Dünya madencilik tarihinin en büyük kazalarından biri olan Kozlu grizu faciası yeniden gündemde. Kısa bir süre öncesine kadar Ankara Zonguldaklılar Derneği Başkanlığını yapan emekli bürokrat Şerafettin Üstünkol&[#]8217;un henüz yayınlanmamış kitabında 1992 yılında yaşanan grizu faciasının perde arkasını anlattı. Yaşananların en önemli tanıklarından biri olan Üstünkol gördüklerini anlatırken; &[#]8220;Bu olay madencilik literatüründe çok önemli bir yer işgal etmektedir ve ben bu tespitimin sadece bende kalmasını istemiyorum. Aksi takdirde vicdan azabı çekerim&[#]8221; diyor. Halen Ankara Zonguldaklılar Derneği Başkanlığı&[#]8217;nı yürüten Şerafettin Üstünkol yakında piyasaya çıkacak olan yaklaşık 400 sayfalık anı kitabında Kozlu grizu faciasında yaşananları ve saklanan gerçekleri de tek tek anlatıyor. Üstünkol&[#]8217;un henüz yayınlanmamış kitabından korkunç gerçeği özetleyen iki anı:



Kurtarılmayı bekleyen işçiler var mıydı?


Şerafettin Üstünkol&[#]8217;un basıma hazır hale gelen kitabında çok sayıda anısı var ancak bunların içinde 263 maden işçisinin ölümüne neden olan grizu patlamasıyla ilgili olanlar 18 yıldır saklanan sırların da gün yüzüne çıkması için yeni bir tartışma doğuracak. Üstünkol, olay gününü ve sonrasını kitabında şöyle anlatıyor:


&[#]8220;Sonuçta bu kazada 263 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlardan bazılarının cesedi bile çıkarılamamıştır. Zira bu patlamalar nedeni ile ocak yangınları da başlamış, havalandırma da sağlıklı yapılamadığı için kurtarma çalışmalarından ümit kesilerek durdurulmuştur. O zamanki yönetim yangınların durdurulmasının tek çaresinin ocağı su ile doldurmak olduğuna karar vermiş ve ocak milyonlarca metre küp su ile doldurulmuştur. Tabi bu doldurma işi aylarca sürmüştür. Doldurma işleminin sürdüğü sırada ben üretimden sorumlu genel müdür yardımcısı olmuştum ve Kozlu ocakları ile ilgili çalışmaların sonraki aşamasında işin başına geçmiştim. Bu nedenle, işin başında olduğum sıralar ile ilgili bazı anekdotları daha sonra anlatacağım. Ama bu kaza ile ilgili yaptığım değerlendirme ve analizleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü bu olay madencilik literatüründe çok önemli bir yer işgal etmektedir ve ben bu tespitimin sadece bende kalmasını istemiyorum. Aksi takdirde vicdan azabı çekerim.


Bir kere bu kaza tabi bir afet veya önlenemez bir kaza değildir. Tam tersine geliyorum diye bağırarak gelmiştir.


Nedenine gelince: Müessese yöneticilerinin tek derdi fazla kömür çıkarmak olduğu için (Nitekim bunlardan bazıları hala büyük madenci olarak anılır) güvenlik önlemleri ihmal edilmiştir. Örneğin, galerilerin tabanı ve tahkimatı üzerinde yoğun bir şekilde kömür tozu biriktiği halde uzun yıllar temizlenmeden bırakılmıştır. Ayrıca biriken tozun tutuşma özelliğini yok etmek için üzerlerine kireç tozu veya kireç taşı ( kalker) tozu da serpilmemiştir. Yani patlamaya hazır barut gibi bekletilmiştir. Sadece bir tutuşturucu gerekiyordu onu da grizu patlaması yapmıştır.


