Değerli okurlarım; bilindiği üzere, Suriye sorunu, yıllardır ülkemizin en önemli gündem konusunu oluşturmaktadır. Son yapılan Barış Pınarı askeri harekatı, içte ve dışta, bu konuya olan ilginin çok daha artmasına neden olmuştur.

Devletimizin ve milletimizin, sadece bu günlerini değil, gelecek on yıllarını da etkileyecek olan bu sorunun ve yürütülen askeri harekatın, ülke içindeki her ortamda ve düzeyde, konuşulup tartışılması; taşıdığı önemin bir gereğidir.

Ancak koskoca Amerika Birleşik Devletleri, Fransa gibi ülkelerin ve liderlerinin, Türkiye'nin Suriye'de yapmakta olduğu haklı mücadele ve sorun ile neden bu kadar ilgilendiklerinin, tivitlere, demeçlere bu kadar zaman harcamalarının nedenlerini anlamak çok zor! Bu ülkelerin Türkiye'den başka konuşup tartışılacakları konuları, sorunları yok mudur? Merak etmemek de elde değil!

Ülkemizde de, siyasetçilerin ve ulusal düzeydeki ilgili uzmanlarının bu konuda söylediklerini, sabah-akşam, devamlı dinlemekte ve yazdıklarını okumaktayız. Yöresel düzeyde bir sanatçı (!) olarak nitelendirebileceğinizi sandığım bu satırların yazarı da, bu konudaki bazı düşüncelerinin ve değerlendirmelerinin sizlerle paylaşmasının, bu günlerin atmosferine uygun olacağını düşünmüştür. İnşallah, uzmanlık alanı olmayan bir konuda yazı yazarak ukalalık yapmış olmamıştır.

Kahraman askerlerimizin, her zaman olduğu gibi başarı ile gerçekleştirdikleri bu harekat ile ilgili olarak, mücadele edilen terör örgütü mensupları ve onların destekçileri dışında, ülke çapında, "Bu konuda, ülkemiz sonuna kadar haklıdır!" deme noktasında, iktidarı ve muhalefeti ile tüm vatandaşlarımız arasında, tam bir birlikteliğin olması sevindiricidir.

Ancak konuda, sorunun başlangıcından itibaren, Sayın Cumhurbaşkanı ve onun gibi düşünüp değerlendirenler ile karşısında olanlar arasında önemli bir noktada görüş ayrılığı olagelmiştir:

Sayın Cumhurbaşkanı ve onun gibi düşünenler, "Milyonlarca vatandaşını katleden ve milyonlarcasını yerinden-yurdundan eden, Rusya ve İran'ın desteği ile ayakta durabilen mevcut yönetim ve lideri ile üst düzey görüşmenin bir anlamı ve gereği yoktur. Biz onu ayakta tutanlarla ve onlar vasıtası ile, gerektiğinde konuşup-görüşmekteyiz" mealinde bir düşünce ile hareket etmektedirler.

Karşısında olanlar ise, "Başta sığınmacıların yurtlarına dönmesi ve Barış Pınarı harekatı olmak üzere, Suriye konusunda yaşanan tüm sorunların, ülkemiz açısından en az zararla hallinin, bu ülkenin Birleşmiş Milletler'deki temsilcisi olan mevcut yönetimi ve onun lideri ile konuşulup-görüşülerek, işbirliği yapılarak mümkün ve de doğru olabileceği; rejimin görüşülüp konuşulmayan mevcut lideri, İstanbul'un ortasında bir gazetecinin kafasını keserek yok edenlerden, yıllardır mücadele ettiğimiz terör örgütünü aylığa bağlayan ve arkasında olan; haklı mücadelemize en sert tepkileri gösteren devletlerden ve onların liderlerinden daha mı kötüdür?" şeklinde özetlenebilecek bir düşünceye sahiptirler.

Kim bilir; belki de Sayın Cumhurbaşkanımızın bu tutumunda, bu kadar kararlı olmasının bir nedeni de; Rusya ve İran, rejimin koruyucu garantörü iken; Türkiye'nin de, içteki ve dıştaki milyonlarca rejim muhalifinin, rejime karşı korunmasının garantörü konumunda olmasındandır.

Sayın Cumhurbaşkanının, hem Suriye Milli Ordusu gibi bir bölümü ile cephede ve başka ortamlarda işbirliği içinde olduğu bu muhalif kitlenin garantörü olmanın, hem de garantörü olduğu kitlenin baş düşmanı ile işbirliği içinde bulunmanın uygun ve etik olmayacağını düşünerek böyle hareket etmiş olabileceği de düşünülebilir.

