"Zonguldak Yelken Kulübü" kurucularından ve ilk başkanı, "Zonguldak Eğitim Kültür Vakfı" eski başkanı, "Tenis İhtisas Kulübü" kurmaylarından Zafer Kalafat Ağabeyle bir konu üzerinde konuşurken, sohbettin bir bölümünden sonra, "Kısmet" isimli yelkenli teknesiyle dünya turunu tamamlayan, ilk Türk ünvanına sahip Sadun Boro ve eşi Oda Boro ile Zonguldak'ta bir yemekte bir araya geldiklerini öğrenince dikkat kesildim... Dünya sularını dolaşmış bir teknenin ve mürettebatının Zonguldak sularında bulunması kent hafızası ve kültürü yönünden önemliydi. Konunun Zonguldak için önemli olduğunu ve ayrıntıların paylaşılması gerektiğini söyledim... Kendisi de bu konuda duyarlı ve ilgili davrandı. Sadun Bora ile aynı yemek masasında arkadaşı Recep Perk ve Recep beyin babasının da bulunduğunu, kendisiyle iletişime geçip onunda bu konudaki notlarını alacağını söyledi.
Ne tesadüftür ki, bu konuşmanın olduğu gün, Sadun Boro'nun 3 yıl sürecek dünya turunun başladığı tarih olan 22 Ağustos 1965 gününün yıldönümüne de denk gelmesiydi.

SADUN BORO KİMDİR?

1928 senesinde İstanbul, Erenköy'de doğdu. Çocukluk ve gençlik yılları Caddebostan ve Marmara Kıyılarında geçti. Denizcilik hayatına önce sandalla başladı; liseye geçtiği yıl ilk yelkenli teknesine sahip oldu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdikten sonra, 1948'de İngiltere'ye gitti, Manchester Üniversitesi'nin Tekstil Mühendisliği Bölümü'nü bitirdi.


1952'de "Ling" adlı 11 metrelik bir yelkenli ile ilk açık deniz, Atlantik aşırı yolculuğunu bir İngiliz ile beraber gerçekleştirdi. O zaman Cumhuriyet Gazetesi'nde tefrika olan bu gezinin anıları 2004 yılında "Bir Hayalin Peşinde" adlı eserinde yayınlandı. En büyük hayali; gönderinde Türk bayrağı olan kendi yelkenlisi ile dünya seyahatine çıkmaktı. 10,5 metre boyunda keç armalı "Kısmet", 1963 yılında Salacak'ta, Athar Beşpınar'ın atölyesinde kızağa kondu.

1965 yılında Alman asıllı eşi Oda ile beraber dünya seyahatine çıktı. Kısmet'e mürettebat olarak Kanarya Adalarında kedileri "Miço" katıldı. Üç yıla yakın süren bu yolculuğun anıları önce Hürriyet Gazetesi'nde yayınlandı, Türkiye'ye dönüşlerinde muhteşem bir kutlama töreniyle karşılandı. 15 Haziran 1968 günü İstanbul'a dönüş günü bir bayram havasında gerçekleşti... Seyahat sonrasında ise "Pupa Yelken" adıyla 1969 yılında kitap olarak basıldı. Boro ailesi 1977-79 yılları arasında, o zaman 8 yaşında olan kızları Deniz'le beraber Karayip Adaları'nı, Amerika'nın doğu sahilerini gezdi. Bu seyahetin anılarını "Fora Yelken" isimli kitabında yayınladı. Kısmet'in Dümen Suyunda" ise Türkiye ve komşu kıyılarındaki seyahatlerini derlediği kitabıdır.

1980 yılından itibaren Bodrum'ya yaşamış olan Sadun Boro, özellikle Gökova, Göçek gibi Güney Ege koylarının korunması için çok çalışmıştır. Bir diğer hayali olan Türkiye kıyıları için kılavuz kitabı "Vira Demir" alanındaki en kapsamlı eserdir. Boro, kitapları, gazete ve dergilere yazdığı sayısız yazı ile genç kuşağa deniz ve doğa sevgisini aşılamayı amaç edinmiş, onlara örnek olmuş bir denizcidir.

