Filozof gibi adammış.


Şimdilerde anlıyorum onu.


Önceden konuşmaları çok hoşuma giderdi.


Şeker gibi konuşurdu.


Lokum gibi yutardım sözlerini.


Çobandı.


Dörtyüz civarında küçükbaş hayvanı vardı.


Kurbanlıkları.


Damızlıkları.


Etlikleri.


Misafire kesilecekleri.


Hepsini kafasında sıralardı.


Sanki kafasının içerisinde kurumsallaştırdığı bir çiftliği vardı.


Ancak hepsini o bilirdi.


Ondan başkası anlamazdı hangisinin etinin kendisine nasip olacağını.


Hatta o kadar ince düşünürdü ki; komşunun ne zaman misafirliğe geleceğini bilir, ona göre hazırlardı hayvanlarını.


O sürünün peşinden değil.


Sürü onun peşinden gelirdi.


Özetle dosdoğru bir adamdı.


Dedem.


Rahmetlinin ekonomik durumu köyde yaşayan bir insana göre çok iyiydi.


Giyimine özen göstermezdi.


Tek derdi yemek ve ikram etmekti.


Kapısına geleni boş çevirmezdi.


Bir kahvemiz vardı.


Köyde kahve dediğin şehirdeki süpermarketler gibi.


İstediğin her şey var.


Un, yağ, tuz, çay, şeker, sigara…


Köylünün ihtiyacının tamamını karşılayabileceği bir kahve.


Süpermarketlerde öyle değil mi?


Vatandaşların ihtiyacının tamamına yakınını karşılayabiliyor.


Kahveyi babam çalıştırırdı.


Veresiye defteri kabarıktı.


Vatandaş kurbandan kurbana, yada fındıktan fındığa hesap keserdi.


Babamın çok sıkıştırdıkları dedemden borç alır hesabı kapatırdı.


Bu duruma çok şaşardım.


Hatta bu durumu babam ve dedem de bilirdi…


O zaman niye para verirdi.


Hatta babamın “sağlam değil” dediği adamlara da para verirdi.



Bir gün..


Ormanı bol bir yerde keçileri otlanıyor.


Ona çıraklık yapıyorum.


Babamın “sağlam değil” dediği adamlardan biri geldi.


- Yusuf Amca sıkıntım var. Para lazım.


- Ne kadar?


Geçmiş gün miktarı hatırlamıyorum.


Kıyaslayacağım bir ölçüde yok.


Çünkü ihtiyaçlarımın hepsini karşılanıyor.


Bir dediğim iki edilmiyor.


Paraya da ihtiyacım olmuyor.


Adam miktar söyledi.
Dedem çıkardı parayı verdi.


Biraz hoş sohbet.


Adam gitti.


Ormanın içerisindeki dik patika yolunu dua ederek çıktı.


Arkasında Dedem’e sordum:


- Babam bunun için “sağlam değil” diyor. Hatta kahveye de borcu var.


- Benim parama bir şey olmaz.


- Nasıl?


- Helaldir. Bu dağlarda taşlarda 400 baş davarla uğraşıp kazanılan para helalleşmeden kimsenin kursağından geçmez.




Bu hikayeyi niye yazdım?


Sırf Dedem’e dua etmek için.


Buradan insanların kıssadan hisse alıp onun amel defterine sevap yazılması için.


Benim gibi bir torun yetiştirdiği için.


Rahmetlinin huzur içerisinde olması için.


Malum; İnsanın öldükten sonra da amel defterinin kapanmaması için dünyada geriye bir şeyler bırakması lazım.


Bunlardan bir tanesi “topluma faydalı evlat”…


Bir çobana göre derin sözler söyleyen…


Derin düşünen…
Kendi kafasında kurumsallaşan…
Ve öldükten sonra geride eser bırakan bir insan…


Bu kurumsallaşma sevdası ondan bana miras kalsa gerek…


Şimdiler de bunun avantajını yaşayacağımıza inanıyorum…


Bugünlük bu kadar…


Hemipiz Allah’a emanet olalım…




Allah'ın Takdiri

Suriye'ye gelen Hz. Ömer, burada veba salgını olduğunu öğrenince geri dönmek istedi.

Geri dönme kararı aldığı için Hz. Ebu Ubeyde Hz. Ömer'e itiraz etti ve:

"Allah'ın takdirinden mi kaçıyorsun?" diye sordu.

Bu soruya Hz. Ömer'in cevabı şu oldu:

"Keşke bunu senden başka biri söyleseydi. Evet, ben Allah'ın bir takdirinden diğer takdirine kaçıyorum."