Hangi ırktan ve inançtan olursa olsun, konuyu bildiği halde, Suriye konusunda bu kadar fedakarlıklara katlanan Türkiye'yi işgalci olarak nitelendirenlerin, haksız görenlerin; vicdan, hak, adalet duyguları taşıdığını söylemek mümkün değildir. Onların bu tutum ve davranışları, bu evrensel değerlerden yoksun olmalarının da bir kanıtıdır.

Özellikle, yakın ve uzak batının, haklılığını gücünden alan sömürücü devletlerinin bu haksız, hukuksuz suçlamalarının ve tepkilerinin, ülkemiz ile ilgili çok uzun yıların birikimi ile oluşan olumsuz algılarından ve ön yargılarından kaynaklandığını söylemek zor değildir.

Bu noktada, belki;

[*] Sayın Cumhurbaşkanımızın karşılaşılan haksızlıklara olan ve çoğu zaman, 'Eyyy!' ile başlayan başkaldırı söylemlerinin ve (Rusya'dan füze alımı gibi) onların hoşuna gitmeyen icraatlarımız,
[*] Başta terör ve hırsızlık örgütü FETÖ olmak üzere, mücadele ettiğimiz tüm terör örgütlerinin ülkemiz aleyhine, bu ülkelerdeki faaliyetleri,
[*] Filistinlilerin haklarının korunması ile ilgili eylem ve söylemlerimiz nedeniyle İsrail ile ilişkilerimizin bozulmuş olması,
[*] İktidarın, "Biz dindar nesiller yetiştireceğiz" söylem ve icraatlarının amacının; IŞİD benzeri, baş kesen, cihatçı nesiller yetiştirmek olmadığının anlatılamaması,
[*] Rusya ve İran ile olan birlikteliklerden kaynaklanan hoşnutsuzluklar,
[*] Ülkemizde, Cumhurbaşkanlığı sisteminin tam oturmaması, adalet ve demokrasi ile ilgili işleyişte yaşanan olumsuzlukların dışarıya olan yansımaları,
[*] Ülkemizin Kıbrıs çevresindeki sondaj faaliyetleri,

gibi hususların; bu son zamanlarda ülkemize gösterilen olumsuz tepkilerin ve suçlamaların şiddetinin artmasında etken olduğu söylenebilir.

Değerli okurlarım; gücünü ağa olmaktan alan, hak-hukuk tanımayan bir ağa; adamlarını, uşaklarını döven bir kişiyi cezasız bırakmaz. Bırakırsa, ağalığını çizdirmiş olur. Burada uşakları dövülen ağalar, terör örgütünün arkasında olanlar; döven de Türkiye'dir.

Oluşturulması hedeflenen ve gerçekleştirilmekte olan güvenli bölge ile ilgili olarak; Amerika Birleşik Devletleri ile ülkemiz arasında varılan mutabakatın, onların bu dövme (yaptırımlar) ile ilgili girişimlerini durdurma ya da şiddetini azaltma açısından, ülkemiz için çok hayırlı, yararlı ve başarılı bir sonuç olduğuna inanıyorum. İnşallah yürür ve kalıcı bir çözüme yardımcı olur.

Her şerde, her musibette bir hayır olduğu söylenir. Yaşadığımız ve karşılaştığımız bu son musibetlerin de; ülkemizin, olumsuz da olsa dünya gündeminde yer alması ile daha fazla tanınması, vatandaşlar arasındaki birliktelik duygularının güçlenmesi; dostunu, dost olmayanlarını, dost görünenlerini tanıması, din-iman kardeşliği yolundaki emeklerin sonucunun görülmesi gibi yararlarından söz edilebilir.

Böyle zamanların; geçmişte yapılan hataları araştırma, suçlu arama, sen haklı, ben haklı deme, particilik yapma, kutuplaşma zamanı olmadığını söylemeye gerek yoktur. Yapılması gereken, yaşananlardan dersler alınması; büyük komutan ve devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün içeride ve dışarıda başlattığı ve açtığı yolu, demokrasi ve adalet vasıtaları ile otoban haline getirerek aynı istikamette devam etmektir.

Başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, bu savaşın cephe gerisinde mücadeleyi yöneten yöneticilerimize ve sahada mücadele eden tüm askerlerimize ve onlara destek olanlara Allah'tan başarılar dilerim.