Boro ailesi 45 yıl boyunca gezdikleri, içinde yaşadıkları tekneleri "Kısmet"i 2010 yılında İstanbul'daki Rahmi Koç Müzesi'ne bağışladılar. "Kısmet" 2011 yılından itibaren müzede sergilenmeye başlanmıştır.

Sadun Boro, 2015 yılının 5 Haziran sabahı martılar eşliğinde ebediyet denizlerine açıldı. Vasiyeti teknesini bağladığı Gökova'nın Okluk Koyuna gömülmekti, özel izne tabii isteği yerine getirilene kadar, Karacasöğüt Köy Mezarlığı'nda, çok sevdiği Gökova cennetinde istirahat etmektedir.

SADUN BORO VE KISMET ZONGULDAK LİMANINDA...
(Recep Perk'in kaleminden...)

1989 yılı Temmuz ayında, kardeşim ve benim işlerimizin İstanbul'da olması nedeni ile babamın 1940 yıllarının sonlarında geldiği ve o tarihe kadar yaşadığımız, benim doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum ve çalışma yaşamına başladığım kent olan Zonguldak'tan temelli ayrılmak durumunda kaldık. Bu kenti hepimiz çok sevmiştik. Sanıyorum Temmuz ayının altısında Deniz kulübünün karşısında kiracı olarak oturduğumuz Maden mühendisi Cavit Özkan ağabeyimize ait evi boşaltmak için babamla birlikte Zonguldak'a geldik, o akşam kentteki son akşamımız olacaktı dile kolay ben 30 yıl yaşamıştım babam ise 40 yıl bu kentte, o nedenle içimiz biraz buruktu.

Ben akşam üzeri çarşıdan yürüyerek Fener'e çıkarken limanda çokta alışkın olmadığımız tarzda yelkenli bir tekne gördüm, liman içerisinde alargada idi (Ortada demirli), alacakaranlık ve uzaklık nedeniyle ismini okumak mümkün değildi, denizcilikle çocuk yaştan beri ilgilendiğimden tekneyi Kısmet'e benzettim, zaten abonesi olduğum Yelken Dünyası Dergisinde de Sadun Boro'nun bir Karadeniz gezisi planladığını okumuştum ama emin olamadım çünkü basında bununla ilgili hiç bir haber okumamıştım. Akşam yemeğini babam ve arkadaşım Zafer Kalafat'la beraber Fenerde B tipi dediğimiz Mühendisler Lokalinde yemeği planlamıştık, babam ve Zafer ile Tenis Kulübünün önünde buluştuk, kulübün önünde, üzerinde genelde herkesin üzerine çıkıp denize baktığı yaklaşık 50 cm yüksekliğinde bir yükselti vardır, onun arkasında bir bey ve hanım denize bakıp konuşuyorlardı, artık tereddütüm kalmamıştı, limandaki tekne Kısmet, denize bakanlar da Sadun Boro ve eşi Oda Boro idi. Cesaretimi toplayıp yanlarına gittim, hoşgeldiniz dedim, limanda Kısmet teknesini gördüğümü ama emin olamadığımı söyledim, sizleri görünce artık eminim dedim... Kendilerini tanımamdan memnuniyet duydular.

Zafer ve babamda sohbete katılınca laf lafı açtı. Babam da Sadun kaptan gibi Kadıköylü ve yaşıtı olduğundan ortak anılar derken onları da yemeğe davet ettik. Yemek esnasında Sadun kaptan benim sorularıma bıkmadan yanıt verdi, kendisine onun ikinci teknesi olan Harun Bey yapımı "Harem" yelkenlisinin kuzenim Caner Ersoy'da olduğunu, onunla yelken yapmaya başladığımı anlattım. Sadun bey tekneyi Burgaz Adada alargada gördüğünü ve çok bakımlı olduğu için sahibini merak ettiğini, bunu öğrendiğine çok memnun olduğunu söyledi. 1938 yılı yapımı olan Harem 7,5 metrelik boyu yaklaşık bir tonluk salması ile sağlam, yelken donanımı iyi ama hiç konforu olmayan bir tekneydi. Kuzey Ege'de hala faal durumdaymış. Sadun bey Zafer ile konuşurken Ayvalık'tan eski dostu Muvakkaf Girgin beyin damadı Cüneyt Özçelik'in de Zonguldaklı olduğunu söyledi tesadüf bu ya Cüneyt, Zafer'in karşı komşularının oğluydu. Benim de iyi arkadaşımdı böyle bir bağlantıda ortaya çıkınca sohbet daha içten bir hale geldi...