Şimdi madencilik ayrıntısına girmeyeyim ama üretim panolarına taştan sürülen ve rekup denilen kısa galerilerle girilmeyip, doğrudan kömürden girilmiştir. Dolayısı ile bu rekupların içine yapılması gereken ve yangını hapsetmeye yarayan barajlar da yapılamamıştır. Bu nedenle yangınların kontrolü imkansız hale gelmiştir. Ayrıca kurtarma çalışmaları ile ilgili bir görüşüm vardı onu da paylaşayım.


Patlamadan sonra yeraltına inen tahlisiyeci ekipleri görevlerini layığı ile yapamamışlar veya yapmamışlardır. Çoğu kuyudan indikten sonra çok uzaklara gitmeden sırtlarındaki tahlisiye cihazlarının kapasitesi ile sınırlı sürelerini doldurarak tekrar dışarı çıkmışlardır. Bu süre içinde ancak yakınlardaki nispeten risksiz yerleri dolaşabilmişler veya dolaşmışlardır. Bunun nedeni kendilerini güvende hissetmemeleri ve bu nedenle, can korkusuyla yüksek risklere girmek istememeleridir. Zira ocağın içi adeta cehennemi andırmaktadır.


Eğer tahlisiyeciler daha uzak mesafelere gidebilselerdi, ben eminim ki daha bir çok can kurtarabileceklerdi. Ocağa su basılmasına başlandığı zaman, bunu söylemesi çok zor ama, ocakta hala kurtarılmayı bekleyen canlı insanlar olduğunu sanıyorum. Kısacası bu facianın oluşumunda ve kurtarma faaliyetlerinin yürütülmesinde ocak idaresinin kusurlu olduğunu düşünüyorum. Hatırladıkça hala canım sıkılır. 263 cana çok yazık olmuştur.




Sigara delili nasıl saklandı?



Üstünkol&[#]8217;un kitabında anlattığı en önemli olaylardan birisi ise saklanan çene ve sigara izmariti. Üstünkol o günlerde ortalığın daha fazla karılmaması için delilleri nasıl sakladıklarını da şöyle anlatıyor:

&[#]8220;Kozlu ocaklarındaki faciadan sonra ocaklara su basma işi bitmiş, yangınların söndürüldüğü kesin olduğu için sıra bu suyu boşaltmaya gelmişti. Üretimden sorumlu olduğum için boşaltma işlerini de yakından takip ediyordum. Tabi ki milyonlarca metreküp suyun tekrar boşaltılması dev tulumbalar kurulmasına rağmen aylarca sürmüştü. Şimdi anlatacaklarımı kamuoyu ilk defa öğrenecek. Keşke fotoğraf makinesi götürüp belgeleyebilse idim. Aslında dünya madencilik literatürüne girebilecek şeyler gördüm. Yabancılar olsa bir daha göremeyecekleri böyle şeyleri belgeleyip ders kitaplarına örnek olarak koyarlardı. Bir gün göçük açma çalışmalarını yerinde görmek üzere Genel Müdür Hayrettin Soytaş ve Genel Müdür Yardımcısı Çetin Onur ile birlikte Kozlu´ya gittik. Yanımıza Kozlu Müessese Müdürü Ali Yorulmaz´ı da alarak kuyudan -420 katına indik ve bu kattaki galerileri dolaşmağa ve bilgi almağa başladık. Ekibe selam verip &[#]8220;Kolay gelsin!&[#]8221; diyerek yaklaşınca ekibin başındaki nezaretçi bizi &[#]8220;Beyim hoş geldiniz!&[#]8221; diyerek karşıladı. Çalışmalar nasıl gidiyor gibi rutin sorularımızı sorarken oradan eline bir şey aldı ve bize göstererek; &[#]8220;Efendim, bakın ne bulduk!&[#]8221; dedi. Elindeki şey bir insanın alt çene kemiği idi. Kemiği hayretle incelemeğe koyulduk: Anlaşıldığına göre patlamalar esnasında burada bulunan bir insan göçük altında kalmış, ve kaldığı bu uzun süre içinde, belki suyunda etkisi ile, eti çürüyerek taş ve kömür postasına karışmış ve çene kemiği de kazı esnasında kafatasından ayrılmış. Buraya kadar normal, bunda ne var diyeceksiniz. Doğru, ama esas ilginç olan şu: Çene kemiğinde noksan olan bir dişin yerinde bir sigara filtresi duruyor! Allah&[#]8217;ım işine bakın ki tonlarca taş ve kömür yığını altında kalan, bu arada etleri de çürüyüp ayrışan, hatta kafatasından da ayrılan çene kemiğinde iki dişin arasına sıkışıp kalan bu filtre düşmeden ve bozulmadan kalabilmiş! Kazma ve kürekle yapılan kazı çalışmalarında bile yerinden oynamamış! Bana göre bu ilahi bir işaret ve hatta şahitti. Muhtemelen bize patlamanın sebebini ve kaynağını gösteriyordu ve bunun için bozulmadan kalmış ve kendini bize göstermişti. Bu olaydan sonra şöyle bir muhtemel senaryo gözümün önüne geldi: Bu çene kemiğinin ait olduğu işçi sigarasının filtresini noksan dişinin yerine yerleştirerek kibriti çakmış ve o anda oradaki biriken grizu patlamıştı. Patlamanın sarsıntısı ile galerilerde biriken toz havalanmış ve aynı anda grizunun alevi ile tutuşarak zincirleme bir şekilde patlayarak bütün galerileri yalamıştı. Ben bu çene kemiğini aldım ve Müessese Müdürü Ali Yorulmaz´a verdim. Şimdilik bundan kimseye bahsetmeyelim, aksi takdirde büyük spekülasyonlar olur; bunu masanın bir gözünde sakla diye de tembih ettim. Ali Yorulmaz dışarı çıkınca kemiği masasının çekmecesine koymuştu, ama sonra kemik ne oldu bilmiyorum.


