Bu okul'un ilk nüvesi 1825'de görülmesine rağmen, Osman Hamdi Bey'in idaresinde kendi özel statüsüyle 3 Mart 1883 tarihinde faaliyete başlamıştır.
Mimarlık, resim, heykel ve dekoratif sanatlar alanında eğitim veren yüksek eğitim kurumu olarak Sanayi-i Nefise Mektebi, Osmanlı eğitiminin modernleşmesine güzel bir örnektir.
Sanayi-i Nefise Mektebi, Meşrutiyet devrine kadar birçok öğrenci okutarak değerli hocalar ve sanatçılar yetiştirmiştir. 14 Kasım 1914'de yalnız kızlara mahsus olmak üzere resim ve heykel sanatı eğitimi veren "İnas Sanayi-i Nefise Mektebi" ismini taşıyan ikinci bir okulla, kızlarında bu alanda eğitim görmeleri sağlanmıştır. Okullar 1921'de "Sanayi-i Nefise Mektep-i Alisi" adını almış, 1927'de "Güzel sanatlar Akademisi" adı altında teşkilatı genişleyinceye kadar faaliyetlerine devam etmiştir. 1982 yılında okulun tüm teşkilatı Mimar Sinan Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür. "Güzel Sanatlar Akademisi" diğer üniversitelerde de öğretim vererek, Türk modernleşmesine ve sanatına da büyük katkılar sağlamıştır.
Üzülmez Semtinde ilk mektebi şimdi yıkılmaya yüz tutmuş binada bir tarafı mescit olarak, 1906 yılında 63 Ocağı Müdürü Ereğlili Doktor Dünyası Efendi açmıştır. Tabii ki üst taraftaki köşk de onun zamanında yapılmıştır. Biz ona Rombaki köşkü deriz. 63 Ocağının ilk sahibinin ismine atfen. Rombaki köşkünü 10 sene önce yıkıp o güzelim yeri başkasına peşkeş çekeceklerdi. 3 Kasım 2003 tarihinde Halkın Sesi Gazetesi'nde yayınlanan "63 Numaralı Kemerbaca Ocağı ve Atatürk" başlıklı yazımdan sonra Jandarma Komutanlığı'nın müdahalesiyle yıkılmaktan kurtuldu ve orayı huzur evi yaptılar.
1937 yılında Üzülmez İlk Okulunu, sonra yanında ki çocuk bahçesine de orta okulu yaptılar. Sonra Dilavere ve Asma'ya daha sonraki yıllarda da Rat mahallesine de ilkokullar yapıldı. Tabii ki ilk ve ortaokul birleşince, Üzülmeze bir lise yapılmalı diye düşünür dururdum. Derler ya; "Kör ister bir göz, hikmetini esirgemeyen Allah verir iki göz." Ben Üzülmez'in eski katır ahırının ve daimi tamiratının olduğu yerin önünden geçerken karşımda "Bülent Ecevit Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi" yazısını görünce şaşırdım kaldım. Öncelikle şaşırmama rağmen yapılan iş de, -ayrı bir sözle aktarırsam- ancak "Kaş yaparken göz çıkarmak" lafzıyla açıklanır veya "Güzel Sanatlar Akademisi" ne hakaret ve onun önemini anlamamak olarak da açıklanabilir.
Ayıp yahu, adı "Güzel Sanatlar Akademisi" olan bir bilim kuruluşuna yakışan başka bir yer yok muydu. Lafa kalınca en modern ve bilime en açık parti biziz diyorlar. Güzel Sanatlar Akademisi'ne barakaları layık görüyorlar.
Tabii ki ranta dönüştürülecek arazilere göz dikince veya gözlerini talan ve para hırsı bürüyünce "Dostlar alış verişte görsün" hesabıyla baştan savma ve samimi olmadığı gayet açık işler yapılıyor. Tabii ki bunun nedeni, sadece ranta dönüşecek araziler değil "Aydınlık düşmanı karanlık bir zihniyetin de dışa yansımasıdır."
