Size Zonguldak'ı özetleyecek bir hikaye anlatacağım:

"Adam, her gün el açıp dua ediyor:

'Çok fakirim, ekmeğim, param, çocuğum, evim, çiftim, çubuğum yok. Bana yardım...'

Hızır çıkagelir:

'Yakarışını duydum, sana yardıma gönderildim. Dile benden ne dilersen. Ancak bir şartla... Sana ne verirsem, komşuna da 2 katını vereceğim.'

Fakir adam, bu coğrafyadandır ve duraksamadan talebini iletir, 'O halde benim bir gözümü çıkar' der."

Olayı anladınız değil mi?

Gerçekten, özellikle Zonguldak Merkez'de bu zihniyette yüzlerce insan tanıyorum.

Siyasette, bürokraside, iş dünyasında, medya aleminde...

Eğer böyle olmasaydı, bu Zonguldak bu kadar geri kalır mıydı?

Siz hiç bir siyasetçinin arkasında "veliaht" bıraktığını gördünüz mü?

Sahipsiz Zonguldak...

Rize-Artvin Havalimanı'nın yüzde 40'ı tamamlanmış.

Bu havalimanı, denizin üstüne yapılıyor.

Hem de Karadeniz'e!

Biz Saltukova'daki havalimanı için dağı tıraşlayamamış, pisti uzatamamışken...

Bu memleketin bütçesi, konu Zonguldak olunca kısılıyor.

Ama Zigana'ya, Ovit'e, Ordu-Giresun Havalimanı'na, Rize-Artvin Havalimanı'na gelince sorun yok.

Güneydoğu'da PKK'ya rağmen yatırım kısıtlaması olmadı.

Ama Zonguldak, "TTK var ve zarar ediyor" diye yıllarca ülkenin sırtında kambur gösterildi.

Oysa bu kent, bir zamanlar ülkenin ağır sanayisine can verdi, kan verdi.

İşi bitti, kenara atıldı.

Sonra yöneticiler, "100 yıl beklediniz, biraz daha bekleyin" demeye başladılar.

Çünkü onların memleketlerinde hiç bir yatırım sürmüyor, aksine yenileri yapılıyordu.

Sahipsiz Zonguldak...

Bazen köpeklerle dalaşmaktansa,

çalıları dolaşmak iyidir!

Ama bazen... Ben genelde köpeklerler dalaşmayı severim. Ama bazen sessiz geçmek gerekir. Daha az hasarsız geçmek gerekir. O zaman çalıyı dolaşmak gerekir. Çalının dikeni filan olur. Bir-iki çizik olur, o kadar.

Yani her havlayana yanıt vermeyişimizin nedeni bu...

Bazılarını köpek yerine bile koymayışımızın nedeni bu...

Çünkü köpek, ekmek yediği kapıya asla ihanet etmez.

Kıssadan Hisse: 3 kuşak okumak gerekir

Üniversitede, en çok sevdiğim hocanın odasındaydım.

Bana, "Ne olmak istiyorsun?" dedi.

"Entelektüel olmak istiyorum" dedim.

"Senden entelektüel olmaz" dedi.

Şaşırmıştım, sonra, kırılgan bir ses tonuyla, "Dersinizi geçmeme rağmen sürekli dersinizdeyim. Okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim?" dedim.

"Senden entelektüel olmaz" dedi.

Çok kızmıştım!

"Doçentlik tezlerinin konularını bile ben öneriyorum" dedim.

Profesör gülümseyerek geriye yaslandı.

"Senden çok iyi bir araştırmacı olur. Ama entelektüel olmaz. Nedenine gelince, sana 'entelektüel olamazsın' dediğimde, bana bir entelektüel gibi 'Niçin olmaz?' diye sormadın, aksine alındın ve hiddetlendin.

Yazarlık bilgi işidir.

Entelektüellik bilgi değil, davranış biçimidir. Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir.

Okulun önüne bak. Hepsi son model araç dolu ve hocalara ait... Her sene model yenilerler. Gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı?

Niçin bu şekilde yaşıyorlar?

Çünkü o unvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü. Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar. Gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez.

Entel feodal köylülere artık diploma ve unvan da yetmez. Tıpkı paranın yetmediği gibi..."

(Oğuz Atay'ın 'Bir Bilim Adamının Romanı'ndan alıntıdır)