Aynı ocak gezimize devam ederken yine tali bir galeriye girmiştik. Bu bir üretim panosunun üst taban yolu idi. Bizim ocaklarda hava aşağıdan yukarı doğru sirkülasyon yaptığından bu galeri aynı zamanda hava dönüş yolu idi.


Burada gördüklerimiz gerçekten bir insanın kâbusunda veya bir korku filminde bile göremeyeceği kadar ürpertici idi. Ürpertici olduğu kadar da hazindi. Manzara şöyleydi: 7-8 m2 kesitindeki bu galerinin içinde, bir tonluk 13-14 adet boş vagondan meydana gelmiş bir katar duruyordu. Bu vagonların içinde ve üstünde bembeyaz, hayalet gibi -en az 10 tane insan cesedi vardı. Fakat bu cesetlerin duruş tarzı çok ilginçti; sanki durdurulan bir filmdeki gibi, öldükleri andaki pozisyonda öylece kalmışlardı. Kimisi bir vagondan diğerine adımını atarken, kimisi de yarı beline kadar vagondan dışarı sarkmış vaziyette idi.


Burada da muhtemel senaryo şuydu: Ayak denilen üretim yerinde çalışan işçiler patlamaları duyunca üst taban yoluna doğru koşarak kaçmak istemişlerdi. Taban yoluna çıkınca yol dar olduğu için vagonların yanından geçememişler ve üstünden atlayarak kaçmayı denemişlerdi. Fakat tam vagonların üstündeyken ölüm onları yakalamıştı. Muhtemelen ya bir patlama ve sıcak hava şokunun etkisi ile, ya da ani bir karbonmonoksit zehirlenmesi ile bir anda ölmüşlerdi.


Fakat maalesef bir fotoğrafını bile çekip belgeleyemedik. Eğer şimdi elimizde bir fotoğraf olsaydı yukarıda anlattıklarımın ne kadar yetersiz kaldığını görecektiniz.&[#]8221;

Editör: Pusula Gazetesi