Rüyada gibi idim çok sevdiğim Zonguldak'taki son gecem de benim gibi Amatör denizcilerin idolü olan efsane Türk denizcisi Sadun Boro ile beraber yemek yiyor, sohbet ediyordum.
Sadun kaptan da bizim gibi Zonguldak'tan ertesi gün ayrılacak Karadeniz'e, Hopa'ya kadar uzanan bir yolculuk yapacaktı, planı sabah erkenden demir almaktı. Bizi kırmak istememekle beraber havanın durumunu da göz önüne alarak yavaştan kalkalım istiyordu. Daha yemeğe otururken Oda hanım havanın çokta iyi olmadığını, rüzgarın Temmuz ayı için fazla olduğunu söylemişti, ben de Zonguldak'ta akşam üzerleri hep rüzgar olur ama birazdan hava kalır demiştim. Oda hanımda bu sefer öyle olmayacağını rüzgarın devam edeceğini söylemişti, içimden dünya denizlerini tanıyabilirsiniz ama bizde yıllardır Karadeniz'de yaşıyoruz, bu bölgeyi iyi biliriz hava birazdan kalır diye geçirmiştim... Ama Oda hanım haklı çıktı hava esmeye devam etti bende mosmor oldum... Daha sonraki karşılaşmalarımızdan birinde bunu kendisine itiraf ettim uzun uzun güldü ve bana bulutların durumu ile ilgili küçük ama benim daha sonrasında da işime yarayacak bir ders verdi...


Maalesef iyi şeyler çabuk biter, onlarda bizde ertesi sabah yola çıkacak olduğumuzdan çok geç olmadan toparlanmalıydık, ben kendilerini araba ile limana bırakabileceğimi söyledim birlikte limana gittik. Tekne alargada olduğundan rıhtıma küçük dingileri ile çıkmışlardı. Sadun kaptan bana Kısmet'in içini görmek ister misin dedi? bayılırım dedim... Oda hanıma sen biraz rıhtımda oyalan, dingi üçümüzü almaz, ben Recep'i tekneye götüreyim onu geri getirir seni alırım dedi, ben ayıp olur dediysem de o Israr etti dingiye bindik. Sadun kaptan küreklere asıldı, tekne yakındaydı. Hemen güvertesine çıktık, bana tekneyi ve içini gösterdi, kızları Deniz'in yattığı küçük yatağı ve diğer ayrıntıları, tekne ahşabın tüm güzelliğini yansıtan konforu olmayan ama sağlam çok denizci, insana güven veren bir tekneydi, hayran kalmıştım... Rüya devam ediyordu. Sadun kaptan bana dünya seyahatini anlattığı ve adıma imzaladığı Pupa yelken kitabını da üstelik Kısmetin kamarasında armağan edince mutluluğum zirve yapmıştı...

Beni sahile götürdüğünde vedalaştık, ertesi gün onlar tekne ile evimizin önünden geçerken el feneri ile sinyal verip uğurlayacağımı söyledim, sabah beş gibi oradan geçeriz ama çok erken, kalkma dedi Sadun kaptan ve tekrar görüşmek üzere deyip ayrıldık... Eve geldiğimde oldukça yorgun olduğum için hemen uyudum sabaha karşı uyandım ve aklıma geldi. Eyvah, Sadun kaptana söz verdim, onları saat beşte uğurlayacaktım diye, hemen fenerimi aldım balkona koştum. Kısmet puslu sayılabilecek bir havada motor yelken B tipinin olduğu burnu bordalıyordu, hemen feneri yakıp söndürdüm, Sadun kaptan da fenerle karşılık verdi. Karadeniz'e rota tuttu...

