'İNSAN OLMAK İSTEYEN PİNOKYO HİKAYESİ'

Filmle ilgili değerlendirmede bulunan Zonguldaklı Yönetmen Kıvanç Baruönü, "Bir film 60'larda geçiyor olsa tam olarak nasıl yansıtırız diye düşünüp ona göre derleyip toparladık" diyor. Cem Yılmaz ekliyor: "Şakayla karışık bütün dönem arabaları, kıyafetleri, toka, gözlük ve eşyaları bizde. Biri 60'larda geçen bir film çekmek istese gelip bizden rica etmesi lazım..." (Gülüyor).

Arif V 216 filminin fragmanında bir uzay gemisi ve 216'yı (robot) görsek de anlayacağınız üzere film uzayda geçmiyor. Hikaye İstanbul'da, 1960'larda... Bu kıvam yüzünden zihnimde "Star Wars 45'likler" gibi bir filmin hayali belirdi, kurtulamadım daha. Barış Manço, Erkin Koray, Erol Büyükburç, Hümeyra, ille de Mavi Işıklar'ın Helvacı şarkısından soundtrack; düşünsenize! Neyse...

G.O.R.A.'da Ceku ile birlikte eski Türk filmlerini izleyip hüzünlenen 216, insan olmak istiyor. Bu uğurda, "Robot diyorduk ama adam çıktın sen" diyen dostu Arif'in yanına gidiyor. Ama 216 dünyayı Türk filmlerinden öğrenmiş, aradığı şeyse geçmişte...

ANEKDOT: İlk filmde kaçırıldığında Arif arkadaşını arayıp "Amerikan başkanı dahil herkesi devreye sokun. Uzaylılar tarafından kaçırıldım" diye derdini anlatmaya çalışmıştı. Bu sefer acil durumda ABD Başkanı Trump onu cepten arıyor.

"G.O.R.A.'da Bizans prensesini alır gibi gezegenden prensesi aldım" diyor Cem Yılmaz, "İkinci öyküde karımla bir maceram yok. Elim de gitmiyor karımla bir macera yaşamaya!" (Gülüyor). Filmi anlatırken sık sık "Bir çeşit insan olmak isteyen Pinokyo hikayesi" olduğunu söylüyor. Ozan Güven de "Afişin altında 'İyi insanlar yalnızca filmlerde mi olur?' yazıyor ya, filmde de bunun cevabı var aslında" diyor. "Ama bir şey söylemek için değil, eğlence filmi sonuçta..."

Anlattıklarına göre böyle bir film yapmak yıllardır akıllarındaymış. Cem Yılmaz ve Ozan Güven, Arif ile 216'nın maceralarını animasyon yapmayı düşünmüş ama proje geçen 10 yılda sinemaya ve bu konuya evrilmiş. "Arif'in devam filmini yaptık A.R.O.G.'da. Bu ondan farklı. Devam filmi gibi düşünmeyin. Sıfırdan başlayan bir hikaye" diye devam ederlerken yanıma Zafer Algöz oturuyor; akabinde masadaki kajuya dalıyor... (Kaju da ağırlama adabında 21. yüzyı- lın Türkiye'si olmalı!) Ozan Güven, Fi'den sonra bu filmin çekimlerine hızlı bir giriş yapmış. Cem Yılmaz durumu şöyle tarif ediyor: "İlk filmi izlememiş genç bir kız diyor ki 'Robotu Can Manay mı oynuyormuş?' Öylesi de var..."

'BEN AYHAN IŞIK'A DAHA ÇOK BENZİYORUM'

