Değerli okurlarım...
Yaşamakta olduğumuz bu sıkıcı salgın günlerinde, yüzünüzde bir tebessüm oluşturabilecek, rahmetli Aziz Nesin'e mizah konusu olabilecek, ilginç bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ancak, anıdan önce, anının yaşandığı kurum ve anı ortamı ile ilgili bir miktar bilgilendirmenin uygun olacağını düşündüm:
Bilindiği üzere, Bülent Ecevit Üniversitesi, 1975 yılında, İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi'ne (İDMMA) yani şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi'ne bağlı olarak açılan Zonguldak Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi'nin (ZDMMA) devamıdır.
ZDMMA ise, 1923 yılında Büyük Atatürk'ün himayelerinde yapılan İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararların, ülke madenciliği ile ilgili bir maddesine uygun olarak, 1924 yılında açılıp (kesintilerle de olsa), 1961 yılına kadar devam eden Zonguldak Maden Mühendis Mektebi'nin (Teknik Okulu'nun) devamıdır.
ZDMMA'nın açılması, Zonguldak Maden Mühendis Mektebi'nin kapatılmasının kızgınlığını unutmayan bilinçli Zonguldaklıların oluşturduğu kamuoyu baskıları, sendikanın ve E.K.İ.'nin öncülüğünde; "kervan yolda düzülür" mantığı ile olmuştu.
Ancak, kervanın eksiklikleri, yolda düzülemeyecek kadar fazla idi!
Zira, açıldığı günlerde, İDMMA tarafından görevlendirilmiş bir akademi başkanından ve başka kurumlardan sağlanan birkaç memurdan başka hiçbir akademik ve idari personel varlığı olmadığı gibi, üniversitenin şimdiki merkez kampüs alanındaki binalar ve kampüs alanı eğitim öğretime tam hazır değildi.
Örneğin, bir bölümü günümüzde de kullanımda olan, (yerlerine yenilerinin sıkıştırılması için!), bir bölümü de yıkılan binalardaki akıntılar; doğru dürüst açılıp kapanmayan kapı ve pencereler, yağışlı havalarda ancak çizme ile dolaşılabilen kampüs içi yollar gibi pek çok alt ve üst yapı eksiklikleri vardı.
Kampüs, terk edilmiş şantiye görünümünde idi.
Etrafı tamamen açık olan kampüs alanı, o yıllarda yarı köylü olan İncivez Mahallesi sakinlerinin hayvanlarının otlama ve mahalle çocuklarının oyun alanı idi.
Tüm bu olumsuzlukların üstesinden gelebileceği düşüncesiyle olsa gerek, yeterli teknik ve yönetim deneyimine sahip eski bir 'Karayolcu' olan Öğretim Görevlisi Yük. İnşaat Mühendisi Burhan Çağlarer, İDMMA tarafından Kurucu Akademi Başkanı olarak görevlendirilmişti. (6 yıl kadar görev yapmış olan kurucu başkanımız, 2015 yılında rahmetli olmuştur. Günümüzde, kampüste, altında oturulan görkemli ağaçlar onun diktiği fidanlardır!)
Karayolculuk aidiyetinin ve sevgisinin henüz rahmetli olmadığı 20-25 yıl öncelerine kadar, görevdeki ve görevden ayrılmış, gönlü Karayolları'nda kalmış 'Karayolcular' (hatta onların yakınları!), gezme ya da görev gibi nedenlerle gittikleri kentlerdeki karayolları misafirhanelerini ve 'Karayolcu' arkadaşlarının evlerini, oralardaki evleri gibi görürlerdi.
Mecbur kalmadıkça, bir başka yerde kalmak akıllarından geçmezdi.
Akademimizin kurucu başkanı da, ikameti için, E.K.İ.'nin konforlu Yayla Konağı Misafirhanesi ayarlandığı halde, Bahçelievler'de, Şanal Fırını'nın üstündeki, çok mütevazi Karayolları Başmühendisliği Misafirhanesi'nde kalmayı tercih etmişlerdi.
