Pazar gecesi evde oturuyorum.

Telefonuma bir mesaj geldi: "Abi burnu yamuk biri seni takip ediyormuş, dikkat et."

Biraz sohbet edince bu kişinin kimin adamı olduğunu, şu anda kimin yanında çalıştığını öğrendik.

Bir başka kaynaktan bizi takip etmesi için altına verilen aracın plakasına kadar aldık. İlgili yerlere ilettik.

Bir nitelikli dolandırıcının, uyuşturucu satıcılarıyla işbirliği yaptığı ve kişiyi de bize karşı tetikçi olarak kullanmayı planladığını detaylarıyla öğrendik.

Daha önce defalarca saldırıya uğramış biri olarak, saldırının kimden, nereden, ne zaman geleceğini kestirebilirim.

Bilirim, bilmesem öğrenirim. Devlete bilgi veririm.

Bu kez, Devlet, tetikçinin oturduğu adresi, kullandığı diğer aracı, sabıkasını, kimin adamı olduğunu, her şeyi biliyor.

Beni takip eden aracın plakasının sonu 53 ile bitiyor. Siyah renkli bu araç, Zonguldak-Düzce arasında gidip geliyor. Bazen 54 plakalı Fiat Egea geziyor!

Şimdi diyeceksiniz ki, "Git şikayet et."

Haklısınız. Ama şimdi gidip şikayet etseniz, savcılık somut bir veri olmadığını söyleyecek.

Bizim, birini suçlayabilmemiz için vurulmamız gerekiyor. Ancak o zaman şikayetçi olabiliyoruz.

Ben de kendimce böyle bir yöntem uyguluyorum.

Kim vurduya gitmemek için!

Faili meçhule düşmemek için!

Olmaz, olamaz!

Çok kritik bir bilgi var elimde.

Kaynağıma güveniyorum.

Ama bizzat teyit etmek için uğraşıyorum.

"Elindeki bilgi ne?" diye soracaksınız.

Şöyle misal vereyim.

Devletin bir birimi. Mesela KOM Şube!

Burada çalışan biri, teknik olarak takip ettikleri, hakkında bir sürü soruşturma yürüttükleri bir nitelikli dolandırıcıdan araba satın alabilir mi? Gerçek değerinde bile olsa!

Bu örneği konunun anlaşılması için yazıyorum. Yoksa bir şey bildiğim için değil!

Olamaz böyle bir şey değil mi?

Hele Zonguldak gibi bir yerde!

Hele hele Ereğli gibi bir yerde hiç olmaz!

Kamu görevlileri her konuda titiz olmalı.

Günün Fıkrası: Şeytan ve Zampara

Oldukça zampara olan bir adam, tövbekar olmaya karar vermiş. Danıştığı ulema kendisine; kırk gün kırk gece bir mağaraya kapanıp, dua etmesini söylemiş. Adam mağaraya kapanmış. Aradan iki gün, üç gün, beş gün derken; otuz dokuz gün geçmiş. Otuz dokuzuncu günün akşamı, dışarıda bir yağmur, bir yağmur... Her yer sular-seller içinde.

Birden mağaranın girişinde iliklerine kadar ıslanmış bir kadın. Güzel mi güzel.

Kadın içeri girmiş. Adam, kadının giysileri kurusun diye ateş yakmış. Kadın giysilerini çıkarmış ve korktuğunu söyleyip adama sarılmış. Adam daha fazla dayanamamış. Sevişmişler.

Sevişmenin ardından kadın, kahkahalarla gülmeye başlamış.

Adam; "Niçin bu kadar gülüyorsun ki?" diye sormuş.

Kadın cevap vermiş: "'Ben şeytanım. Senin tövbeni bozmak için geldim ve bunu başardım."

Bu sefer adam kahkahalarla gülmeye başlamış. Şeytan, adamın gülmesine şaşırıp sormuş:

"Peki sen niçin gülüyorsun?"

Adam cevap vermiş:

"Bu dünyada beceremediğim bir şeytan kalmıştı, onu da becerdim ya, boş ver gerisini!"