"60'ların İstanbul'unu nerede göreceksin? Ya benim gibi bir senaryo uydurup gideceksin, filminin içinde gezeceksin ya da bir sinema filmi izleyeceksin" diyen Yılmaz'ın aktardığına göre, filmin dönemi tam anlamıyla yansıtabilmesi için senarist Yiğit Güralp'le film ekibi kaynak araştırması yapmış. Güralp bu filmin senaristi değil tabii, senaryo Cem Yılmaz'da. Güralp araştırmada yardımcı olmuş. Özellikle Mimar Sinan Üniversitesi'nin arşivinden faydalanmışlar. Dönemi belirledikten sonra kurguyu gerçek olayların içine yeleştirmek için o dönemden bazı olaylar da lazım elbet. İş sadece kurguda değil, kostümden o dönemin müziğine birçok detay düşünülmüş. "Kostümler bire bir gerçek" diyor Yılmaz. "Filmde Zeki Müren'i giydireceğiz, o zaman 1969'da Zeki Müren ne giyiyorsa o lazım. Çok komik bir şey var. Bir oyuncu babasıyla ilgili 'Babam o renk giymez, mümkün değil' dedi. Biz de fotoğrafı gösterdik, 'Ha giymiş' dedi sonra..." Kostümden sorumlu Baran Uğurlu epey uğraşmış.

Filmde kendisini Farah Zeynep Abdullah'ın canlandıracağını öğrenen Ajda Pekkan ise kendi kıyafetlerini verip kirpiğine kadar detaylarda neler olabileceğini anlatmış. Oyuncular da böyle seçilmiş zaten. Sadri Alışık, Ayhan Işık, Ajda Pekkan ya da Zeki Müren gibi isimleri canlandıracak oyuncular belirlenirken sadece yetenek değil fizyolojik benzerlik de göz önünde bulundurulmuş. Gerçi Ozan Güven'in bu konuda itirazı var! Cem Yılmaz "Şükrü'ye Ayhan Işık kostümleri ayarlanırken Ozan 'Hayır, ben Ayhan Işık'a daha çok benziyorum' dedi. 2 saat ısrar etti" diyor. Güven de itirazını sürdürüyor: "Hala iddia ediyorum, ben Şükrü'den daha çok Ayhan Işık'a benziyorum!" Derken arkasında önce Sadri Alışık'ı canlandıran Mert Fırat sonra da Şükrü Özyıldız beliriyor. Şakayla karışık omuz silken Ozan Güven'i izlemek sette de lezzetli.

Mert Fırat başka filmler için çalışırken kadroya girmiş, Sadri Alışık'ı canlandırma fırsatını kaçırmak istememiş. Bu rolde onu görmek izleyici için de bir şans olacak. İnsan canlandırdığı karaktere ancak bu kadar benzer. Birkaç soru sorduk, sanki o değil Sadri Alışık yanıtladı. Omzu düşük, tek kaşı havada, sesi her daim muhayyer kürdi makamında; neşeli bir nakaratta bile hafif kedere meyilli... Kerem Alışık da Fırat'la karşılıklı oynadığı bir sahnede epey duygulanmış. Filmin kurgusu gerçek hikayelerle, özellikle de bu ince detaylarla bağlanınca güzel oluyor.

Güzel demişken; bu ekibin önemli bölümünün hep birarada olduğu bir filmografi oluştu artık. Türk sinemasında ciddi bir etkileri var. Ortalamaya bakıldığında, hepsi farklı kitleler tarafından çok seyredilen yapımlar. Üstelik farklı denemeler yapıyorlar. 60'ların Türk popu gibi arayıştalar; Beatles, Anadolu pop, Batı Avrupa sound'ları ve makam müziğinin etkileri birarada...

3 Filmde 150 kişilik bir teknik ekip ve yardımcı oyuncularla 3 bine yakın oyuncu yer aldı.

Yerli, dünyalı, yaratıcı, çalışkan, terbiyeli, yani eski bir röportajdan esinle "Mr. Türk" diyebileceğimiz Cem Yılmaz da oyuncu, senarist, yönetmen, eş-yönetmen veya yapımcı olarak her yandan bu filmlerin içinde. G.O.R.A., A.R.O.G., Yahşi Batı çizgisinde birçok skeçten oluşan eğlenceli filmleri milyonlar izlerken; Her Şey Çok Güzel Olacak, Hokkabaz, Pek Yakında ve nihayet İftarlık Gazoz gibi yapımlarda acayip sinema var. Setteki vodvil ise Ertem Eğilmez filmlerindeki hissi veriyor. Sonra birden sohbeti bölen Kıvanç Baruönü, hayatın gerçeklerini hatırlatır gibi "Bir sahne çekmemiz gerek" deyip tüm oyuncuları toplayıp gidiyor...