Daha sonra Sadun kaptan ve Oda hanımla hem İstanbul'da hem Bodrumda bir kaç kez bir araya geldik, hatta bir seferinde onlar Gölköy'de demirliyken, teknelerine yüzerek gitmiştim. Oda hanımda bana kahve ikram etmiş güzel sohbet etmiştik beni her gördüklerinde Zonguldak'taki akşamı anarlar ve Zaferi sorarlardı, ismini unutsalar bile Cüneyt'in komşusu TTK da çalışan mühendis arkadaş diye ve Zafer'e selam yollarlardı.


Sadun Kaptanı en son Fenerbahçe marinada bir Şubat günü gördüm İstanbul'da... Yıllardır yaşayanların bile görmediği müthiş bir Lodos fırtınası vardı, deniz kabarmış iskelelerin üzerine çıkmıştı. Ben herhangi bir hasar var mı diye marinada bağlı tekneme bakmaya gitmiştim, o karmaşada kendisini yolda gördüm ama acelem olduğundan selam verip konuşma olanağı bulamadım zaten oraya da zorlukla gitmiştim, tahminim o da bu durumu merak edip marinaya gelmişti, efsane denizci bu durumu yerinde görmek istemişti.


Sadun kaptan Yelken dünyası isimli şimdi artık çıkmayan dergide Karadeniz seyahatini detaylı olarak anlatmış, Zonguldak'ta kaldığı bir geceden de bir kaç cümle ile de olsa bahsetmişti. Türk denizcilerine öncelikle hayallerine yelken açmasına önderlik eden büyük ustayı saygı ve sevgi ile her zaman anıyoruz, derin maviliklerde ışıklar içerisinde uyusun.

SADUN BORO VE KISMET ZONGULDAK'TA...
(Zafer kalafat'ın kaleminden Sadun Boro...)

Arkadaşım Recep Perk, Sadun ve Oda Boro ile karşılaştığımız çok güzel bir Zonguldak akşamında, güzel bil bir rakı masasında, o efsane denizcilerin anılarını hayranlıkla dinlediğimiz akşamı içtenlikle anlatmış. Benim de belleğimde efsane denizcilerle hem de bir yemekte birlikte olmanın müthiş hazzı önemli bir yer tutar. Belki de deniz ve denizciliği çok sevmemin, o sohbetle daha bir geliştiğini söyleyebilirim. Çocukluğumun Fener mahallesinde denizle iç içe geçmesi, karşı lojmanda oturan çocukluk arkadaşım Dr. Hasan Tonyalı ile yaptığımız Gabro ismini verdiğimiz bot-tekne ile denizle haşır neşir olmamız, her fırsatta denizde olma isteğim, 2009 yılında Zonguldak Yelken Kulübünün kurulmasıyla taçlandı. Bekir Atalay, Ümit Yönet, Aziz Şua Tortu, Cemil Kaya, Ertuğrul Engiz ve Koray Özkaynak arkadaşlarımla beraber kurduğumuz kulübün ilk yönetim kurulu başkanlığını yaptım.


Recep Perk arkadaşım ise, 1971 yılında babasının aldığı şişme bir botla başladığı ve çok sevdiği denizcilikten hiç kopmadı. İstanbul'a yerleştikten sonra İstanbul Yelken Kulübüne üye oldu, faaliyetlerine katıldı. İlk olarak 1989 yılı yapımı Fibrotek marka, Deniz isimli bir Nordic 21 tekne sahibi oldu. Sonra tekneyi biraz büyüttü, Atila isimli bir Nordic 25 sahibi oldu. Son olarak ise Jeanneau 29, Ada Mavi isimli iki yelkenli bir tekne sahibidir. Bu tekne ile fırsat buldukça İstanbul sularında yelken yapmaktadır.

SADUN BORO'NUN KARADENİZ GEZİ NOTLARI...

