'Karaelmas Karasevdam' adlı kitabımda 'Köprüaltı' başlıklı bir yazım yer almıştı...

Bu yazıda Köprüaltı için şunları söylemişim:

"Ama asıl bu kavramla (Köprüaltı) anlatılan; Soğuksu ve Acılık semtlerini birbirine bağlayan, Eski Adliye Caddesi olarak isimlendirilen, dar sokağın adıydı köprü altı. Bir de elbette buna paralel, demir yoluna bakan arka tarafı.

[*] [*] [*] [*]

Çocukların gözünde şu tekerleme ile anılırdı, anlatılırdı "Köprüaltı Dünyası":

Sekiz sekiz on altı

Burası köprü altı

Lastik gibi uzarım

Fiyakanı bozarım

Gerçekte de, biraz böyle idi. Bitirimlerin, külhanbeylerin ağır delikanlıların, kumarın, esrarın dünyasıydı.

Kısaca, İstanbul'da Beyoğlu neyse, Zonguldak'ta Köprüaltı da oydu.

Benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda da bu yapısını az biraz koruyordu.

Ortaokul yıllarında, amcamın çalıştırdığı kahvehanede garsonluk yaptığım, üniversite yıllarında da kendi kahvehanemizde çalıştığım yıllarda; o dünyayı yakından gözlemleme, yaşayan tanıklarından dinleme fırsatım oldu.

Yıl 1972: Yer Köprüaltı. Hüseyin ve Şadan Çelikdal kardeşlerin kahvehanesi.

Soldan sağa; İlyas Sezer, amcaoğlu Ali Kaya, Hüseyin Çelikdal, Ben, Yusuf Bolek.

Köprüaltı; bilinenin aksine sadece bitirimhanelerin, kumarın, esrarın semti değildi. Elbette ki bunlar vardı. Ama kendisine has kuralları, kendisine has insanları, hatta kendisine has lisanı olan bir dünyaydı.

Bu dünyayı iyi tanıyan bir ağabeyle konuşurken, köprüaltını anlatacağımı söyledim. Hafızasını yoklamasını, anımsadığı isimleri, kişileri de bu yazıda anmak istediğimi söyleyince; yaşayanları ve ölmüş olanların akrabalarını rahatsız etme endişesini dile getirdi.

Bu endişeye ben de katıldığımdan, bu dünyadan hiçbir isim vermeyeceğim.

Ancak bu insanlar için şunu söylemek istiyorum:

Bu alemin insanları, elbette ki yasadışı işler de yaparlardı.

Silah taşırlardı. Kavga ederlerdi. Bolca kumar, az biraz da esrarla iç içeydiler.

Ama bugünün mafya özentilerinin yanında, her biri ermiş sayılırlardı.

[*] [*] [*] [*]

Bu alemin insanları, birer birer dünyayı terk etiler...

Alemin en son temsilcisi, kendi tanımlamasıyla 'Erzincanlı Kürt Hüseyin' de, 14 Mart 2018 tarihinde, 86 yaşında vefat etti.

Ölümünden önce Hüseyin Çelikdal ile, Elmas TVde yaymlanan bir söyleşi yapmıştık. Köprüaltını ve kendi yaşamını konuşmuştuk. Güzel ve uzun bir söyleşi olmuştu.

Burada söyleşinin bütününü vermek mümkün değil...

Belirli bölümlerini vermekle yetineceğim.

Söyleşinin bütününü, https://youtu.be/2DpJr3DiYJg adresinden izleyebilirsiniz.

  • [*] [*] [*]
  • - Hüseyin Abi, biraz kendini tanıtır mısın?

    - 1935 doğumluyum, 83 yaşındayım. Okul olarak, mahallede okul olmadığından, Gazi Mustafa Kemal'de başladım. Biraz yaramazlık, biraz da fakirliğin verdiği ezginlikle hep kavga ettim. Bu yüzden okuldan okula sürgün ettiler beni. Babam Lavuar'dan emekliydi. Atlarımız vardı. E.K.İ.'nin, işçilerine verdiği kömürleri taşırdık. Ben de babama yardım eder, atları çekerdim. O zamanlarda atçılık önemli bir işti, iyi para getirirdi. Bir at, bir Mercedes kadar kıymetliydi.

    - Biraz eski AcıIık'tan bahsedelim mi? Nasıl bir yerdi?

    - Acılık en tehlikeli yerdi. Eski Adliye ordaymış. Şimdi belediye hamamının olduğu yerde imiş... Cezaevi de Acılık Sanayi Sitesi'nin olduğu yerdeydi. Kozlu Dolmuş Durağı, Kamyoncular ve Devrek Durağı ordaydılar.

    - Hüseyin abi, bir de üçkağıtçılar vardı. Devrek durağında, Köprüaltı'nın Soğuksu çıkışında. Onları anlatır mısın?

    - Evet vardı. Ama daha çok Alpaslan Sokak'ta üçkağıt atarlardı. İkisi kırmızı, biri siyah kart atarlar, siyahı bulan kazanırdı. Buranın köylüleri çok düşkündüler bu işe. Miyancıları vardı. Siyahı bulur, kartın ucunu, seyredenlere, göstererek kırarlardı. Ama üçkağıdı atan adam, el çabukluğu ile bu kartı düzeltir, boş kağıdı kırardı. Keriz de parayı buraya basar, kaybederdi. Maaşı kaybederlerdi. Biz de, yaşımız ufaktı ama gözcülük yapar, polis gelirse haber verirdik. Bize de biraz harçlık verirlerdi.

    - O yıllarda kaç yaşındaydın?

    - On üç, on dört yaşındaydım. Hem ilkokula gidiyor, hem de at çekerek babama yardım ediyordum.

    - O yıllardan askere gidene kadar neler yaşadın?

    Bir gün hava çok soğuk, kar yağıyor. Babam kömür dolduruyor. Ben de biraz ısınmak için oradaki kahveye girdim. Kahvede bir belediye zabıtası var. Beni gürünce; "Çocukların kahveye girmesi yasak. Çık dışarı" diye azarladı. Zabıtaların da o zaman forsları fazla. "Biraz ısınıp çıkacağım" dedim. "Olmaz. Hemen. Çık dışarı pis kürt, kızılbaş!" dedi. Beni ensemden tutup dışarı attı.

    Çok ağrıma gitti, ama ufağım, bir şey yapamadım. Babamın yanına gittim. Atları doldurmuş beni bekliyor.

  • "İşim var, ben gitmeyeceğim" dedim. Kafama koydum, o adama bir şey yapacağım. Dolaşırken bir karpuz sergisinde bir bıçak gördüm. Onu aldım, kahveye girdim.

    "Ulan söyle şimdi; kim kızılbaş, kim ana bacı tanımıyor!" dedim. Bıçağı salladım, bir iki üç... Ayağa kalkmaya çalışınca, iteledim. Sobayla beraber yere devrildi. Tabii ben volta.

    Kim yaptı kim etti: 'Erzincanlı Kürt Hüseyin'.

    Böylece ilk vukuat...

    [*] [*] [*] [*]

    Vukuatlar sürer...

    Birkaç kez hapse düşer.

    Annesi kurtuluşu askerlikte bulur. Şubeye gider, asker olmasını sağlar.

    Askere gider ama orada da vukuatlar sürer.

    Kendisine haksızlık yaparak tokat atan çavuşu ve bir onbaşıyı döver.

    Çıktığı mahkemede hakimle de kavga eder.

    On dört ay ceza alır.

    İnzibat dövmek, kavga etmek...

    Hasılı; iki yıl olan askerlik, dört yıl yedi ayda biter.

    Evlenir.

    Askerlik sonrası Köprüaltı alemi...

    Kendi deyimiyle 'Kürt Hüseyin' olarak bayrağı yeniden diker.

    Dediğim gibi; söyleşi uzun.

    Bazı bölümleri vermekle yetineceğim...

    [*] [*] [*] [*]

    - Hüseyin Abi, sahiden Köprüaltı var mıydı?

    - Vardı...

    - Yani 'Köprüaltı Alemi' diye bir şey var mıydı?
    - Hem de alemin en güzeli vardı...

    - Peki bu alemin kuralları neydi?