'GET THERE HERE!'

İlk set deneyimi olunca, bir ara meraktan iyice yaklaşmışım sahneye. Ses ekibinden arkadaşlar çekim sırasında sessizlik için defalarca bağırdı. Sanırım sette ıhlamur dağıtan arkadaş en çok onlara yarıyordu. Ama aralarda dolanırken iyiydi be! Sinemada izleyeceğim bir sahneyi tekrar tekrar çekilirken görmek acayip bir şey. Hatta Cem Yılmaz'ın dublörüne bir şeyler sormak istedim, ama aksiyon sahnelerinde dayak yemekten fırsat bulup iki çift laf edemedi. Bir sağda bir solda dolaştığımı gören görüntü yönetmeni Jean Paul Seresin ile göz göze geldim, kükredi: "Get there here!" Arkama bakmadan uzaklaştım. Set disiplini diye bir şey var tabii. İşini tamamladıktan sonraysa sanki o adam değil gibi Seresin yarı Türkçe yarı İngilizce teşekkür edip etrafa gülücükler saçıyordu. Setteki maceram, oyuncularla sohbet ve görüntü yönetmeninden kaçmakla gece yarısına dek sürdü.

ZAFER ALGÖZ:
Renkler zamanla kayboldu

"Siz filmin geçtiği dönemi en net hatırlayanlardansınız. Neleri özlüyorsunuz, o zamanlar neler yapardınız?" diye sorunca Zafer Algöz, avucundaki son kajuyu ağzına attı, bıyığını işaret ve başparmağıyla düzeltip anlatmaya başladı: "O zamanlar o il senin bu il benim dolaşırdık. Bir yerde değildim, İstanbul'da da değildim. Her şey daha güzeldi sanki. Bilmezsiniz siz, radyolu dönem demek daha doğru olur. Ne bileyim, şimdi sette falan da dolaşınca renklerin zamanla kaybolduğunu görüyorum. Kıymet nedir pek bilinmiyor gibi..." Her şeyin fiyatı biliniyor ama değeri bilinmiyor deyince ben, "Tam da öyle" diyor. Oradan lafı Ozan Güven alıyor, yapay zekanın gelişiminden söz ediyor. O satrancı anlatıyor ancak şarkı sözü yazan, insanların hoşuna gidip gitmeyeceğinin sağlamasını yapan senarist yapay zekalar bile geliştirildi. Yine de hiçbiri 216 kadar iddialı olmadı, insanları yenmek değil de insan olmak isteyen robot...

SEDA BAKAN:
Aralarında sırıtmamak için elimden geleni yaptım

"Cem bana rolü teklif ettiğinde başkalarıyla görüşmesin diye onlara 'İkinizin yanına en çok ben yakışırım' dedim" diyor Seda Bakan. Onun karakterinin adı Pembe Şeker, hayatı toz pembe gören bir kız. 1969'da yaşıyor... Ama kızın gözleri görmüyor, Yeşilçam karakteri. Hayatına Arif ve 216 giriyor. Ve sözlerini şöyle tamamlıyor: "Hayatımdaki en iyi işlerden bir oldu. Herkesin birbirini çok iyi tanıdığı bir kadro. Aralarında sırıtmamak için elimden geleni yaptım."

CEM YILMAZ:
'Yaptığın şeyin elbette bir karşılığı var. Şimdi olmasa, sonra var'

Birkaç kere yalnız yakalayıp soru sorayım diye uğraştım olamadı. Zaten sürekli çekime gidip geliyordu. Garavel gibi, bir orada bir burada... Kıvrandığımı görünce "Ne soracaksın merak ettim, sorsana" dedi, sordum.

Ben müzikle ilgiliyim daha çok.
Ben de ilgiliyimdir. Az kalsın SoundCloud kapanıyordu. Ama kurtarmışlar...

Söylemem doğru olur mu bilmem ama, yedekledim sizin parçalarınızı. Playlist'imde var.
Benimkileri mi?

