Değerli Okurlarım,
Boğaziçi Üniversitesi'ne son yapılan rektör ataması ile ilgili olarak, bu üniversitenin öğrencilerinin ve hocalarının başlattığı ve halen de devam etmekte olan protesto eylemlerinin ilk günlerinden birinde, yakın çevremden bir arkadaşım, "Hocam siz de uzun yıllar üniversitede hocalık, yöneticilik yaptınız. Rektör adayı belirleme seçimlerine de katıldınız. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?" sorusunu sormuştu.
Bu yazıdan önce, bu köşedeki imamların yaygın bir sorununu da içeren, "Camilerimizin sahibi olduğunu sananlar!" başlığı ile çıkan yazıma, bir okurumun, "... Hocam, siz bir öğretim üyesisiniz. İmamların sorunları ile ne ilginiz var? Boğaziçi Üniversitesi'ndeki eylemleri yazın da olanları öğrenelim" mealinde bir eleştirel yorumu olmuştur.
Arkadaşımın bu sorusu ve bu eleştirel okuyucu yorumu, bu yazıyı kaleme almama vesile olmuştur.
Sorulan soruya, üniversitede, 35 yıl hocalık ve yöneticilik yapmış, emekli bir öğretim üyesi olarak;
"Mahalli seçimlerde, bir köyde, mahallede, muhtar adayı olabilmek için bile, o köyde, mahallede, en az altı ay oturuyor olmak gerekiyor.
Eğer, adaylar arasında, o köyün, mahallenin muhtarlığını yapabileceklerini düşündükleri, eski sakinleri varsa, (dışarıdan etkileme olmaz ise!) mahallenin yeni sakini olan adayın, eski sakini olan adaylara göre, seçilme ve seçilmesi durumunda da başarılı olma şansının daha az olacağı açıktır.
Bilindiği üzere, yürürlükteki 2018 tarihli rektör atama yönetmeliğinde, rektör atamaları, bir koşula bağlı olmadan, sadece Cumhurbaşkanının takdir ve tercihi ile yapılmaya başlanmış; önceki yönetmelikteki profesör olma zorunluluğu da kaldırılmıştır.
Bir üniversitede, rektörlüğe uygun niteliklere sahip onlarca, belki yüzlerce profesör varken, makam yetkisi ve takdir hakkı kullanılarak, o üniversitenin dışından bir profesörün, (nitelikleri daha uygun olsa bile) rektör olarak atanmasını savunmak mümkün değildir.
Böyle bir atamanın, en azından, o üniversitenin akademik kadrosuna ve o üniversiteye saygısızlık olacağı açıktır.
Böyle bir atamaya, o üniversitenin öğretim üyelerinin, hoş karşılamaları, sessiz kalmaları da, en azından, kendilerine saygısızlık olur.
Ülkemizin Boğaziçi Üniversitesi gibi önde gelen, gelenekleri oluşmuş, köklü, akademik kadroları zengin üniversitelerimiz için yapılan bu tür atamalar daha büyük yanlış olur.
Akademik kadrosunun da, daha çok tepki göstermesi beklenir.
Bir rektör atamasında, objektif bilimsel ve yönetimsel liyakat içerikli kriterler dışında bir de siyasi, ideolojik ya da başka benzer tercihlerin etken olması ise, hiç kabul edilemeyecek durumlardır.
Bu nedenlerle, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin kampüs içindeki eylemlerini haklı buluyorum.
Özellikle öğretim üyelerinin protestolarının ve protesto yöntemlerinin ise daha doğru ve haklı olduğuna inanıyorum.
Keşke tüm üniversite camiası, yaşanmakta olan bu sıkıntıların kaynağını oluşturan, kendileri ile ilgili böyle bir düzenlemeye olsun, düzenlemenin gündeme geldiği, yapıldığı günlerde, sessiz kalmasalar, gerekli tepkileri göstermiş olsalardı.
Ancak eylemlerin, üniversite dışına taşmasını ve öğrenci olmayan art niyeti kişilerin ve grupların katılmasını, katılımlara izin verilmemesini, demokratik hakların kullanımına uygun olmayan eylem ve söylemleri hoş görmek de mümkün değildir..."
mealinde, açıklayıcı bir yanıtım olmuştu.
Arkadaşım bu yanıtıma, "Ama daha önce, Pusula gazetesinde, rektör atamaları ile ilgili yazılarında, üniversitelerde rektörlük seçimlerinin doğru olmadığını; rektör atamalarının cumhurbaşkanı tarafından, seçimsiz yapılmasının daha uygun olacağını yazmıştın!" eleştirisinde bulunmuştu.
Arkadaşım, kısmen haklı idi.