Bizler de, üniversitelerdeki rektörlerin eşdeğeri olan akademi başkanı olmuş eski bir 'Karayolcu' ağabeyimizi aylarca misafirhanemizde misafir etmenin gururunu yaşamıştık. (1979 -1982 yılları arasında, akademideki görevi yanında, Yıldız Teknik Üniversitesi'ndeki doktora sürecinde, 10 yıl süren 'Karayolcu'luğunun bir kazanımı olarak, bu satırların yazarının da, Karayolları'nın Zincirlikuyu'daki misafirhanesi İstanbul'daki adresi olmuştu!)
Hoca ihtiyacının tamamına yakını, akademinin her gün İstanbul ve Ankara'ya gidip gelen kendi vasıtaları ile, İstanbul Teknik, Yıldız ve Ortadoğu Teknik üniversitelerinden onbeş günde bir gelen hocalarla sağlanmakta idi.
Akademide ikinci önemli makam olan Genel Sekreterlik görevine de, o yıllarda, Bayındırlık İl Müdürlüğü'nde, Mali İşler Servisi Sorumlusu olarak görev yapmakta olan Sayın Engin Marangoz atanmıştı.
2018 yılında aramızdan ayrılan Sayın Marangoz, hem akademi döneminde hem de sonrası dönemlerde uzun yıllar bu görevi sürdürmüştü.
Akademide, kampüs alt ve üst yapısında yaşanan sorunların halledilmesi, kampüs alanının imarı, yemekhane, misafirhane, tamir atölyeleri gibi işyerlerinde, işçi-memur kadrolarında, çeşitli pozisyonlarda, 500 dolayında idari personel istihdam edilmekte idi.
Bu personelin neredeyse tamamına yakınının akademiye alınmaları, sayın Genel Sekreter'in tercih ve takdirleri ile olmuştu ve oluyordu.
İşçi statüsünde olanlar (günümüzde büyük işletmelerde bile olmayan!) sendika çatısı altında örgütlenmişlerdi ve akademi yönetimi ile toplu sözleşmeler yapılıyordu! (Bir ara, bu satırların yazarı, işveren temsilcisi olarak da görevlendirilmişti!)
Ancak bu arada başkanımızın devamlı Zonguldak'ta olmaması, çevreyi de iyi tanımaması, yeterli akademik kadroya da sahip olmaması gibi nedenler, akademi yönetiminde bir boşluğun oluşmasına, yönetimde bazı sorunların yaşanmasına neden oluyordu.
Bu boşluk, becerikli, çevreyi iyi bilen, personel üzerinde de çok etkin olan sayın Genel Sekreter tarafından dolduruluyordu.
Bu durum, zamanla içeride ve dışarıda, "Akademi demek Genel Sekreter demektir!" gibi bir olgunun ve algının oluşmasına neden olmuştu.
Yine bu durum, bir bölüm akademik personel ile Genel Sekreter arasında, mahkemelere de intikal eden; kuruma ve taraflara zarar veren üzücü süreçlerin yaşanmasına da yol açmıştı.

ÇOK İLGİNÇ BİR BAŞKANLIK MAKAMI!
Akademinin ilk yıllarında, öğretim görevlisi olarak görev yapmakta iken, bir gün, Akademi Başkanlığı makamından bir sarı zarf gelmişti.
Zarftan çıkan yazıda, akademide, bazı idari personelin, kadrosuna ve görevine uygun olmayan masa ve koltukların olduğu mefruşatlı odalarda oturdukları; bu durumun rahatsızlık yarattığı; konunun incelenip sonucunun başkanlığa raporlanmak üzere, benim başkanlığımda, adları belirtilen üç öğretim elemanından oluşan bir komisyonun oluşturulduğu belirtiliyordu.
O zamanlar, özellikle bazı araştırma ve öğretim görevlileri mefruşatı küçük bir memur masası ve bir-iki sandalyeden ibaret olan odalarda otururken, yönetime yakın ve açıkgöz bazı idari personelin, kadrolarına ve görevlerine uygun olmayan şef, müdür koltukları ve masaları gibi gösterişli mefruşatla donatılmış odalarda oturdukları görülüyordu.
