Cahit Sıtkı Tarancı gibi Affan dedeye para saymadım ama çocukluğumu sordum. Anlattı bana tek tek hatırlattı.

Renk renk macuncumuz vardı mahalle mahalle dolaşan "macuncuuu!.." diye uzata uzata bağırdığında biz mahallenin çocukları macuncunun etrafını sarar evden kopardığımız 5-10 kuruşa o renkli macunlardan almak için sıranın bize gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Macuncu tahtadan yapılmış üç ayaklı tezgahının üzerine yerleştirdiği yuvarlak derin tepsinin içerisinde üçgen şeklinde odacıkları olan renkli macunları sol eline aldığı tahta kısa ince çubuğun üzerine sağ elindeki büyük uzun tornavida ile şekerli renkli macunu uzata uzata sarar verdiğiniz para kadar tahta çubuktaki macunun renkleride artar idi.

Macunları alan her çocuk bir köşeye çekilir neşeyle yerdi şekerli macunları...

Kalaycılar vardı mahalleyi saran is ve kalay kokusundan anlardım mahalleye geldiklerini. "Kalaycı geldi hanım!.." diye bağırarak mahalleyi sesleriyle çınlatırlardı. Genelde roman vatandaşlarımız yapardı kalaycılık işini. Evimizin ön bahçesine malzemelerini koyar taşlarla çevirdikleri ateşin üzerinde zaman zaman kurdukları körüğün kolunu çevirerek ateşi harlarlardı. Mahallemizin kadınları ellerinde tencereler kazanlar sıraya girer bir taraftanda mahalle dedikoduları alır yürürdü. Kalaycı harlı ateşte erittiği kalayı uzun bir maşayla tuttuğu tencere ya da kazanı bir bez ya da çaput parçasıyla iyice kalaylıyarak parlatır ve işlerini bitirirlerdi. Eskiden şimdiki gibi çelik tencereler yoktu. Bakırdı kullanılan tencereler. Isıyı iyi ileten tencereler zamanla eskir ve zehirlememesi için kalaylanırdı. Mutfak araçlarının zamanla gelişmesi kalaycılık mesleğininde sonunu getirdi haliyle...

Eskiciler gelirdi zaman zaman. Omuzlarına astıkları büyük sepetlerinde renk renk leğenler, kovalar olur evlerden topladıkları eski giysilerle değişim yaparlar, aldıkları malzemeye göre karşılığında mandal ya da plastik leğen veya kova verirlerdi. Yani takas usulü çalışırlardı...

Bayram günleri "baloncular" mahallelerin vazgeçilmezleriydiler. Renk renk şekilli balonlar içerisinde tavşan balonlar favorimdi. Kartondan ayakları vardı. "Hacıyatmaz" gibi hangi pozisyonda atarsanız atın yine iki ayağı üzerlerinde devrilmeden dururlardı. Sonraları "uçan balonlar" çıktı. Elimizden kaçmasın diye balonların ipleri ince çocuk bileğinize bağlanır evin içerisinde bile kaçmasından korktuğumuz balonu getirir ürkek bir telaşla evin tavanındaki balonu seyrederdik. Gökyüzüne havalanmak isteyen balon boynu bükük bir şekilde evin tavanında dururdu. Sabah uyandığımızda ilk baktığımız tavandaki balon olurdu. İçindeki gazın etkisi geçmeye başlamış balon içi çekilerek yavaş yavaş yerçekimine yenik düşer ömrünü tamamlardı. Balonun bu hale gelmesine üzülürdüm. Bu nedenle bir zaman oynadığım balonu özgür bırakır onun gökyüzüne hızla yükselmesini ve bir nokta haline gelene kadar gelmesini seyrederdim.

Şimdiki kazı kazanın atası olan çekilişler vardı. İçerisinde bir çok hediye bulunan karton kutu üzerinde yaldızlı renkli bir kağıt ve yine onun da üzerinde küçük bir çok yuvarlak deliği bulunan bir karton bulunur bir ücret karşılığı bu deliklerin altındaki hediye yaldızlı kağıt kazınarak kazanılmaya çalışılırdı. Hediyelerde öyle ahım şahım bir şey değil incik boncuk türü çocukların seveceği ürünlerdi. Toptancı sokağında satılırdı. "Talih niyet 5 kuruşa!.." diye bağıra bağıra mahallede dolaşır dururdum. Ayrıca "Mabel çikleti" vardı. Bu çiklet İstanbul pastahanesinin vazgeçilmeziydi sanki. Şemsiye çikolatalarının hemen yanında kasaya yakın bir yerde dururdu. Sanırım hala var pastahanenin satışında. Biz daha çok "Meltem çikleti" satardık. Mabel çikleti biraz daha pahalıydı çünkü. Sonraları "tipitip" falan çıkmıştı.

Tabi ki daha birçokları vardır yazacak. İlk aklıma gelenlerdi yazdıklarım. Günümüzde bir daha pek göremiyeceğimiz...

Mahallemiz yaşayan bir organizma gibiydi adeta zamanın birçok mahallesi gibi sıcak samimi...

Zamanımızda aynı apartmanda ikamet edip birbirlerini tanımayan birçok insanı düşünürsek geçmişteki komşuluk ve mahalle ilişkileri çok daha samimi idi.

Corona günlerinde insanlar daha da bir kabuğuna çekilmiş bir halde. İnsan insandan kaçar hale geldi. İster istemez insan o mahallelerde kurulan sofraları çoluk çocuk oynanan oyunları özlüyor o samimiyeti ve sıcaklığı. Güzel bir mahallede geçti çocukluğum. Şimdiki postahanenin arka taraflarında kadırga rampasının hemen yukarısındaki yosun tutmuş sokaklarında koşturur dururdum. Umarsız neşeyle kahkahalar atarak. Ne zaman o sokaklardan geçsem o şen kahkahaları hala duyumsar gözlerim nemli mahallemizi seyrederim.