Değerli okurlarım;

Öncelikle, 24 Ocak 2020 tarihindeki Elazığ depreminde hayatını yitiren kardeşlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm milletimize geçmiş olsun dileklerimi arz ederim.

Köydeki çocukluk yıllarımda, evlerde sobaların yandığı kış aylarında, küçük çocukların yanan sobalara ellerini değdirmesi ile oluşan yanık vakaları, en çok yaşanan kazalar olurdu. Anneler, ateşin yaktığını bilemeyen küçük çocuklarının ellerini, canlarının yandığını hissedip çekene kadar, yanan sobaya yaklaştırırlar ve "cıss!" diyerek hızla uzaklaştırırlardı. Bu tür 'cıss'lı uyarılarını; tepen, ısıran hayvanlara yaklaşmaları gibi başka tehlikelerden uzak durmaları için de yaparlardı.

Ülkemizin çeşitli köşelerinde, çok sıklıkla, hissedilen ya da hissedilemeyen, can ve mal kayıplarının olmadığı küçük depremleri; doğanın, annelerin çocuklarına yaptığı bu tür 'cıss'larına benzetmek yanlış olmaz. Son yaşanan can ve mal kayıplarının olduğu Sivrice merkezli Elazığ depremi gibi büyük depremlerin de, bu topraklarda yaşayanlara ve onların yöneticilerine verilen, "Ben sizleri kaç kez uyardım? Sizler uyanmadınız. Uyarılarımın gereğini yapmadınız. Benden günah gitti!" mealinde bir yanıt olarak yorumlanması da herhalde yanlış olmaz!

Pusula gazetesinde, 2 Şubat günü, Zonguldak'ta da, Gelik merkezli 2.3 kuvvetinde bir depremin olduğu haberi vardı. Bu da Zonguldak geneli ve Zonguldaklılar için bir 'cıss' mesajı olmaktadır.

Her konuda yapılan uyarıların; uyarılan kişilerin uyanıp gereğini yapmadıkça, uyarıyı yapanın "Ama ben uyarmıştım!" demesi dışında, bir işe yaramayacağını söylemeye gerek yoktur.

1 Şubat 1944 tarihinde, Kuzey Anadolu fay hattının Çerkeş-Gerede bölümünde, 7.4 büyüklüğünde, çok şiddetli bir deprem olmuştur. Kaynaklar, depremle oluşan yırtılma hattı üzerine rastlayan arazi şeridi üzerinde; yatayda 4.5 metreyi, düşeyde de 1.5 metreyi bulan kalıcı zemin hareketlerine, (sağa, sola savrulmalara, çökme ve yükselmelere) neden olduğunu yazmaktadır. (17 Ağustos 1999'daki Kocali ve her gün olacağı konuşulan İstanbul depremi için de bu büyüklüklerde değerler verilmektedir.)

Bu deprem, sadece Çerkeş'te binin üzerinde can kaybına neden olmuş; ilçede, neredeyse yıkılmayan ve hasar görmeyen ev kalmamıştır. Deprem, Çerkeş'e 30-35 kilometre kuş uçuşu mesafedeki Safranbolu'da ve bizim köy gibi civar köylerde de çok şiddetli hissedilmiş; bazı yıkımlara, hasarlara ve can kayıplarına neden olmuştur.

Çerkeş'te, evlerin tamamına yakınının yakılmış ya da ağır hasarlı olmasının, depremin şiddeti kadar, o yıllarda, (ahşap ev geleneği olmayan başka yerlerde olduğu gibi) binaların kerpiç (çamur tuğlasından) yapılmış olmasının büyük payı vardı. Safranbolu ve köyümüz gibi civar köylerde hasarların ve can kayıplarının çok az olmasının ise, deprem merkezine olan mesafe yanında; evlerin, Safranbolu Evleri gibi, ahşap taşıyıcılı evler olmasının önemli payı vardı. Eski klasik ahşap evlerdeki yıkılma ve hasarların az olduğunun örneklerini, (bölgede görevli bir karayolu mühendisi olarak bulunduğum) 1968 yılında olan 6.5 şiddetindeki Bartın-Amasra depreminde de görmüştüm.

