Önce bir kadın yazdı. Sonra peşine iki kişi daha takıldı.
İddia şu: Zonguldak Belediye Başkanı Ömer Selim Alan, Fener'in SİT'iyle oynayacak.
Bu yaz Fener'de yapılacak çalışma sırasında SİT bozulacak.
Yazanlara bakıyorum.
Bunların hiç birinin derdi SİT değil.
Benim hiç SİT'imde değil!
Çünkü Ömer Selim Alan, sitede de Fener'in SİT'ini bozamaz.
Biraz eller, ama bozamaz.
Şimdi biri çıkıp, bu Fener'in SİT'ini diline dolayanlara Has'SİT'tir dese büyük olay olur.
Ama biz de başkanı uyaralım.
Bizim SİT'imizle oynama! Sen Fener'de büyüdün. Ama SİT aynı kaldı. Sakın SİT'imizle oynama!
Varsa kendi SİT'inle oyna!
Vatandaş bu konuda çok hassas. Bırakın SİT meraklılarını
FETÖ'cü olarak bildiklerimiz bile bu SİT'e sarıldı.
SİT'e dokunan yanar falan diyorlar.
Aman ha!
Sakın ha!

En verimli çağa geldik
Bir iş adamı ile sohbet ediyorduk.
İş adamı dediysek Zonguldak Merkez'deki gibi devleti soyan, hazine arazisi işgal eden, vergi yüzsüzü olan biri değil.
Eni konu üretim yapan, ihracat yapan, hem kentine, hem ülkesine katma değer yaratan biri.
Başka bir iş adamından söz ederken, "Ali Rıza, o abinin yaşı kaç?" dedi.
70'e yakın olduğunu söyledim.
"En verimli çağında" dedi.
Oysa ben "Artık niye çekilmiyor kenara" diyecek sanmıştım.
Sordum anlattı.
"O şimdi bizim günlerce araştırdığımız, toplantılar yaptığımız konuya beş dakikada karar verir. Öyle bir tecrübe var ki, o tecrübesi ile bizim bir yılda kazanacağımız parayı bir ayda kazanır. İş hayatında tecrübe kazandırır. Sen hata yaparsın kaybedersin. O zamanında o hatayı yapmıştır. Dersini almıştır. Bir daha yapmaz. İnsanın en verimli çağı 50 ile 70'tir."
Anlattıkça anlatıyordu.
Bu sözler sadece bir iş adamı için geçerli değil ki!
Gazeteci, siyasetçi, bürokrat, küçük esnaf, öğrenci, öğretmen için de aynı şey geçerli değil mi?
Tabi beni kişisel olarak ilgilendiren konu ise 50 ile 70 yaş arası, insanın en verimli olma çağı.
Siz 'verim'den ne anlıyorsunuz bilmiyorum ama ben bu iş adamı dostumun sözlerine aynen katılıyorum.
19 Haziran 1971 Zonguldak doğumlu bir Türk vatandaşı olarak çok yakında o en verimli dönemime giriyorum.
Yazacak çok haber, yorum var.
Allah sağlık verdiği sürece bu işe devam edeceğim.
Ama benim içimde üçlüye kalan, şiir ve hikaye işine önümüzdeki dönem başlayacağım.
Anılar... Öyküler...
Bunları yazıp, etkisini gönül gözüyle görmek istiyorum.
Şairlerin şiirlerinin öldükten sonra değer kazandığını biliyorum.
Ben şiirin değerinden çok, okumasını ve yazmasını seviyorum.
Bir imgede kayboluyorum mesela.
"Ben, de miyim?
Ben, da mıyım?
Ben, ki miyim?
Niye ayrıyız biz?"
Çiçekten, böcekten, güzel bir sözden, de ekinden bile şiir yazarım ben.
Artık bu ortamı yaratmanın zamanı geliyor.
Şöyle yol kenarında küçük bir köy evi.
Bahçesinde tavuk sesleri.
Ağaçlarda kuşlar.
Kenarından dere akmasa da olur.
Ben de ne şelaleler var.
Ve etrafımda çocuklar.
Bir çiçeğin kapandığını görmek akşamüstü.
Ve sabah o çiçekle uyanmak.
Toprağın insanı kendine çeken kokusuyla.
Dalından koparmak bir elmayı.
Yıkamadan ısırmak mesela.
Elmanın beni sevmesi suç mu?
Ama yolu görmeliyim.
O yola bakıp, kimlerin sevdiklerinden ayrıldığını ya da kimlerin sevdiklerine kavuştuklarını hayal etmeliyim.
Bir kamyoncunun ara gazında ne hayal ettiğini bilmeliyim.
Ben böyle pazar günleri köşe yazarken başka dünyalara gidip gelmeli miyim?Türküsüz kentin çocuğuyuz biz.
Çoğumuz yerin altında kaldık.
O yüzden bu kadar sessiziz.
Bir kere çıkmıştık yerin altından.
Yüz bin insan dağları dize getirmiştik
Şimdi ne dağ kaldı bizde, ne diz
Coşkusunu yitirdi Karadeniz
Yazıyorum, yazıyorum bitmiyor köşe
Maden suyu içtim, Kızılay'dan
Başkanım sana gönderdim bir şişe
Telefon geldi çağırdılar beni
Yine gidiyorum çaresiz işe!