Osmanlı döneminde belediye başkanlarına 'Şehremini' derlermiş.

Yani, şehrin emanet edildiği insan...
Cumhuriyet döneminde belediye başkanlarına genelde 'Reis' denildi.

Bir dönem de (1936, 1937 gibi) 'Urbay' olarak adlandırıldılar.

'Belediye Başkanı' sıfatı ise en son kullanılan makam ismidir.

Ama değişmeyen tek şey, kentlerin kaderlerini ellerinde tutması gereken insanlar olmalarıdır.

Çünkü onlar, devlet başkanlarının iki dudağı arasından çıkan, sözle atanan değil, o kentte yaşayanların bizzat oy vererek seçtikleri insanlardır.

Bu nedenle de ben; protokol ve önem sıralamasında valilerin, kaymakamların değil; belediye başkanlarının, yani 'Reis'lerin 1. sırada olmasını hep savundum.

Peki, belediye başkanları sahip olmaları gereken bu özelliğin farkındalar mı?

Ne yazık ki bu soruya olumlu cevap veremiyorum...

Onlar genellikle şehrin kaderini değil, görüntüsünü değiştirecek projelerin peşinde oluyorlar.

Yani kalbi hasta olan bir adamın saçını sakalı düzeltmek ne anlam taşırsa, onu yapıyorlar.

Kentin ekonomik yapısını güçlendirecek işlerle değil, cicili bicili projelerle uğraşıyorlar.

Oysa toplumsal yasalar arasında çok önemli olan bir yasa var:

"Altyapı, üstyapıyı belirler."

Yani buna göre, bir kentin ekonomik yapısı ne kadar güçlüyse; üstyapı kurumları olan, sanat, siyaset, spor, kültür, mutluluk, huzur, eğitim kalitesi ve benzeri; aklınıza ne gelirse, onlar da üst seviyede olur.

Bunun en canlı örneği Zonguldak'tır.

Bir zamanlar ekonomik gelişme sıralamasında ilk beş il arasında ve 1. seviyede illerden olan Zonguldak, 2017 endekslerine göre 3. sınıf il olarak 28. sıraya düşmüş.

O zamanlardaki toprak büyüklüğümüz, milletvekili sayımız, siyasetle uğraşan insanlarımızın kalitesi, Zonguldakspor'un durumu, kültür-sanat seviyesindeki konumu, Türkiye panoramasındaki itibarı konularında dün ile bugün arasında bir karşılaştırma yaparsanız, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

Sözü fazla uzatmadan, söylemek istediklerimi özetleyeyim:

Kentin yukarıda anlatılan trajik gerilemesine, virüs belasının yüklediği yeni sorunlar da olacak elbette.

Tüm dünyada ve ülkemizde olduğu gibi iflas, işsizlik, üretimde kayıplar, yoksulluk, orta sınıfın yok oluşu ve diğer sonuçlar...

Bu durumda kentin kaderini emanet ettiğimiz 'Reis'ler ne yapmalı?

Kuruldu denilen 'Zonguldak Birliği'ni başlatmak, harekete geçirmek...

Bu yapılanmaya, kent yaşayanlarının desteğini de ekleyerek, Ankara'dan ne isteyeceksek istemek...

'Mega' ya da 'prestij' proje yatırımlarını ertelemek...

Başlamış olanları durdurun, bunların yerine; kent ekonomisini güçlendirecek, işsizliği azaltacak, yoksullaşmayı durduracak projeler geliştirin.

İlk iş, belediye hizmetlerini taşeronlara yaptırmaktan vazgeçin.

Bunun yerine işçi alın.

Unutmayın ki o firmalar, sizden aldıkları paraların tümünü işçilik olarak kullanmıyorlar.

Basit olarak taşeron işçilerinin iki misli istihdam sağlarsınız.

Bunu yaparsanız, esnaf-sanatkarın da kasasına para düşer.

Yatırımcıları teşvik için politika oluşturun.

Küçük ve orta ölçekte üretim yapmak isteyen girişimciler için İş Geliştirme Merkezleri kurun.

İçinde katılımcı olarak bulunacağınız şirketler oluşturun.

Örneğin; ekilmeyen toprakların sahiplerini de ortak edecek tarımsal işletmeler kurun.

Zonguldak'ta bitmiş, çökmüş olan tarımı canlandırın.

Sizler, her biriniz; kendi beldenizde başarılı bir tarımsal işletme kurarsanız, diğer toprak sahibi köylüler ve parası olan, yatırım yapmak isteyen kişiler örnek alır.

Tren kaçmadan somut adımlar atılmazsa, sizin o süslü projeleriniz kime ve neye yarar?

İşi, aşı olmayanı, park-bahçe veya yol-kaldırımla mutlu edemezsiniz.

Unutmayın ki; "Ölü evinde düğün olmaz."

Yıllardır söylediğim gibi, tüm belediye başkanları, hangi partiden seçilmiş olursa olsunlar; ayda bir-iki kere bir araya gelip, milletvekillerini de katarak, çay içerek, sohbet ederek, bu işi başlatın.

Umut da çare de sizde...

Çünkü siz bu kentin 'Reis'lerisiniz...

Bu umudu boşa çıkarmayın.

Tarih sizi güzel park yapan değil, kenti ayağa kaldıran reis olarak yazsın...