İnternet ortamındaki birçok yayında; 3-4 kata kadar olan ahşap taşıyıcılı konut binalarının; depreme dayanıklılık, ekonomiklik, sağlık ve yaşanılabilirlik gibi pek çok nedenler açısından, betonarme binalara göre çok daha uygun olduğu belirtilmektedir. Sakıncaları olarak da yangına, suya, rutubete duyarlılığı, yüksek yapılara uygun olmaması gibi bazı olumsuzluklar dile getirilmektedir.

1970'li yıllar öncesinde, ülkemizde ve özellikle de Karadeniz Bölgesi gibi orman ürünlerinin çok olduğu bölgelerde; ahşap konut binaları çok yaygın idi. Günümüzde ise ahşap, (bırakınız ahşap evler yapmayı!), bina inşaatlarında kalıp tahtası olarak bile kullanılmamaktadır.

Övünmek gibi olmasın amma (!) bu satırların yazarı, bir buçuk yıl kadar Amerika'da bulunmuş, Avusturalya'yı da az çok gezip görmüştür. Her iki ülkede de, büyük kent merkezleri dışında, iki üç kattan fazla katlı, ahşap taşıyıcılı olmayan konut binası görmemiştir. Beton/betonarme olarak yapılmakta olan konut binası inşaatı da hiç görmemiştir. Birçok gelişmiş ülkede de durumun benzer olduğu; yüksek binaların ise, genelde, kent merkezlerinde ve çelik yapılar oldukları görülür.

Uzmanlar, doğanın deprem ile ilgili 'cıss'larına kulak vermenin gereği olarak; depremlerde binalarımızın yıkılmaması, hasarların az olması, can kayıplarının olmaması, konutlarımızın, kentlerimizin daha yaşanılabilir olması için yapılması gerekenleri, sabah-akşam görsel ve yazılı ortamlarda görüşüp tartışmakta; bilmeyenler de öğrenmektedir.

Ancak önemli olan; bilmek, öğrenmek değil, bu bilinenleri gerçekleştirmektir. Bu konuda da görevlerin en büyükleri, yöneticilerimize düşmektedir.

Gerçekleştirilmesi gereken bilinenler kapsamında;

[*] Özellikle, konut arazisi temini zor olmayan köy, kasaba ve şehirlerimizde 2-3 kata kadar olan konut binalarının, taşıyıcı sistemleri ahşap olan Safranbolu Evleri gibi ahşap evler olması; bu tür şirin yapılara ve yapılaşmalara TOKİ'nin öncülük etmesi, (Karabük'ün 2 bin 500 nüfuslu, Eflani ilçesi gibi kırsal bölgelerde olsun, ormanın hemen kenarında, boş ve boz tarlaların ortalarında 5-6 katlı beton bloklar yerine, 2-3 katlı ahşap evler yapılsa, gurbete gidenlerin de geri dönebilecekleri)

[*] Sayın Cumhurbaşkanımızın, (atı alanların Üsküdar'ı geçtikten sonra da olsa!), şehirlerimizin, kasabalarımızın yatay gelişmesi, özellikle konut binalarının az katlı olması; bunun mümkün olabilmesi için de, şehirlerimizde ve kasabalarımızda, öncelikle, geniş alanların yerleşime açılması ve buralarda çok fazla arsa üretilmesi, (Zonguldak, Kozlu gibi kentlerde bunun nasıl gerçekleştirilebileceğinin de düşünülmesi!)

gibi önerilere, mühendis bir bölge insanı olarak, kuvvetle katılanlardanım.

Başta tüm genel ve yerel yöneticilerimizin, vatandaşlarımızın, doğanın deprem ile ilgili uyarılarına kulak vermelerini, gereğini yapmalarını; bu arada, eğer hala gündemde ise Kanal İstanbul Projesi gibi projelerin, depremlere hazırlık için yapılacaklar sonrasına kaydırılmasını dilerim.

Bir Not: Bazı değerli emektar ormancı dostlarım, ahşap konut yapımlarının yaygınlaştırılmasının, orman varlığımız için bir sorun oluşturmayacağını; Orman İşletmeleri tarafından, yıllardır verilmekte olan ihtiyaç kerestesine olan talebin, günümüzde çok az olduğunu ifade etmişlerdir.