Kenti yönetenler, artık kentin gerçek sorunlarıyla ilgilenseler iyi olmaz mı?

Bakın, hastanemiz hala bitmedi.

Hastane bitse, otopark sorunu olacak.

Çünkü yeni hastane binasının otoparkı personele bile yetmeyecek.

Peki, o bölgede bir düzenleme düşünülüyor mu?

Bence düşünülmüyor.

Çünkü o tarihe kadar şimdiki bürokratlar kalmaz.

Dolayısıyla onlar, bu sorundan sorumlu olmazlar.

Beyler...

Yönettiğiniz şehirde bir heliport bile yok.

Hastane yapıyorsunuz, otopark yok.

"Okullar bölgesi, hastane bölgesi, sporcu fabrikası, stadyum, adliye..." derken, kenti derme-çatma bir gecekondu bölgesine dönüştürmeyi başardınız.

Size kentimizle hiç ilgisi olmayan Hüseyin Özbakır gibi milletvekilleri de çanak tuttu.

Sıkıntıyı çeken biz ve çocuklarımız olacak.

Kenti bu hale getirenler, biz bu sıkıntıları çekerken, başka yerlerde keyif çatıyor olacak.

Sizden çok şey istemiyoruz.

Bırakın şu ensar, iftar, sahur işlerini...

Devlet size ne görev vermişse, onu yapın.

Aldığınız parayı helal ettirin bari...

Kıssadan Hisse: Makbul İnsan...

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği birer karış yüksekliğinde altından birbirlerine tıpatıp aynısı 3 insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak, ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir mektup konmuştu. Heykelleri yaptıran hükümdar şöyle diyordu:

"Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum, bu üç heykel birbirine tıpatıp aynısı gibi görünebilir, ama içlerinden biri, diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver."

Heykeli alan hükümdar, önce heykelleri tarttırdı, üç altın heykelde gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı, hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler. Ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti, bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda hükümdarın fazla isyankar olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç, önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.

Teli...

1'inci heykelin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı.

2'nci heykele de aynı işlemi yaptı, tel bu kez diğer kulaktan çıktı.

3'üncü heykelde tel kulaktan girdi, ama bir yerden dışarı çıkmadan, ancak telin sığabileceği bir kanaldan kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar, heykelleri gönderen komşu hükümdara şu cevabı yazdı:

1- Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir.

2- Bir kulağından giren, diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.

3- En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.

Kulağından gireni yüreğine gömen tüm güzel insanlara, sevdiklerinizle ve değer verdiklerinizle beraber iyi günler diliyorum.

Günün Fıkrası: Şeytan taşlama...

Akıl hastanesinde bir gün deliler, namaz kılmaya başlayınca doktorlar şaşırmışlar.

Delilerin aşırı taşkınlıklarından bıkan ve bu davranışları kontrol altına almak isteyen hastanenin başhekimi, delilere, "Aşağı inin, sizi hacı yapacağım" demiş.

Bu habere çok sevinen delileri dışarı çıkartmış ve hastanenin etrafında dönmelerini söylemiş.

Bütün deliler, binanın etrafında dönmeye başlamışlar.

Böylece günler sakin bir şekilde geçmeye başlamış.

Bir gün başhekim odasında keyifle çay içerken, birden pencereden içeriye taşlar yağmaya başlamış.

Başhekim, kafa kırık, göz patlak bir halde dışarıya çıkıp bağırmış:

"Ne yapıyorsunuz siz?"

Deliler, hep bir ağızdan cevap vermişler:

"Bu gün şeytan taşlama günü..."