Değerli okurlarım; Pusula Gazetesi'nin 7 Mayıs 2019 tarihli nüshasında, Sayın Öznur Güneş'in, gazetenin 14'üncü yayın yılı dolayısıyla, Pusula Gazetesi İmtiyaz Sahibi Sayın Ali Rıza Tığ ile yapmış olduğu bir röportaj yer aldı. "Gazeteci Ali Rıza Tığ Kendine Yöneltilen Eleştirilerin Hepsine Yanıt Verdi" üst başlığı, "Pusula Susarsa, Zonguldak Susar" ana başlığı ile verilen röportajda, bir süre önce, iki gün ara ile saldırıya uğrayan ve darp edilen Sayın Tığ, kendisi ile ilgili çeşitli sorulara verdiği yanıtlar kapsamında; bugüne kadar bir gazeteci olarak yaptığı haber ve yorumlar nedeniyle, kendisine husumet bağlayanların müteaddit saldırılarına uğradığını ifade etmiştir.

Bu saldırılarla ilgili olarak da;
"...mesela bir tarihte silahla ayağımdan vuruldum...,
...levye ile kafam, gözüm yarıldı...
...bir sabah, esnaf kahvaltısındayım. Birisi geldi, adamıyla, kahvaltı sırasında, arkadan saldırdı...
...bir gün evime giderken, otomobilimde saldırıya uğradım...
...bir akşam eve giderken, bakkaldan ekmek alırken arkadan saldırıyorlar...
...Geçem gün, sokakta birinin yüzü muşta ile dağıtıldı. Herkes korkudan fısır, fısır konuşuyor. Zonguldak'ta bir korku imparatorluğu kurulmuş..."

örneklerini sıralamıştır.

Sayın Tığ, kendisine yapılan tüm bu saldırıların, kişisel çıkar ve zararları ile ilgili, yaptığı haberler ve yazdığı yorumlar nedeniyle olmadığını; toplum yararını ve zararını korumaya, savunmaya yönelik gazetecilik faaliyetleri ile ilgili olduğunu da ifade ediyor. Ancak, yapılan haberler, yorumlar yalan ve yanlış bile olsa, yasal yollar dururken, bu tür zorbalıklarla karşılık verilmesinin haklılığını söylemek de mümkün değildir.

[*] [*] [*] [*]

Sayın Tığ'a yapılan bu saldırılar, bana 25-30 yıl öncesine ait bir anımı hatırlattı. Üniversitedeki görevim esnasında, 1990'lı yıllarda, şimdilerde kendisi de benim gibi emekli olan ve emekliliği sonrasında Zonguldak'ta kalan değerli meslektaşım Sayın Prof. İbrahim Onur ile birlikte, Alaplı Meslek Yüksekokulu'nda görevlendirilmiştik. Bu görev için, birlikte, haftada bir gün Alaplı'ya sabah gider, akşama dönerdik. Dönüşlerimiz, İstanbul'dan gelen Zonguldak otobüsleri ile olurdu.

Bu dönüşlerde, çoğu zaman, otobüslerin durak noktası yakınlarındaki kahvehanelerde, özellikle arabaların dolu geldiği, geç kaldığı zamanlarda, uzunca süreler beklemek zorunda kalırdık. Bir keresinde, dere üstündeki kahvehanelerden birinde beklerken, tenha olan kahvehanenin bir köşesinde, ilerimizdeki bir masada oturan birisi iri-yarı kabadayı görünümlü iki kişinin konuşmalarını duyabiliyorduk. İkilinin pek de alçak olmayan bir ses tonu ile yaptıkları konuşmalarından, kulağımıza ulaşan "...çok istiyorsun, az oluyor, olmaz!" gibi sözlerinden, konuşma konusunun bir pazarlık olduğunu anlamak zor değildi.

Bu arada, "kolu-bacağı kırılacak, cezasını çekecek!" gibi tehlikeli sözler de kulağımıza ulaşınca, duyduklarımıza şaşırmış ve kahvehaneyi terk etmiştik.

Bir sonraki hafta, o kahvehane yakınında işyeri olan Alaplılı bir okul personeline duyduklarımızı anlatmış ve mahiyetini sormuştuk. O da, "Hocam, burada, alacağını alamayan, kiracısını çıkaramayan, maddi-manevi haksızlıklara uğradığına ve yasal yollardan netice alamayacağına inanan bazı kişiler, bazı kişilere, 'dövdürme, korkutma, tehdit' gibi yasa dışı işler yaptırarak netice alma yoluna giderler. Kulağınıza ulaşan pazarlık konusu da böyle bir konuda olabilir. Bu tür işleri yapanların adresleri de, genellikle, buralardaki kahvehanelerin olduğu bilinir. Hatta, kaşa-göze yumruk atma; ayağa-bacağa kurşun sıkma, korkutma gibi işlerin belirli bir tarifesinin olduğu bile söylenir! Bu tür yasadışı işleri yapanlar, çoğu zaman bilinir, ama onlara kimse bir şey yapmaz, yapamaz. Anlayacağınız, bunlar da Alaplı'nın mafyası... " mealinde bizleri şaşırtan bir açıklaması olmuştu.

