Corona Virüs hayatımıza girdi gireli herkesin yaşamı değişti. Pandemi döneminde başlayan ekonomik kriz, hala devam ediyor.
Hayatımıza müthiş bir kısıtlama geldi. Sosyal ilişkilerimiz bitti. İnsanlığın değerini yeni anladık.
Her şeye sınır koyduk ama boğazımıza laf geçiremiyoruz! Normal yediğimizin iki katını yemeye başladık.
Her şeyi tutuyoruz ama boğazımızı tutamaz olduk. Tam bir tüketici toplumuna döndük, obez olduk,
Nedenini hepimiz biliyoruz...
Marketler sürekli açık...
Sokağa çıkma kısıtlaması oluyor, marketler açık...
Hafta içi-hafta sonu, bayram-seyran marketler hep açık...
Millet marketleri bahane edip sokağa çıkıyor. Canı bir şey çekiyor, koş markete...
Can sıkıntısına sadece sakız almak için bile markete giden var.
Hafta sonu sokağa çıkma yasağı varsa, marketler neden açık kalır ki?
Çoğu esnaf iflasın eşiğine geldi, kredisini ödeyemez durumda...
İşçi çıkarmak zorunda kalıyor, sigorta-vergi borçlarını ödeyemiyor, borç gırtlakta...
Birçok esnaf ekonomik kriz çekerken, marketler parayı vurdu. Pandemi döneminde marketler normal kazandıklarının üç katını kazandı.
Fiyatlara pandemide öyle bir fark koydular ki, o yetmezmiş gibi üzerine de Ramazan zammını eklediler.
Vatandaşı pandemide market bağımlısı yaptılar. İnsanlar kendini yemekle teselli ediyor.
Marketlere de kısıtlama yapılmasını tavsiye ediyorum. Hafta sonu sokağa çıkma kısıtlaması varsa, marketler de kapansın.
O kadar işyeri para çeviremezken, marketlerin para basması adil mi?
Bir tarafı bitirirken, bir tarafı göklere çıkarmak ne kadar doğru?
Bu ekonomik dengesizliğin Allah'ın adaletinde de yeri yok.
Bize bulaşırsa, herkese bulaştırırız!
Zonguldak'a Corona Virüs geldi geleli kentteki basın mensupları kendini çok iyi korudu.
Aşı olmaya da başladık.
Sağlık Bakanlığı bize seçenek sundu....
"Çin aşısı Sinovac mı yoksa Alman aşısı Biontech mi?" diye...
İsteyen istediği aşıyı oldu.
Ben de Biontech olmuştum.
Yalnız bu son mutasyonlu virüs, çok çabuk bulaşıyor. Aşı olan birçok tanıdığım Corona Virüse yakalandı.
Bize bulaşırsa, bizden herkese geçebilir, bu da hiç iyi olmaz.
Şu an Zonguldak'ta iki gazeteci arkadaşımız Corona Virüs oldu.
Evde tedavi görüyorlar, en kısa zamanda iyileşirler.
Umarım bizim de olduğumuz aşılar işe yarar.
Çünkü, virüs bize bulaşırsa, bilmeden haber için bir yerlere gittiğimizde insanlara bulaştırmak istemeyiz.

Kadınlar restaurantlarda yemek yemeye ne zaman başladı?
Süreyya Ağaoğlu, Türkiye'nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner. Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlar..
İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara'da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir..
Türkiye'nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar.. Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, 'peki' der..

İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.

Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı 'Rauf Beye de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır. Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, "Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin" der..

Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur... Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var," demesin mi...?

Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : "Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş..!" Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor" der.

Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük Milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince; Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, "Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek" der.

Süreyya'nın şaşkınlığı daha da artar. Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, "Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi" deyince durumu anlar..

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası'na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez... Bu ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir.