Değerli okurlarım...

Genellikle bayramlarda, arife günleri, çocuklarım ve torunlarım ile birlikte, Safranbolu'ya 30 kilometre uzaklıktaki köyümüz Güney Köyü'ne gideriz.

Salgın nedeniyle sönük geçen bu son kurban bayramında da gittik.

Rahmetli olmuş yakınlarımızın mezarlarını ziyaret ettik.

Gerekli kurallara uyarak, az da olsa yine, köydeki ve gurbetten gelmiş köylülerimiz ile bir-iki saat birlikte olduk.

Dönemimden çok az kalan, genelde, 2 nesilden olan birkaç dost-ahbapla görüştük.

Her seferinde, özellikle torunlarımın, bu ziyaretlere arzu ve heyecanla gitmek istemelerini, büyüklerimizin kabirleri başında dua etmelerini ve mutlu olarak dönmelerini görmek, onları da beni de çok mutlu etmektedir.

Bu istek ve mutluluğun oluşmasında, manevi bir görevi yapmış olma yanında, köylülerimizden gördükleri yakın ilgi ve sevginin; yaşadıkları değişik ortamın da payı olsa gerek.

Bu son gidişimize, çok sorular sorması nedeniyle 'Meraklı Mehmet' olarak adlandırdığım on yaşındaki sevgili torunum, Mehmet Eren'in soruları damgasını vurdu.

Örneğin; rahmetli olmuş yakınlarımızın mezarlarını ziyaret ederken, "Büyük baba, niçin dua ediyoruz? Onlar şimdi bizi görüyor mu? Duyuyor mu?" gibi, benim değil; hutbeye kılıçla çıkanların, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e 'lanet' göndermesi yapanların bile zor yanıtlayabileceği sorular sordu!

Geniş bir alana yayılan köy mezarlığının hemen bitişiğinde, bir bölümünü mezarlık alanı olarak verdiğimiz, yıllardır işlenmeyen, genişçe bir tarlamız bulunmaktadır.

Bu tarlamızın; ufuk çizgisi, güneyinde 15-20 kilometre uzaklardaki Ovacık ilçesi tepelerine, doğusunda Ilgaz Dağları'nın batı uçlarına kadar uzanan bir noktasında da, iki odalı, iki kapılı bir kaya mezarı bulunmaktadır.

Halkın 'mağara' olarak adlandırdığı, Kültür Bakanlığı'nca tescilli olan bu ve yakınlarındaki (aslan heykeli Kastamonu Müzesi'nde olan) Aslantaş mıntıkasında bulunan diğer görkemli kaya mezarları, buralarda, görülmeğe değer tarihi kalıntılardandır.

Önümüzdeki zaman içinde, Safranbolu'ya yapılan turistik turlarda ve bireysel gezilerde, bu kalıntıların ve diğer ören yerlerinin, Kastamonu-Karabük illeri arasında sınır oluşturan Soğanlı Çayı Vadisi'nin bölgedeki bakir güzelliklerinin programlara dahil edileceğini sanıyorum.

Safranbolu-Kastamonu yolu üzerinde, Toprakcuma beldesinden ayrılan Ovacık ilçesi yolu ile kolayca ulaşılan buraları gezip görenlerin, Güney Kafe'de mola verip, (kızılcık şerbeti, köy ayranı olmasa da), çay, kola, gazoz, İspanyol kahvesi gibi içecekler içmekten memnun kalacaklarını da sanıyorum!

Meraklı Mehmet, bu mezarlık ziyaretimiz sonrasında, daha önceleri de görmesine rağmen, mezarlığın iki-üç yüz metre uzağındaki bu kaya mezarlarını tekrar görmek istedi.

Onun isteği üzerine; ağabeyi büyük torunum sevgili Ozan ile birlikte üçümüz, bir süreliğine, guruptan ayrıldık.

Kaya mezarlarına giderken, tarlamızın kenarlarında, dalları olgunlaşmış, meyveleri ile adeta kızıla boyanmış ağaçları gördü.

Bu ağacı sordu.

Kendisine, bu ağaçların kızılcık ağaçları olduğunu, kiren de denildiğini; meyvesinden, her derde deva, ilaç kadar yararlı birçok gıda maddesinin üretildiğini, türküsünün bile olduğunu söyledim.

Köydeki çocukluk yıllarımda, bu zamanlarda, çuvallar dolusu toplanan meyvelerinden yapılan kızılcık -kiren- ekşisinin/şerbetinin, önemli gıda maddelerinden birisi olduğunu da söyledim.

Bu arada, anlattıklarımı dinlerken, yere yakın dallardan birinden kopardığı meyvesini tattıktan sonra, ekşiliğinin etkisiyle ekşimiş yüz haliyle, ağzından; "İlaç gibi olduğunu anladım anladım; bu da ilaca benziyor. Tadı acı ama yararlı!" sözleri döküldü.

Kendisine, benzetmesinin çok uygun olduğunu ve eve döndüğümüzde kızılcığın yararları ve kaya mezarları konusunda, internetten daha fazla bilgiye ulaşabileceğimizi söyleyerek, daha fazla soru sormasını önlemeye çalıştım.

Kaya mezarını gördükten sonra gruba katılıp, memnun ve mutlu olarak Safranbolu'daki evimize döndük.

Meraklı Mehmet, eve döner dönmez, kızılcığın yararları ve kaya mezarları konusunda verdiğim sözü hatırlattı.

Bu hatırlatması sonrasında, internette yaptığımız kısa araştırmada, özellikle kızılcık ile ilgili bilgi, belgenin çokluğunu görünce, şaşırdım doğrusu.

Bu başlıklardan bir-ikisinin içeriklerini okuduktan sonra, kızılcığın meyvesinin, yaprağının, çiçeğinin, kökünün, ağacının ne kadar faydalı ve değerli olduğunu ben de daha iyi öğrendim.

Bir yerde, "Geceleri yatarken bir diş sarımsak yutarsanız, 10-15 gün sonunda, hiçbir şeyiniz kalmaz. Turp gibi olursunuz!" benzeri tedaviler öneren ve kocakarı ilaçları profesörleri olarak adlandırılan profesörlerden birisini bir yerde kızılcığın yararları ile ilgili bir yazısını okumuş ve "amma da atmış!" türünden bir değerlendirmede bulunmuştum.

Ancak edindiğim yeni bilgilerden sonra, bu değerlendirmemin yanlış ve yazdıklarının az bile olduğunu düşündüm!

Geçmişi M.Ö. 7. yüzyıla kadar giden bölgemizdeki kaya mezarları konusunda da, onun sorularına cevap olacak, benim de bilmediğim birçok bilgilere ulaştık.

Bu arada evimizde, dekor için duvara tutturulmuş olan Devrek bastonunun da kızılcık ağacının dalından yapıldığını ve Ankara'ya gidip gelirken içinden geçtikleri Devrek civarında, yapımına uygun kızılcık ağaçları çok olduğu için burada baston yapımının çok geliştiği gibi açıklamalarda da bulundum.

Zonguldak'tan Mersin'e dönüşlerinde, Devrek çarşısına uğrayarak, sevdiklerine uygun hediyelik Devrek bastonları ve bulabilirlerse, yöresel kızılcık gıda ürünlerinden alabileceklerini de söyledim.

Bu vesileyle, Devrek, girişindeki ve meydanındaki baston figürünün yanına, bir de meyveli bir kızılcık dalı ile Devrek'te baston sanatının gelişmesinde çok emeği olan Rahmeti Münteka Çelebi'nin bir heykelinin konulmasının, rahmetliye ve kızılcık ağacına bir kadirşinaslık olacağını düşünüyorum. (1995 yılında rahmetli olduğunu sandığım Münteka Çelebi, karayollarında görev yaptığım 1970'li yıllarda, 50-55 model, itmelerle gidebilen eski Amerikan arabası ile Devrek'te tanıdığım sevilen, sembol isimlerinden idi.)

Meraklı Mehmet'in "Madem kızılcık bu kadar değerli; neden toplayıp değerlendirmiyorlar, köyde tarlaları niçin ekmiyorlar, birçok evde niçin oturan yok?" gibi her seferinde sorduğu sorularına ise onun anlayabileceği cevapları vermekte hep zorlanıyorum.

Bayramlarda, uygun zamanlarda, köklerinizin olduğu köylere, kentlere gitmeniz, oralarla bağlarınızı koparmamanız; bölgemizde çokça yetişen kanaatkar kızılcık ve ceviz, kestane, ıhlamur gibi yöremize uygun ürünlerin üretimine, değerlendirilmesine önem verilmesi, teşvik edilmesi (görevlilerin sahaya inmesi!), torunumun yanıtlayamadığım sorularının yanıtlanması dileklerimle...