[*] [*] [*] [*]

Şirin ilçemiz Alaplı'da, Alaplılı MYO personelimizin yukarıda anlattığı gibi bir durumun, günümüzde de var olduğunu ya da olabileceğini düşünmek bile hata olur. Ancak Sayın Tığ'a yapılan saldırılardan ve Alaplılı MYO personelinin anlattıklarına olan benzerliğinden dolayı, "Yoksa günümüz Zonguldak'ında da böyle oluşumlar mı var?" sorusunun akla gelmesine neden oluyor.

Bu tür hukuk ve insanlık dışı üzücü durumların olmaması için;

[*] Bu olayların da, terörün bir türü olduğu; kimin, ne amaçla, kime yapıldığına hiç bakılmaksızın, en etkin bir şekilde lanetlenmesi ve tepki gösterilmesinin...
[*] "Bu olayı kınıyorum, lanetliyorum (ya yapanları, yaptıranları!)" dedikten sonra, "amma, fakat, ancak" sözleriyle başlayan ve yapanların suçunu hafifletme; mağdurun da kusurunun olduğunu anlatma gayretlerinin olmamasının...
[*] Bu tür eylemleri yapanlara, hiç kimsenin saygı, sevgi ve sempati göstermemesi; gösterenlerin, teşvik edici, destek verici olarak görülmesinin, onların da kınanmasının; mağdurun yanında olunmasının...
[*] En önemlisi de, yapanlar hakkında gerekli idari ve yasal işlemlerin en hızlı ve etkin şekilde yapılmasının; olmaması için de gerekli önlemlerin alınmasının, toplumun bilgilendirilmesinin...
[*] Böyle haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı, özellikle siyasi kadroların, üniversitelerin ve ilgili akademisyenlerin ve STK'ların gösterecekleri tepkilerin...

önemini yazmaya ve söylemeye gerek yoktur.

[*] [*] [*] [*]

Değerli okurlarım; bir ülkenin ikinci büyük partisinin genel başkanına, bir şehit cenazesi töreninde yumruk atılması ve linç girişimi; bir gazeteciye, saldırılması ve darp edilmesi benzeri üzücü olayların en şiddetli ve tehlikeli tepe noktasıdır.

Ülkemizde 200'ü aşkın üniversite ve bu üniversitelerimizde yüzlerce ünlü-ünsüz hukuk profesörümüz ve uzmanlarımız mevcuttur. Bu üniversitelerimiz, hocalarımız, bu çok üzücü olaya ve başka konulardaki haksızlıklara, hukuksuzluklara en şiddetli tepkilerin gelmesi beklenen adreslerden olmalıdır. Olmaması, üzücü ve düşündürücüdür.

Zonguldak'ta da, bir gazeteci iki gün arayla saldırıya uğrayıp darp ediliyorsa, bünyesinde İletişim Fakültesi de bulunan üniversitemiz de bu üzücü duruma tepki göstereceklerin ilklerinden olması beklenir. Gelmiyorsa, bu da üzücü ve düşündürücü olur.

Ülkemizde, bu tür faili belli olan-olmayan çirkin saldırılar, sadece gazetecilere karşı da olmuyor. Günümüzde, benzer üzücü saldırıların, hastalar ve hasta yakınları tarafından sağlık çalışanlarına; öğrenci yakınları ve öğrenciler tarafından öğretmenlere ve görevini yapmaya çalışan tüm görevlilere yapılmış örneklerini de görüyoruz.

Her konudaki haksız-hukuksuz durumlarla karşılaşanların haklarının korunmasında ve mağduriyetlerinin giderilmesinde, adaletin yerini bulmasında, en büyük görevin idari ve adli makamlara düştüğü biliniyor. Ancak, hukukun hakim olması; toplumda birliğin, barışın sağlanması; aşırı sevmelerle sevmemelerden beslenen ayrışmaların azaltılması gibi konularında ise, en büyük görevin; başta iktidar gücünü elinde bulunduranlar olmak üzere, siyasi partilerin liderlerine ve kadrolarına düştüğü de açıktır.

[*] [*] [*] [*]

Ülkemizde ve kentimizde bu tür kaba kuvvet ürünü üzücü durumların olmamasını; içinde bulunduğumuz mübarek Ramazan ayının haksızlıkların, adaletsizliklerin azalmasına, hayırlara vesile olmasını; yapanların yanlarına kar kalmamasını dilerim.