Evet, belki garip gelecek ama, bu bizim Karadeniz'e ilk gezimizdi. İlk defa 1975 yazında niyetlenmiştim. O sıralar henüz emekli olmamıştım. Yıllık iznimi Karadeniz'de geçirmeyi, gezebildiğim kadarıyla gezmeyi istedim. Tüm haritaları alıp inceledim. Bir iki yer hariç, hiç tabii koy yoktu. Hep liman veya balıkçı barınaklarında kalmak zorundaydım. Bütün yıl boyu şehir hayatı, kalabalık bir ortamda ömrüm geçiyor. Bir de tatilde, mendirek arkasında, patırtılı liman hayatını gözüm tutmamıştı. Vazgeçip Marmara'yı gezdim. 1976'da emekli oldum. Amerika seyahati, dönüşte Bodrum'a göç... Ege kıyılarını dolaşmak da bir on yılımızı aldı. Kısacası, kısmet 1989 yazıymış...

İstanbul'dan çıktık, Şile, Kefken, Ereğli, Zonguldak, Bartın deresi, Amasra, Cide, İnebolu, Sinop, Samsun ve öyle devam ettik Sarp'a kadar. Ünye'den itibaren de bütün sahil şeridini denizden olduğu gibi karadan da gezdik. Toplam iki buçuk ay sürdü.

Hemen şunu söyleyeyim, Karadeniz'i gezip gördükten sonra, bu kadar geç kalmakla ne büyük hata yaptığımızı da anlamış olduk. Bütünüyle rüya gibi bir yolculuk oldu. Samimiyetle belirteyim ki, bu kadar kısa bir süre içinde, böyle zevkli, anlamlı ve her günü dolu-dolu yaşanmış bir yolculuk yapmadım desem doğrudur! Karadeniz'de tabiatın zenginliğinden hep sitayişle bahsedilirdi. Ama bu kadar zengin bir tabiatla karşılaşacağımı doğrusu hiç tahmin etmemiştim. Hemen deniz kenarından başlayıp bazı yerlerde dik, bazen tatlı bir meyille yükselen dağlar, tepeler, nasıl bir yeşille süslenmiş görmeden tahayyül etmek imkansız. Hele doğuya doğru gittikçe, önce fındık bahçeleri, sonra çay fidanları, çam ve kestane ormanları, bu yeşilliğin arasında seyrek kırmızı damlı evler, aralarında sararmış mısır tarlaları... Karadeniz kıyılarında, seyre tehlike teşkil edecek kayalar ve döküntüler sahilden pek açılmaz. Hemen hepsi çeyrek mil, bilemediniz yarım mil mesafe içinde kalır. Dolayısıyla birçok yerde sahile yakın seyredebilirsiniz. Böylece kıyılardan tepelere kadar yükselen o nefis doğayı yakından görme fırsatınız olur.

Karadeniz mi güzel, Ege mi? Bu soruyla sık sık karşılaşıyorum. Bence ikisi de apayrı çerçeveler içinde ele alınacak yerler. Öyle basit bir kıyaslama yapılamaz. Yat turizmi açısından, bir denizci gözü ile bakarsanız, Ege'nin değil Türkiye'de, dünyada bile bir benzeri bulunamaz.Tanrı dünyayı halkederken Ege'yi nakşetmiş derler. Ben de ilave ediyorum: Karadeniz kıyılarını da yeşille tezyin etmiş. Yaz boyunca tek bulut dahi göremediğiniz Ege'nin o masmavi gökyüzünü, güneşini, beş kulaç suda yatan zincirin halkalarını bile sayabildiğiniz o parıl pırıl denizini Karadeniz'de bulamazsınız elbette. Ama Ege'nin bunaltıcı sıcak günlerine mukabil, Karadeniz'in püfür püfür yaylalarında, serin günler ne güzel bir değişiklik olur...