Evet...
Vay uyanık! İndirilemez şekilde ayarlamıştım. Hatta eskiden ona bir isim koymuştum: "İnmeyen Nağmeler" diye. (Gülüyor.) Beğeniyorsun yani benim yaptıklarımı.

Seviyorum. Synth-pop ve elektronik altyapıyla hazırladıklarınızı özellikle de...
Şimdi özellikle ona gireceğim.

Ben de ilgili olduğunuzu bildiğimden filmin müziklerindeki etkinizi merak ediyorum. Bir dönemi yansıtmada müziğin de çok büyük etkisi var.
Ya zor onlar... Dün eve dönerken Ozan'la konuştuğumuz bir konu bu. Müzikleri İskender Paydaş yapacak. Filmde belirgin müzikal bazı durumlar var. Şarkı söylemek gibi durumlar; benim, Seda'nın karakteri... Farah zaten Ajda olduğu için şarkı söylüyor. Zeki Müren de var. Dolayısıyla zaten onlara ait bir sound var. Onların parçalarının 60'larda aranje edilmiş halleri yer alıyor. Benim de bir, iki parçam var, Arif karakteri günümüzden geldiği için hangi parçaları söylüyor acaba... (Gülüyor.) Orası eğlenceli bir sürpriz. Şarkı olunca da İskender ile çalışmaya karar verdik. O tam bir track'çi, track yapıyor. Babası Muhittin Paydaş Orkestrası olarak o dönemde de etkin. Bir Ayhan Işık filmi izliyordum, Beyoğlu'nda bir sahne çekiliyor. Neonlarla Muhittin Paydaş Orkestrası yazıyor. İskender'in babası çıktı.

Bir de böyle organik bir şey var. Filmde bir bölümde Paydaş Orkestrası olarak bir parça var. Şarkı kısımlarını o yapacak. Ancak dark sci-fi taraflarında ona özgün bir şey, Türk filmi formundaki yere ona göre bir şey yapmak gerek. Bir keresinde A.R.O.G.'da başımıza geldi. Resim epey gerçek olduğundan müzisyen aşka geliyor bir bası- yor enstrümana, izleyen "Ne oluyor yahu?" oluyor. Öteki türlü de ekrandaki komik değil ama müzikle işi götürelim diye bir şeyler oluyor. Biz bundan kaçtık. Skeç- vari şeylerde en akla geleni alıp koymak işi direkt skece dönüştü- rüyor. Müziğin duyguları, filmi ciddiye alması lazım. Kız ağlı- yor, robot onu seviyor gibi bir durumda; bak şimdi komik bir melodi yapayım buraya... (Ağzıyla John Carpenter'ın The End'ini taklit ediyor.) Aklıma Serpil Çakmaklı ile Banu Alkan'ın filmini getirdin.

Siz böyle deyince benim de aklıma yüksek bel bikini geldi. (Kahkahalar)
Biz Allah'tan o zamanlar büyüktük, fazla ilgilenmedik.

'BABA BUNUN İŞİ NE ZAMAN BİTİYOR?'

G.O.R.A.'dan bazı karakterler varmış filmde. Mesela Erşan Kuneri...
Ooo... Senin bilinçaltı çıktı ortaya. (Gülüyor.) Biz bir ara sosyal medyada "G.O.R.A.'dan aklınızda kalan karakterleri söyleyin" dedik. Bütün senaryo çıktı. Sonra dolu istek geldi, "Bob Marley Faruk da olsun!" Hepsi yok, olamaz. Bir öncekinde oyuncu olarak isimler vardı ama karakter olarak yoktu. Oyuncu olarak Ozan, ben ve Özkan Abi var. Biraz Ceku var... Sonra Ediz Hun, Filiz Akın falan yani... Ama mutluyum. 14 yıl sonra aynı karakterlerle film yapmak bizi heyecanlandırıyor.

216'nın geldiği uzay gemisini Pek Yakında filminde görmüştük. Onu seçmişsiniz, illüstratör Berkay Buğdanoğlu çizmiş ve kocaman da inşa etmişsiniz...

Editör: Pusula Gazetesi