Bir eş, bir anne, bir babaanne...
Ne acılar yaşamış bu topraklarda.
21 yıldır dinmeyen ve sürekli tuz basılan yaralar...
Gözyaşları tükenmiş hüzünden, acıdan...
Hatice nine eşini kaybetti kaçak ocakta...
20 yıl sonra, tek oğlu olan Sabahattin'i...
Evinde ziyaret ettim onu.
Elindeki poşeti açtı sohbetimizin arasında.
Bir şapka çıkarttı...
Siyah bir şapka...
Kokladı onu, 'Bu' dedi oğlumun şapkası...
'Ondan bana kalan kokusu...'
Şimdi 23 yaşındaki torunu ocaklarda...
Ölmesin diye Kerem, dinsin diye gözyaşları feryat etti.
Gazetemizin manşetinde görmüşsünüzdür acı hikayeyi...
'Oğlum' dedi, 'okutuyorum yazılarını kızıma, anlatacaklarım var sana, Zonguldak'a, Türkiye'ye ve hatta dünyaya..."
Gözyaşlarını katarak başladı anlatmaya;
"Bundan 21 yıl önce oğlumuzu evlendirdik.
Eşim Cemil, oğlumuzun düğün borçları bitsin diye kaçak ocağa başladı.
Epey çalıştı oğul ocakta, borçlar da yola girdi.
Ne yapsın biri erkek 5 çocuğumuz vardı, emekli paramız da yetmiyordu.
Dedim bey yeter, artık çalışma ramazan ayı da geliyor, orucumuz kalmasın, bırak artık madeni.
Tamam dedi, 3 gün sonra bırakacağını söyledi. 'Adam yok patronu yüzüstü bırakamam' dedi.
Sabah 11.00 gibi gitti kaçak ocağa, akşam bir adam acı haberi getirdi.
Evimin direği ölmüş, göçükte kalmış.
Oğlum Sabahattin göz bebeğim, evimin direği oldu.
Hem evlat, hem eş, oldu bana...
Ben de ona hem anne hem de baba...
Onun da 2 oğlu var biri askerden yeni geldi, diğeri daha sabi, 7 yaşında.
Sabahattin'im de kaçak ocakta çalışıyordu.
Ona da bırak dedim, sonun baban gibi olmasın korkuyorum evladım dedim.
'Anne çocuklara nasıl bakarım' dedi.
Emekli maaşım var ben sana bakarım dedim.
Kabul etti, bu ay son dedi.
Olmadı yavrum, o ay sonu hiç gelmedi...
Her akşam işten çıkar arardı beni 'Anne ben çıktım...' kapıdan evine girer arardı, 'Anne uyu sen eve girdim ben...'
Bir akşam aramadı...
Ben aradım açmadı yavrum...
Ocakta tırka devrilmiş, oğlum ve arkadaşı içinde...
Ölmüş gariplerim...
2 gün sonra aldılar cansız bedenini.
Öldüğü akşam maaşını istemiş patronundan.
'Parayı ne yapacan ocakta sabah alırsın' demişler.
'Koyun paramı dolabıma, belki çıkmam benim oğlan gelir alır' demiş.
Doğmuş içine evladımın...
Yüreğim öyle yanıyor ki anlatamam...
Yürüyemiyorum, bir yürüyebilsem Madenci Anıtı'nın altına otursam sesimi duyursam.
Allah'ım ondan sonra alsa emanetini.
Evladım öldü, bir kişi de yaralı kurtuldu.
Kaçak ocak sahibi tutuklandı.
Daha 10 gün önce mi ne çıktı içerden.
10 ay anca yattı, Türkiye'de adalet bu evladım.
Garibin ölümü de cezası da bu kadar kolay...
Mahkemede yavruma iftira attılar.
Yaralı kurtulanı yalancı şahit yaptılar.
Benim yavruma 'O gün ocakta çalışma yoktu, kömür çalmaya girmiş. Bizim haberimiz yok' iftirasını attılar.
Alçakça bir iftira ile hırsız yaptılar.
Kömür karasına kara leke çaldılar.
Utanmadılar...
O gün işe giderken giydiği şapkasını yıkamadım, saklıyorum.
Gelirdi, bana sarılırdı.
O kokusu şapkasında.
Ben kokusu gitmesin diye şapkasını poşette saklıyorum.
Günde iki üç kere kokluyorum, öyle avunuyorum.
Bir torunum var 23 yaşında...
Şırnak'ta askerliğini yapıp geldi daha yeni.
O da şimdi özel bir maden ocağında çalışıyor.
Ona da yalvardım, beni daha fazla yakma dedim.
'Babaanne, anam orada, kardeşim orada benim onlara bakmam lazım' dedi.
Girdi karanlıklara çalışıyor.
Ömrümde tek istediğim şey torunumun olsun insanca çalışacağı bir iş.
Onun acı haberini duymak istemiyorum.
Eşimi, biricik oğlumu verdim bu karanlık deliklere.
Torunumu olsun bana bağışlayın.
Yok mu bir sahip çıkacak sabilerime?
Benim hayır duam yeter onlara, Allah rızası için bir el uzatsınlar.
Torunumda ceylan gibi.
Buna olsun ömür boyu ekmek yiyebileceği bir ekmek kapısı açsınlar.
Ne olur ocak olmasın.
Benim ocaklardan bağrım yandı. Ocakta çalışmasını istemiyorum.
Kaderi babasıyla, dedesiyle aynı olmasın.
Ben anne olarak artık bittim.
Bir evlat kaç yılda büyüyor."