Rüştü Onur'un kısa bir şiir yaşantısı oldu. Ne ki, bu süre içinde adını unutturmayacak şiirler yazdı. Her gün sıtma geçirirsi. Şiir sıtması. Yani şiir delisiydi. Ona gönderdiğim Garip adlı kitabı aldığı gün (o zamanlar Zonguldak'taydı) düğün bayram eder. Çünkü bir şairin, daha doğrusu üç şairin-Oktay Rıfat, Melih Cevdet, Orhan Veli- şiirleriyle kucak kucağa gelmiştir. Ona kendi kitabı gözüyle bakar, sokaktan gelip geçenlere Garip'i dağıtmak ister. Sonra da limana koşmayı yeni çıkan yolculara da birer kitap vermeyi tasarlar. Kendisinde olduğu gibi, herkeste de Garip bulunması dileğindedir. O gün bana yazdığı bir mektupta şöyle der:
-inan Salah, şiirden hiçbir zaman bu kadar söz etmedim. Ve beni bugün saat dörtte caddeden bir çocuk gibi koşarak, hatta zıplayarak geçtiğimi görenler garip buldular. Evet artık ben Garip'tim. Süleyman Efendiyle akrabalığımız anadan geliyor.
Dünyayı ve insanları da delice seversi. Her çiçeği koklamak, her meyveyi tatmak, insanlarla omuz omuza yaşamak için çırpınırdı. Bunları düşündükçe de: "Ben ölecek adam değilim" derdi.
Çıldırasıya seviyorum işte
Kuşu kuş bileli
Ağacı ağaç.
Ağacı ağaç bileli
Gölgesinde mesut yaşıyorum
Kendimi kendim bileli
Şaşırdım ne yapacağımı...
İnce hastalığın boğazına sarıldığı, devlerin onu yere çalmak için saldırdığı zaman ise: "Biz hastayız (işin içine Muzaffer Tayyip'te vardır) bakılmak lazım. Hani para, hani sanatoryum, hani sevecenlik? Altı aydır sıra bekliyorum" diye bağırıyordu.
Diyeceğim yaşam kendi yasasını sürdürüyordu. Tuttuğu "her kapının kulpu elinde kalıyor, güvendiği tüm dağlara kar yağıyordu."
Gelin görün ki, bunlar onu yine yıldırmıyordu. Bir mektubunda şöyle diyecektir:
Ve ben bütün şiirlerimi yoksulluk içinde yazdığım halde onlar neden mutluluk kokuyor?
Mutluluğu ömrümde bir kez olsun tatmış adam değilim. Ve bütün insanlara haykırıyorum: Ben sizi düşünüyorum. Sizin beni düşünmediğinizi bildiğim halde.
Kısacası, bir elimde şiir bayrağını tutmaya bakarken, öbür eliyle hastalığını yere düşürmemeye çalışırdı. Sonunda, 2 Aralık 1942'de, daha yirmi ikisinde, amansız düşmana yenik düşer. Beşiktaş'ta Şair Leyla Sokağında ciğerlerinden çokça kan gelmesiyle boğularak ölmüştür.
Bir avuç toprak sana
Bir avuç toprak bana
Dünyada değilse de
Karanlıkta yan yana.
Uzunca boyluydu. Esmerdi. Yağız ve kemikli bir yüzü vardı. Az konuşurdu. Kendi içinde yaşar, kimseyi kırmak istemezdi. Ölümü de dünyadakileri çokça rahatsız etmemek istediğinden doğmuş olabilirdi. Şiirleriyle Tanrıyı da tedirgin ettiğine inanır, kendisini bağışlaması için ona yalvarırdı.
Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa;
Ben kendi halimde yaşarım
Şapkamın altında,
Sebepsiz gülüşüm caddelerde
Memnuniyetimden;
Ve bu çılgınlık delicesine
İçimden geliyor.
Dilsiz değilim susamam
Öyle ölüler gibi
Bu güzel dünya ortasında
KEDİLER-Salah Birsel
(Rüştü Onur'un ardından)
Zonguldak Nostalji