇELER'DE YAŞANAN KATLİAM, KAZ DAĞLARINI ARATMIYOR

Kandilli Gökçeler'de Kaz Dağları'nda tüm ülkeye ayağa kaldıran görüntülerin aynısının bulunduğunu söyleyen Öztürk, "Burnumuzun dibinde Kandilli Gökçeler'de, Düzce'de faaliyet yürüten bir firma, silis madeni çıkarmak için sözcüğün tam anlamıyla doğayı talan ediyor. Elbette Kaz Dağları önemli. Türkiye'nin çok önemli bir coğrafyasında bulunuyor. Endemik türler açısından çok zengin. Mitolojik olarak da önem taşıdığı gibi, dünyanın oksijen açısından en zengin bölgelerinden biri olarak niteleniyor. Ancak ağaç sıklığı ve orman altı bitki örtüsü zenginliği açısından baktığımız da Kandilli Gökçeler'de yaşanan katliam, Kaz Dağlarında yaşananlardan çok fazla. Böyle bir çalışma yapıldı mı bilmiyorum, ama hepimizin gözlemi de odur ki, Karadeniz ormanlarında birim başına düşen ağaç sayısı, Ege ve Akdeniz ormanlarından iki üç kat daha fazla. Dolayısıyla burada yürütülen faaliyet diğer yerlerde yapılan faaliyetlerden çok daha büyük katliama neden oluyor. Bu sahaları şirketlere Türkiye Taşkömürü Kurumu kiralıyor. Biliyorsunuz TTK'nin uhdesindeki Zonguldak Kömür Havzası Akçakoca'dan Kastamonu Azdavay'a kadar uzanıyor. TTK yetkililerinden aldığım bilgiye bu coğrafyanın birçok yerinde silis madeni bulunuyor. Bu şirket bu sahaların işletilmesi konusunda da girişimlerde bulunmuş. Bilgi doğruysa, sözünü ettiğim bölgenin birçok yerinde aynı görüntülerle karşılaşacağız" dedi.

HERKESİN YAŞAM ALANLARI SALDIRI ALTINDA

Bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından "Sakarya Irmağı'ndan Kızılırmak Deltası'na kadar olan bölgenin en değerli ekosistemi" olarak tanımlanan Filyos Vadisi'nde planlan Filyos Vadisi Projesi'nin bölgenin tek akarsuyunun yanında planlandığını söyleyen Öztürk, sözlerini, "Bu proje hayata geçtiğinde yaşadığımız çevre sorunları kendini iki ile üç ile çarpacak. Zaten tarım toprağı açısından son derece yoksul bölgede, ekebileceğimiz bir karış toprak kalmayacak. Tüm bunlara baktığımızda ülkenin tüm değerlerine düşman bir güruh, nerede bir doğa parçası varsa hepsini yok edelim diyor adeta. Yapılan doğa talanının akılla izah edilebilir bir yanı yok. Bugün toplumsal muhalefetin temel dinamiğini çevre mücadelesi oluşturuyor. Bu mücadelenin içine girmemiş neredeyse bir insan dahi kalmadı. Herkesin yaşam alanları saldırı altında. 'Bu devletle hiçbir zorum yok arkadaş' diyen insanlar bile, burnunun dibinde kendine hiç sorulma ihtiyacı duyulmadan bir anda geliştirilen proje nedeniyle, polisle, jandarmayla karşı karşıya geliyor. Hatta gaz yiyor, cop yiyor. Tüm bunları önlemenin tek yolu var, birlikte mücadele. Bizlerin çabalarını birleştirmeleri, daha çok bir araya gelmesi, birlikte mücadeleyi büyütmesi lazım diyerek" sözlerini tamamladı.