Cumhuriyet daha kurulmadan Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde başlamıştır Havza'da Sosyal Politika uygulamaları. Maden işçilerinden Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne giden paraların miktarını şimdiye kadar kimse yazmamıştır. Hatta Devlet Hastanesini bile Rombaki yaptı diye yazıyor bazı kişiler. Oysa Rombaki öleli yıllar olmuştur. Ulusal Kurtuluş savaşı döneminde madencilerin ve amelelerin yardımıyla yapılmıştır "Amele Hastanesi" olarak "Memleket Hastanesi."
Osmanlı döneminin hiç görmediği ve Cumhuriyet döneminin ilk yapılan en büyük işçi sosyal tesisidir 'Aydıntepe' denen işçi yurtları. Biz oraya "Yeni Şehir" derdik. Altında da Zonguldak'a açılan "Şehir Kapı" vardı. Güntepe'den dönen güneşin ilk aydınlattığı yer olduğu için "Aydın Tepe" ismini kullandık resmi dilin dışında.
Asma'da ki sosyal tesisler yapılınca mahalleye dönüştürüldü "Aydın Tepe" o dönemden sonra"Yeni Şehir" olarak anılmaya başladı.
Kok fabrikası yapılırken inşa edilen tek tip iki katlı konutlar da aynı mahalleye dahildi. Aydın Tepe de ve tek tip konutlarda hep elit tabakalar oturdu. O zamanın memurları, öğretmenleri ve büyük maden şefleri de orada oturmaya laik görülüyordu. Çok az da olsa atölye ustaları oturuyordu. Buna rağmen "Gettoculuk" veya "Kıyı Bölgecilik" de yoktu. Daha açık bir ifadeyle Fener mahallesinin geçmişteki sosyal yapısına uygun düşer bu yaklaşım.
1954-56 arası Rat Mahallesi yapıldı, yine Cumhuriyet döneminin en büyük ve en modern işçi sitesi olarak. Bu siteler diğer bölgelere de aynı önemle yapıldı. O zamanlar kömür altın devrini yaşıyordu.
Şişirme rakamlarla değil gerçekten sağlam ve kalıcı bir ilerleme dönemi yaşıyordu Zonguldak şehri. İşçiler çoğaldıkça çoğaldı. Kömür üretimi de arttıkça arttıydı. On milyon ton kömür üretimini hedefliyorlardı Genel Müdür Ahmet Berberoğlu döneminde.
Sonra olan oldu. 12 Eylül'le başlayan karşı devrim duman etti her tarafı, kalıcı ne varsa sattı sağdılar haramzadeler gibi. Tüm işletmelere ehliyet ve liyakate uygun olmayan müdürler yerleştirdiler tarikatların kadrolaşması için. Büyük bir yıkımı ve talanı Allah adına yaparak insanları kandırdılar.
Tabii ki bir insanın konaklarda, bakanlıklarda, milletvekili villalarında, ayrıcalıklı Fener Mahallesinde, müdür konaklarında oturması o'nu, sosyal ve kültürel bir varlık yapmaya (insanlaşmasına) yetmez. Belki diplomaları ve kurnazlıkları sayesinde oralarda oturmaya layık görülmüşlerdir ama edindikleri "Teokratik maganda" ve "oportünist " kültürden kaynaklanan davranışlar onları ele verir. Gayri insanilikleri, hırslarından kaynaklanan zaafları, işini yapamayacak kadar bilgisizlikleri ve cahillikleri hemen sırıtıverir. Sonradan görmelikleri, zavallılıkları nedeniyle insanlık ve kültür adına kırtıklı kuruş bile etmedikleri belli olur.