    - Herşeyden önce; saygı. Büyüğüne de saygı, küçüğüne de saygı... Terbiyesiz konuşmak yok, kalp kırmak yok. Milleti kandırmak yok. Delikanlılığın sermayesi, dürüstlüktü. Delikanlılık aleminde, yanlış yapan yaşayamazdı.

    - Hüseyin abi; bir de o yıllarda 40-50 bin işçi vardı. Para boldu, kumar da oynanırdı. Ondan bahsedelim mi?

    - Doğru... Her kahvede kumar oynanırdı, onların dışında kumar mekanları, açılışlar vardı.

    - Açılışları anlatır mısın?

    - İhtiyacı olanlar, içeriden çıkanlar, içeri düşenler, hastası olanlar; toplanır, gün yapardık. Kumar oynanır, masrafların dışındaki hasılat, ihtiyaç sahiplerine verilirdi.

    - Bir çeşit dayanışma yani. Kumar olarak ne oynanırdı?

    - Zar, kılıç, poker oynanırdı. Ama daha çok zar atılırdı.

    - Bu zar işindeki kurallar nedir?

    - Hepyek, ikibir, dubara, dört car kaybeder. Düse, dübeş, düşeş, şeşbeş kazanır.

    - Bu açılışlara dışardan gelenler de olur muydu?

    - Tabi olurdu. Mesela hatırladıklarım; Ankara'dan Kürt Ahmet ve arkadaşları Adapazarı'ndan Abaza Hikmet ve çevresi, Ereğli'den Oflu Yılmazlar, İstanbul'dan da gelenler olurdu. Biz de oralardaki açılışlara giderdik.

    - Bir de horoz dövüşleri vardı değil mi?

    - Evet, vardı... Ben de bizim kahvenin üstünde dövüştürürdüm. Arnavut Besim'in kahvesinde, Ontemmuz'da Civeleklerin kahvesinde de yapılırdı. Bir çeşit bahis oyunuydu. Bu bir hastalıktı... Bir kere Rabb-ül Alemin bu Hint Horozunu dövüşmek için yaratmış. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz dövüşmeye başlar. Ben de çok düşkündüm. İyi bir horoz için Sivas'a kadar gidip, horozu aldığımı bilirim...

    - Alemden kimleri hatırlıyorsun?

    - Katip Ali, Sotkalı Kemal, Arnavut Besim, Oflu Hasan, Hikmet Abi, Alişan Abi; şu anda aklıma gelenler... Bunlar, iyi delikanlılardı... Ufak tefek anlaşmazlık, kavga olursa; araya girilir, düzeltilirdi. Büyüklerin sözü dinlenirdi... Yani Köprüaltı hem belalı, hem huzurlu yerdi. Çok arkadaşım, en az yedi-

    sekiz arkadaşım; vuruldu, öldürüldü. Kimine pusu kurdular, kimini kiralık katillere vurdurdular. En zoruma giden bu oldu. Bunlara çok üzüldüm. Ben hiçbir zaman birini öldürmeyi düşünmedim. Çok dövdüm, ayağını, kafasını kırdım; ama öldürmedim.

  • Bir de delikanlı aleminden olup, başka yerde içeri girip, Zonguldak hapishanesine gelenlere de yardım ederdik. Mesela Diyarbakırlı Halef Avdan gelmişti. Şeytandan dört gömlek daha zeki idi. Bucak aşireti ile tek başına mücadele etmiş, yürekli biri. Ona da epey yardımımız oldu.

  • - Hüseyin abi, güzel bir söyleşi oldu. Teşekkür ederim. Son olarak ne söylemek istersin?

    - Eziyet ile büyüdük, çile ile büyüdük, vurduk, vurulduk, dövdük, yattık, çıktık, düştük, kalktık, bugünlere geldik. Şimdi yaşlılığın tadını çıkarıyorum. Çok badireler atlattım. Aç kaldım, açıkta kaldım; ama insanlığımdan asla taviz vermedim. Benim bir adım da 'Açlık Ağası'dır...

    - Ne demek o?

    Ağaların, beylerin, zenginlerin yapamadığını yaptım. Hapishanede garibanlara yemek çıkarırdım. Benim fabrikam, param yok. Zenginliğim yok, elde avuçta yok... Ama bu da benim becerim...