Evet, bu köşede, rektör atamaları ile ilgili olarak; yürürlükteki yönetmelik öncesinde; birisi 15 Ekim 2017 tarihinde "BEÜ İçin Rektör Aranıyor!" başlığı ile, diğeri de 15 Mart 2018 tarihinde, Sayın Prof. Dr. Mustafa Çufalı'nın rektörlüğe atanması ile ilgili olarak da, "Zonguldak İçin Çok Önemli Bir Atama!" başlığı ile iki yazım olmuştu.
Bu yazılarımda, rektör atamaları ile ilgili olarak;
[*] O günlerdeki rektör atamalarında, aranan bağlayıcı niteliklerin sadece en az üç yıl profesör olarak görev yapmış ve atandığı tarihte 67 yaşını tamamlamamış olmak olduğunu;
[*] Bu iki koşul dışındaki hususların Sayın Cumhurbaşkanının takdir ve tercihine bırakılmasının doğru olmadığını,
[*] Düzenlemede değerlendirmeye konu olacak bilimsel ve yönetimsel başka bağlayıcı kriterlerin de olması gerektiğini,
belirtmiştim. (Yürürlükteki düzenlemede ise, hiçbir koşul aranmamaktadır!)
Rektör adayı belirleme seçimleri ile ilgili olarak da;
Seçimlerin, üniversitelerde kutuplaşmalara ve ayrışmalara neden olması; bu oluşumların atanan rektörün görev süresinde de devam etmesi; yürütülen seçim kampanyalarında destekledikleri adayın seçilmesi için çalışanların, haklı, haksız kişisel beklentilerine ve taleplerine neden olması gibi sakıncalarından söz etmiştim.
Bu nedenlerle de, seçimsiz rektör atamalarının daha uygun olduğunu yazmıştım.
Halen de aynı görüşteyim.
Kamu yönetiminde, her düzeydeki atamalar, yasa ve yönetmeliklerle, önceden belirlenmiş objektif kriterlere, görev tanımlarına uygun olarak yapılmalıdır.
Görevden almalar ve görevin sonlanması da "görünen lüzum üzerine" gibi ifadelerle; atayanın yetkisi ve takdirleri ile değil, atanmada olduğu gibi, düzenlemelerde belirtilen gerekçelerle olmalıdır.
Demokrasinin güçlü olduğu uygar ülkelerde de bu konulardaki işleyiş böyle olmaktadır.
Değerli hukukçu gazeteci ve yazar Sayın Taha Akyol'un, Karar gazetesinde "Din Ahlak Üretmiyor!" başlığı ile çıkan yazısının, konumuz ile ilgili bölümünü de sizlerle paylamayı uygun buldum:
".... Hazineden bir şey çıkmadan da kayırma, nepotizm ve çağımızda milyarların döndüğü imar izni, ihale gibi yollarla da haksız kayırmacılık ya da haksız ödüllendirme yapılabilir ve bunun adı yolsuzluk olur. (Liyakate, objektif kriterlere dayanmayan atamaların da listeye eklenmesi yanlış olmaz. Ş.K.)
... Kaldı ki ayrıntılı hukuki kurallar ve denetleyici kurumlar olmayıp da yöneticinin takdirine kaldığında, Hz. Osman yönetimindeki krizler bile, böyle atama ve ganimet paylaşımları gibi sorunlardan çıkmıştır..."
Sayın Akyol'un değerlendirmesine katılmamak ve günümüzde de, değişen bir şeyin olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bu arada, öğrencilerin, eğitim-öğretimde ve kendilerine yönelik hizmetlerde, yönetimden ve düzenlemelerden kaynaklanan olumsuzluklara yasal sınırlar içindeki tepkilerine ve eylemlerine saygı göstermemek mümkün değildir.
Ancak, rektör, dekan atama yöntemleri ve atananların liyakati; akademik özgürlük gibi düzenleme ve yönetim konularının öğrencilerin değerlendirebileceği, eleştirebileceği konular olduğunu söylemek de doğru olmaz.
Diğer yandan, ülkemizdeki 206 üniversitenin rektöründen 68'inin hiç bir uluslararası yayınının olmaması; 71'inin de, yayınlarına hiçbir atıf almamış olması; 73 hukuk fakültesinin 29'nda dekanlarının hukukçu olmaması gibi pek çok yanlışlıkların, yanlış uygulama ve düzenlemelerin varlığı bilinmektedir.
Hiç olmaz ise, yüksek öğrenim ile ilgili bu tür olumsuz uygulamalara ve rektör atama düzenlemesi gibi yanlış düzenlemelere öncelikle, akademi camiasının tepkisiz ve sessiz kalmaması beklenir.
Ülkemizde, yanlış olduğuna inandığım rektör atama yönetmeliği gibi bağlayıcı kriterlerin olmadığı, atayanın takdir ve tercihleri ile yapılan atamaların, görevden alınmaların olmamasını; Boğaziçi Üniversitesi'ndeki rektör ataması ile ilgili, üniversite dışına ve Boğaziçi Üniversitesi mezununun olduğu çok sayıda ülkeye de uzanan protesto eylemlerinin son bulmasını dilerim.