Fırsat buldukça eski gazetelerin arşivlerini karıştırıyorum.

Sorun ve çözüm.

İki sihirli kelime.

Tel tel dökülen bir kentte her alanda sorun çok ama çözüm yolları tıkalı.

Bu yüzden insanlar birer birer kaçmak istiyor.

Çünkü sorunlar çözümlenemediği gibi giderek artıyor.

Her alanda.

Her sokakta.

Her alanda tıkanıp kalıyoruz.

Ömrümüz projelerle geçiyor.

Paralar uygulanmayan veya uygulanabilirliği olmayan projelere gidiyor.

Avrupalı olma özentisi içinde nereye elinizi atsanız proje dolu.

İş uygulamaya gelince ortalarda kimse yok.

Zaman böyle geçiyor.

Yıllar hovardaca tüketiliyor.

İnsanlar gelip geçiyor.

Valilerin biri gidiyor diğeri geliyor.

Milletvekilleri değişiyor.

Belediye Başkanları değişiyor.

Siyasi temsilciler değişiyor.

İnsanlar değişiyor.

Yılları su gibi tüketiyoruz.

Gazete arşivlerine bakıyoruz.

Aynı şeyler, aynı söylemler, aynı temenniler.

Basiretsizliğin, beceriksizliğin, cücük beyinliliğin bu kadarı çok fazla.

Bu kentin insanı tüm bu işleri kendisine nasıl layık görüyor onu da anlamak mümkün değil.

Arşivlere, haberlere, yorumlara, demeçlere, siyasi söylemlere, sözlere bakınca koca bir yalan yumağının içinde dolandırıldığımızı daha iyi görüyoruz.

Tamam hepimizin hemfikir olduğu bir konu var.

Bu kent zor bir kent.

Coğrafi anlamda hizmet zor.

Ama coğrafi zorluklar inanın devede kulak kalmış.

Asıl zor olanlar, politikacılar, gelmiş geçmiş eski belediye başkanları ve yöneticiler.

Onların, kente ve olaylara sümsük bakışları.

Cesaretsiz oluşları.

Korkak bakışları.

Yalanları.

Bir yerden başlayamamış olmaları.

Kibirleri.

Kaprisleri.

Daha neler neler.

Hizmeti siyasetten üstün tutamamış, adaleti etiket gücüne göre dağıtmış, büyük işlerle değil cücük işlerle uğraşmış, kente katkı değil kendine katkı sağlamış ne kadar isim var meğer.

Bunları anlamak için arşivlere bakmak lazım.

O zaman bu kentin neden bu halde olduğunu anlıyor bu kafayla bir halt olmayacağını da görüyoruz.

Abartı gibi gelebilir ama kesinlikle değil.

Bu kenti kaplumbağalar yönetseydi ancak bu kadar olabilirdi.

Bunca tantananın arasında sorunlarına sahip çıkan, daha yaşanabilir bir kent olması için katkı vermeye çalışan yayın anlayışı içindeyiz.

Son 30-40 yıllık gazete arşivlerine bakınca bazen boşuna kürek salladığımızı görmek üzüyor.

Çünkü millette, siyasette, bürokraside, sokakta, medyada bu kafa olduğu sürece ne kendimizi, ne kentimizi değiştirebiliriz.

Birileri projeler sunar birileri onları dinler, birileri de onları yorumlar yazar çizer.

Ama sonuç genelde aynı olur.

Ömrümüz proje tartışmakla geçer.

Nereden nereye.

Her imkana sahip bir kent nasıl bu hale getirilebilir, nasıl bu kadar kötü yönetilebilir, insanları nasıl bu kadar kolay kandırılabilir.

Bunu anlamak gerçekten mümkün değil.

Yazıklar olsun..

Bin kere, yüz bin kere yazıklar olsun.

İnsanlar bu kentte üçer beşer göçmesin de ne yapsın?

Lafta kalır!

İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi´nden Prof. Dr. Erkan Özer´in de imzası bulunan raporda Fevkani Köprüsü´nün üst yapısının hasarlı olduğu, çelik yapının zarar gördüğü, bağlantı noktalarının zayıfladığı, kolon ve kirişlerinde paslanma görüldüğü, bu yüzden ya kapsamlı bir güçlendirme, ya da yıkılıp yeniden yapılması gerektiği belirtilmişti.

Üzerinden beş- altı sene geçti.

Dönemin Belediye Başkanı Secaattin Gonca bunu gündeme getirdiğinde ilk tepki köprü altı esnafından geldi.

Sonra da her şey ortada kaldı.

Çünkü esnafa alternatif hazırlanıp süreç hızlandırılamadı.

Bir sürü gereksiz konuya kafa patlatan çok değerli kent önderleri bu işleri gündemlerine bile almadılar.

Şimdi bir kez daha gündemde.

Vali Bey de ilgileniyor.

Ama bir şey değişmez.

Yeni bir inceleme yapılır, yeni bir rapor yazılır ve beklemeye alınır.

O arada Vali gider başka Vali gelir.

Kentte idareci olmayınca biz yine yazarız yine o zamanki Valiyi göreve çağırırız.

Ben size söyleyeyim.

O köprü bir tarafından çöküp orada üç beş kişi ölmeden ne oradaki esnaf böyle bir şey ister ne de kentte yöneticilik yapanlar böyle bir şeye cesaret edebilir!

Bu işler lafta kalır.