Bu durum, akademik ve bu imkana ulaşamayan bazı idari personelde hoşnutsuzluklara da neden oluyordu.
Bu arada, golontorlu masayı ya da koltuğu yakalayıp ona uygun koltuğa ya da masaya ulaşamama gibi komik durumların olduğu bile konuşuluyordu!
Başkanlığımda oluşturulan komisyon, bu konu ile ilgili idi!
Yapılan bu görevlendirme ile, o güne kadar hiç sahip olmadığım başkanlık gibi bir unvanı da kazanmıştım!
Ancak unvan cazip olsa da, verilen görev hiç cazip değildi!
Bu arada, bir şekilde, durumu öğrenen bazı öğretim elemanı arkadaşlarımdan, "Sayın Başkanım... Artık bana da golontorlu bir masa, koltuk verirsiniz!" gibi hitaplarla gırgır geçenler de oluyordu.
Görevlendirmeyi duyanlardan, kaptıkları ya da kapmalarına izin verilen bu gösterişli, koltukları, masaları değiştirenlerin; hatta, masaları olmasa da, koltukları gizleyenlerin olduğu da konuşuluyordu!
Kuşkusuz, haksız, hukuksuz da olsa, bir görevlinin odalarının kontrol edilerek, aylardır, belki de yıllardır oturduğu koltuğun, masanın alınması uygun ve uygulanabilir bir görev değildi.
Uygun olmadığını, görevlendirmeyi yapan makam tarafından, içinde oluşturulan komisyonda adı geçenlerin olduğu gibi yanlış bir duyuma dayanarak "Madem şikayetçisiniz, buyurun düzeltin!" gibi bir mesaj verilmek istenmiş de olabilirdi!
Akademik personelin odalarındaki mefruşatın olabildiğince iyileştirilmesi, o durumdaki bazı personelin görev yerlerinin değiştirilmesi gibi öneriler içeren; içinde masa, koltuk, başkan, üye kelimeleri hiç geçmeyen bir raporla, verilen görev gerçekleştirilmeye çalışılmıştı!

Değerli okurlarım...
Bir israf konusuna da değinmeden geçemeyeceğim (Her zaman olduğu gibi, yazımı biraz daha uzatmış olsa da!)...
Uzun meslek yaşamımda, bulunduğum, gördüğüm (ABD dahil!) hiçbir gelişmiş ülkede, ülkemizdeki tüm kamu kurumlarındaki kadar gösterişli, görkemli makam odaları ve ofisler görmedim. (Değerli meslektaşım sayın Prof. Erdal Koçak ile birlikte gittiğimiz Polonya-Krakov Üniversitesi'nde, Mühendislik Fakültesi Dekanı'nın ve bölüm başkanlarının İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma koltuk ve masalarda oturduklarını da görmüştük!)
Ülkemizde her alanda görmeye alışkın olduğumuz israfların bu konuda da had safhada olduğu bilinen ve görülen gerçeklerdendir.
Her düzeyde bir koltuğa ulaşanların, koltuğu kapanların önemli bir bölümünün, ulaştığı koltuğu bırakmadığı gibi daha yükseklerine ulaşmak için, her yolu denemelerinde, herhalde bu konforun ve gösterişin çekiciliğinin; güçlerini takviye ihtiyacının da payı vardır!
Ancak, haklı olarak "Milyarları bulan büyük israfların olduğu bir ülkede, koltuk, masa için olan israfların lafı mı olur!" diyenleriniz de olabilir.

Sözün özü...
Bizler, millet olarak, (inancımıza da uygun olmayan!) gösterişi seviyoruz!
Akademide yaşadığımız koltuk, masa kapma mücadelesi de herhalde bu sevgiden kaynaklanıyordu!
Akademimizin kuruluş yıllarında ve sonrasında, yıllarca birlikte görev yaptığımız, hayattaki tüm akademik ve idari statüdeki arkadaşlarıma, kardeşlerime, Allah'tan sağlıklı, mutlu yıllar; aramızdan ayrılmış olanlara da rahmet dilerim.
Yeni yılınızı da tebrik ederim.