EKOLOJİ MÜCADELESİ BİR YAŞAM MÜCADELESİDİR

Daha sonra söz alan Evrensel Gazetesi Çevre Muhabiri, İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, "Ülkenin her yanından ekolojik sorunlar, ekoloji mücadelesi var. Yılanın dokunmadığı da kimse yok. Aslında insanlar devleti tanıyor, devletin ne olduğu görmeyen kalmayacak bu gidişle. Devlet her sorunda öyle ama ekoloji meselesinde çok daha fazla dişini göstererek, herkese dokunuyor" dedi. Sunumuna ülkenin dört bir yanında çektiği, doğanın talanı ve acımasız şekilde tahribini gösteren fotoğrafların eşliğinde sürdüren Akdemir, "Çözüm nerede ve nasıl?" sorusuna da yanıt vermeye çalıştı. Akdemir, "Bu dönemde ne yargı bağımsızlığından ne hukuk güvencesinden, ne de çevre hakkından söz edebiliyoruz. Hukuksal süreçlerden toplumun sıkıldığını ve alınan sonuçların toplumda yılgınlık yarattığını bizzat ülkenin en önemli hukukçuları söylüyor. Ekoloji mücadelesi bir yaşam mücadelesidir. İki kişi kaldık, bir kişi kaldık diye hayıflanmamız lazım. Yalnız Efe Ahmet ağabey gibi tek başımıza kalsak da mücadeleyi sürdürmemiz lazım. Keçi çobanlığı yapan Ahmet Karaçam'ın bağı altın madeninin hemen dibinde. Madenin çalışmaya başlaması için bağı alması lazım. Ahmet ağabey direniyor, bağını satmıyor. Ona el arabasıyla ancak taşınabilecek miktarda para ve ayrıca iki ev vaat ediyorlar. Ahmet ağabeyi yine de ikna edemiyorlar. Sonuçta bu şekildeki tarım alanlarına 200 metre olan koruma bandını 100 metreye düşürüp öyle çalışmaya başlıyorlar. Ahmet ağabey hala direniyor. Yani bir kişinin direnişi bile çok önemli" dedi.

EKOLOJİ BİRLİĞİ, EKOLOJİ MÜCADELESİ İLE DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ BİRLEŞTİRİYOR

Birlikte mücadelenin önemine de değine Akdemir, "Geçtiğimiz günlerde Ankara'da üçüncü meclis toplantısını yaptığımız Ekoloji Birliği'ni yerel ekolojik örgütlerin ortak dayanışma ve mücadele birliği olarak kurduk. Birliğin içinde ülkenin dört bir yanından ekoloji örgütleri var. Her birimiz kendi yerelimizde yalnız kaldığımız için, devletin, sermayenin büyük gücüne karşı duramıyoruz. Ya da seslerimiz yeterince duyulmuyor. Ekoloji Birliği mücadelelerimizi ortaklaştırmak, sesimizin daha fazla duyulmasını sağlamak, daha güçlü karşı çıkışlar örgütleyebilmek amacıyla kuruldu. Ekoloji Birliği bir yandan ülkenin dört bir yanındaki ekoloji mücadelesini birleştirirken diğer yandan demokrasi mücadelesinin de içinde olacak. Çünkü ekoloji mücadelesi aynı zamanda siyasi mücadeledir de. Emek mücadelesi ile bağlarını da kurmalıdır. Biz Ankara'da yapmak istediğimiz ancak Valilikçe izin verilmeyen ekoloji mitingini, tam da bu anlayışla DİSK, KESK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği ile birlikte örgütledik. Bu doğrultudaki çabalarımız devam edecek. Ben burada başta Zonguldak Çevre Koruma Derneği olmak üzere, bölgede ekoloji mücadelesi içinde olan tüm örgütleri Ekoloji Birliği içinde yer almaya çağırıyorum" dedi.

KAPİTALİST SİSTEM İÇİNDE TEMİZ ENERJİ DİYE BİR ŞEY YOKTUR

Sorulan bir soru üzerine nükleer enerjiyle ilgili görüşlerini de paylaşan Akdemir, "Bir kere şunu bir kenara yazalım, kapitalist sistem içinde temiz enerji diye bir şey yoktur. En temiz şey bile kapitalist sistemin mantığı içinde kirlenir. Şunu kabul etmemiz lazım, kapitalizm kirlidir, her şeyi kirletir. Kar mantığı ile düşündüğü için doğayı düşünmediği gibi kamu yararı gibi kavram da aklının ucundan geçmez. Meseleye bir bu noktadan bakmamız lazım. İkincisi, nükleerin çok farklı boyutları var. Bütün Avrupa nükleer santralleri kapatır, bu enerjiyi en çok kullanan Fransa terk eder, Amerika keza Almanya vaz geçerken bizim hala Akkuyu'da, Sinop'ta nükleer santral peşinde koşmamız kabul edilemez. Bunun akılla, mantıkla izah edilebilir bir yanı yoktur. Tabii iktidarın hevesleri başka. Bunlardan birincisi bu santraller üzerinden rant aktarımı sağlamak istiyor. İkincisi buradan elde ettiği deneyimle nükleer silah yapma sevdası içinde. Bu heveslerle ülkeyi bir bilinmeyen maceralara sürüklüyor. Çernobil'de, Fukushima'da yaşananlar ortadayken, artık geri kalmış denilebilecek bir teknoloji ile nükleer santral kurmaya çalışmak kabul edilemez. Japonya'nı hem teknolojide eriştiği boyut hem de güvenlik konusundaki hassasiyeti iyi biliniyor. Bu durumda bile Fukushima felaketi yaşandıysa ben Türkiye'de olacakları düşünemiyorum. Hele Akkuyu'nun yeri hepten yanlış" dedi.

Editör: Pusula Gazetesi