Yaylalarını görmeyen bir insan, Karadeniz'i görmemiş demektir. O yaylaların güzelliğini anlatmak gerçekten zor. O ormanlar, dereler, şelaleler... Bir film mi, rüya mı yoksa gerçek mi diye düşündürüyor insanı. Özellikle Kaçkar Dağı eteklerindeki Çamlı Hemşin ve Ayder yaylalarındaki doğanın haşmetine hayran kaldık. Utanarak söyleyeyim ki, ben Ayder Yaylası'nın adını daha bundan iki yıl önce duymuştum. Yani benim ülkemde böyle bir cennet köşesi olduğunu iki sene evveline kadar bilmiyordum. Gittiğimde gördüm ki, yabancı turistler doldurmuş orayı. Ayder'den sonra 3 bin küsur metreye kadar tepeye çıkıyorlar, kamp kurarak ilerliyorlar. Orada, güzel mütevazi tesisler de var. Ama yerli turistlerin bu güzellikten haberleri bile yok. Rize civarındaki Uzungöl Yaylası da ayrı bir güzellikte Orada da yerli halktan biri, tabiatla son derece uyumlu, tek katlı ağaç kulübelerden bir tesis yapmış. Alabalık yetiştiriyor ve herkes istifade edebiliyor. Hemen belirtmeliyim ki, Karadeniz'de, Turizm Bakanlığı'nın bir parça el uzatmasıyla, ayrı bir tür turizm, bir yayla turizmi geliştirilebilir. Ben bu yaylaların turizm bakımından korunmaya alınmaları gerektiğini düşünüyorum. O güzelliklerin bozulmasına, kötü yapılaşmaya fırsat vermeden turizme açılması gerek.

Karadeniz'de turizm daha başlamamış.Bir iki yer müstesna, yerlisi de, yabancısı da yok denecek kadar az. Lokanta, otel fiyatları gayet makul ölçülerde. İnsanı misafirperver, yardımcı. Tüm Karadeniz gezimiz boyunca uğradığımız küçük büyük limanlarda. Kısmet ve mürettebatına o kadar yakın ve candan bir ilgi gösterdiler ki, adeta mahçup olduk. Yedisinden yetmişine denizle yoğurulmuş insanlar arasında, birbirimizin dilinden pek iyi anladık Karadeniz kıyılarımızın önümüzdeki yıllarda turizme açılması kaçınılmaz görünüyor. Ama bu açılma gerçekleşirken dikkat edilecek husus, Ege ve Akdeniz kıyılarımızın başına gelenlerin burada da tekrarlanmaması için önlem almak... Üzülerek söyleyeyim ki, daha şimdiden, Karadeniz kıyılarında da kötü yapılaşmadan doğan bozulmaların işaretlerini görmek mümkün. Mesela, Rize'de on kata kadar yükselen beton bir perde şeklindeki apartmanlarla sahil şeridi kapanmış. Belediyeler birçok yerde topladıkları çöpleri dolaylı ya da dolaysız yollarla denize döküyor. Kısacası demek istediğim, Karadeniz'e çevre bilinci turizmle aynı zamanda girmeli, doğanın tahribi önlenmeli.


Özet olarak, denizci dostlanma şunu tavsiye ederim: Ege'yi gezip gördükten sonra, hele karadan da görmediyseniz, ilk fırsatta mutlaka Karadeniz kıyılarımıza yelken basın. Hem oranın denize aşık insanları, gönderinde kendi bayrağımız dalgalanan yelkenlileri artık haklı olarak kendi sularında görmek istiyorlar!..

KARASULU DENİZCİ "CENGİZ ARSLANOĞLU" SADUN BORO'NUN ROTASINDA...

Kısmet isimli yelkenlisiyle dünyayı dolaşan ilk Türk olan Sadun Boro, kendisi gibi okyanusları aşmak isteyen denizcilere ilham olmaya devam ediyor.
Sakarya Karasulu Cengiz Arslanoğlu da bu denizcilerden biri. Balıkçı teknelerinden başka deneyimi olmayan, kendi ifadesiyle yetersiz tecrübesine rağmen "bodosloma" bir şekilde 13 Ağustos 2017 günü Karasu'dan dünya turuna çıkan Arslanoğlu, büyük bir Sadun Boro hayranı. Teknesine "S'Boro of Karasu" adını veren amatör denizciye yolculuğunda can dostu Pupa isimli köpeği eşlik ediyor.
Günde en fazla 3-4 saat uyuyabilen amatör denizci seyrine sadece sekstant ve pusulayla devam ediyor. Başka hiçbir elektronik alet kullanmıyor. Güney Amerika sahillerine varan maceracı denizci seyahati 1,5 - 2 yıl sonra Karasu'da sonlandıracak...

Yardımcı kaynaklar...
Zonguldak Nostalji
(zonguldaknostalji.com)
Skylife sayfası