Bu tip insanlar ister müdür başı, ister müdür başının yardımcısı, isterse konsey başı olsun, et lokantalarında satılan koyun başı kadar bile bir değerleri yoktur. Çünkü öyle de olsa sırıtırken koyun başı gibidirler ama; bir de bakmışın mundar bir domuz başı çıkıverirler. Çünkü yaşadığı mıntıka veya ikram edilen makamlar kültür ve becerisiyle doğru orantılı değildir. O nedenle kendilerinin az görünmesinden ve kapı arkalarında olmalarından fayda bulurlar. Çünkü sığ ve beş para etmez kişilikleri ve bilmem kaçıncı dönemden kalma vahşilikleri hemen su yüzüne çıkar. Ziyadesiyle de bunlar ışıltılı yaşamlarına rağmen karanlık ve aydınlık düşmanıdırlar. Çünkü hayvanlıktan insanlığa evirilmede bir milimetre ilerleme kat edememişlerdir.
Aydınlık düşmanlığının yansıması da bize Aydın Tepe'nin yıkılarak tarikatlara villa yapılmak istenmesiyle yansıdı.
Oysa kültür ve bilim adına yapılması gereken şey katır ahırı ve marangozhane müştemilatları değildir; "Güzel sanatlar Akademisi" ne layık görülen yer. Son anda yıkılmaktan ve talandan kurtulan 63 Ocağı Köşkü, Aydıntepe Mahallesi, Üzülmez sineması ve dubleks binalar, Rombaki'den kalma 63 Ocak Lavvarı ve kok fabrikasının arsası da, çok yakışırdı bana kalsa. Sanat ve emek iç içe geçerdi, "Güzel Sanatlar Akademisi" ne buralar verilseydi. Mahallemizin geleceğinden umudu olmayan çocuklarından da belki yetişen olurdu. Üniversite talebeleriyle iç içe yaşarken, belki bir şeyler öğrenirlerdi. Kültür ve sanat böyle gelişir, emekle iç içe geçmeyen sanatın para babalarından başkasına faydası yoktur. Oysa "sanat halk için" yapılmalıdır, diye öğretirler bize.
Eğer bu memlekete bir faydanız dokunacaksa bu; Cumhuriyet mirasların yıkarak, ormanları kırıp villa yaparak değil, bilim ve sanata katkı sağlayarak olur. Partiler ve iktidarlar makamlar geçicidir. Hep arkanızdan beddua ve küfür edilecek işlerle uğraşacağınıza, birazda iyi ve güzel sözler duymak çok mu zorunuza gidiyor. Birde böyle deneyin bakalım, Üzülmeze yakışan bir akademi kazandırın. Sanatçılar halkla, emekle, emekçiyle, köyden yeni gelmiş mahalle sakinleriyle bir tanışsınlar ve birbirlerine karışsınlar, dertleşsinler, birbirlerinden güzel şeyler öğrensinler, o zaman görün siz Üzülmez'e yapılan iyiliğin faziletlerini. Üzülmez'de ki değişimi hemen görecek, sanatın ve bilimin gücüne şaşıracaksınız. Belki yanlış yaptıklarınızı da unutur bu sevgi dolu, gördüğü iyiliği unutmayan halk. Bakın bakalım kendisinden iyi bahsedilen insanın duyduğu hazzın tadına, çoluk çocuğunuza talancı-yalancı diye anılan bir baba mirası bırakacağınıza, birde bunu deneyin bakalım. Tadından yeniyor mu? Bu çocuklarınızı haramzade villalarında oturtmaktan daha erdemli ve onurludur.
Bu konuda B.E.Ü. Rektörlüğü'ne de görevler düşüyor elbette ki. Bu işi en iyi şekilde yapacağına inanıyorum.
Bu konuda asıl görev Zonguldak Valisi Sayın Ali Kaban'a düşmektedir. Meselenin önemini kavrayacağına ve halkımızı dinleyeceğine eminim.
Mahallemize gelirlerse Zonguldak milletvekillerine de iktidar, muhalefet ayırmadan söyleyeceklerimiz var, talancı ve gaspçılarla yaptıkları işbirlikçilik hakkında.
Güzel Sanatlar Akademisi her şeye rağmen Üzülmez'e hayırlı olsun.

Editör: Pusula Gazetesi