Değerli okurlarım; özellikle yurtdışı kültür gezginlerinin, "hazırlıklı ve hazırlıksız gezginler" olarak iki grupta toplanması mümkündür. Gidip, gezip, görecekleri, eğlenecekleri yerler hakkında aylar öncesinden araştırmalar yapanlar, bilgiler toplayanlar "hazırlıklı gezginler"; bir tura katılıp, tur rehberini takip edenler ve söylediklerini dinlemekle yetinenlerir ise ikinci grubu oluşturan "hazırlıksız gezginler" olduğu söylenebilir. Birinci gruba, Safranbolu gibi yerlere gelen ve kimselere bir şey sormadan, boyunlarında çantaları ile gezen Japon turistler verilebilir.

Biz de, Zonguldak Teknik Elemanlar Derneği'nin düzenlediği bir tura katıldık. 13-21 Nisan 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen tura, tamamı ikinci grup gezginlerden olan 30 kadar gezgin katıldık. Gezi güzergahı; Hollanda, Belçika, Lüksemburg'un önemli merkezleri ile Paris ve Köln kentlerini içeriyordu.

Turun ana istasyonlarının olduğu, "Benelüks Ülkeleri" olarak da adlandırılan, birbirine akraba olan Hollanda, Belçika ve Lüksemburg ile ilgili birkaç ekonomik göstergeyi bilgilerinize sunmak istiyorum.

Toplam yüzölçümleri, (Konya'nın iki katından biraz fazla olan!) 70 bin kilometrekare; toplam nüfusları 29 milyon kadar olan bu üç ülkede; kişi başına düşen milli gelirlerinin, sırasıyla 53, 48, 97 bin Amerikan Doları; yıllık ihracatlarının da (712, 445 ve 142 milyar Amerikan Doları olmak üzere), toplam 1 trilyon 300 milyar Amerikan Dolar olduğu yazılıyor. 780 bin kilometrekare toprağa, 82 milyon nüfusa sahip olan ve kişi başına düşen milli geliri 10 bin Amerikan Doları dolayında olan ülkemizin, 2 bin 600 kilometrekare yüzölçümü, 600 bin nüfusu ve 150 milyar Amerikan Dolarına yakın ihracatı olan Lüksemburg ile karşılaştırıldığında, bir Türk vatandaşı olarak, duruma üzülmemek elde değildir.

Yedi günlük bir gezi programı, beş ülkeyi ve altı-yedi tarihi kenti kapsayınca, diğer benzer turlarda da olduğu gibi, zamanın büyük bir bölümünün, ya yollarda (etrafı temaşa ederek ve de uyuyarak!) otobüs içinde, ya da rehber eşliğinde, tarihi ve turistik bölgelerin cadde, sokak ve meydanlarında dolaşarak geçmesi kaçınılmaz oluyor. Aralarda verilen serbest zamanlar ise, genelde, alışveriş telaşı, kaybolma ve süreyi aşma endişesi; yemek yenecek uygun bir yer arama arayışı gibi amaçlarla geçmiştir. Belki de zamanın daha da fazlası benzerlerimiz gibi fotoğraf çekmekle, çektirmekle, çekilen fotoğrafları paylaşmakla geçmiştir.

Durum böyle olunca da, Köln'deki Dom Katedrali gibi birkaç tarihi kilisenin dışında; bir kültür turizminde asıl gezilmesi-görülmesi gereken müze, sanat galerileri gibi iç mekan gezmeleri, istense de mümkün olamamıştır. (Bu tür yerlere girişlerin de cep yaktığı söylenmiştir.)

Konunun uzmanları, asıl kültür ağırlıklı turistik gezilerin, böyle kısa zamana çok yer ve yol sığdırmak yerine, gezip-görülmesi planlanan her kente, bölgeye birkaç gün ayırıp, uygun bir otel ya da pansiyon odasında kalarak, iyi yabancı dil bilen ve gezme kültürü olan bir kişi birlikteliğinde yapılması olduğunu ifade etmektedirler.

[*] [*] [*] [*]

Değerli okurlarım; bu gezide, bir Türk vatandaşı olarak, yapılmasının doğru olmayacağını gördüğüm birkaç hususu da sizlerle paylaşmak istiyorum...

[*] Paris'i 120 metre yüksekten, 15-20 dakika seyir için, (daha güzel ve canlı görüntülere, hiç yorulmadan, internet ortamından da ulaşılabileceğini düşünerek), üç-dört saat kuyrukta bekleyerek, 15 Avro ödeyerek bir demir yığını olan Eyfel Kulesi'ne çıkmanın...
[*] Hayat pahalılığının, ülkemizdekinin 5-6 katı; 7 liramızın bir Avro olduğu bu tür ülkelerde, ülkemizde de her tür ve kalitede her şeyin olduğunu da düşünerek, zorunlu olmayan alışverişlerin yapılmasının...

[*] Her yeri turistlerle dolup taşmış olan; tutum ve davranışları ile vize vermelerde çıkardıkları güçlüklerle, özellikle, ülkemiz vatandaşlarına, adeta "gelmenizi istemiyoruz, gelmeyin!" diyen Fransa ve özellikle de başkentleri Paris gibi yerlere gitmenin...
[*] Paris'in Ressamlar Tepesi bölgesi gibi, (sıradan bir restoranında, bir çorbanın 10 Avro, bir bardak kolanın 8 Avro olduğu) yerlerde, yeme-içmenin...
[*] Yedi güne beş ülke, yedi-sekiz turistik şehir sığdırma gibi, vaktin yollarda, cadde, sokak ve meydanlarda dolaşarak; içerilerinin gezilip görülmesi gereken müze ve benzeri kapalı mekanlara dışarıdan bakarak yapılan bu tür yorucu yurt dışı turlara katılmanın pek de doğru olmadığına inanıyorum.

Bu arada, eğer gezimizde;
[*] Tüm gezi boyunca, günlük, güneşlik bir bahar havası olmasaydı...
[*] Amsterdam, Brüksel, Brugge, Gent, Lüksemburg gibi kentlerin, kartpostallara ve tablolara konu olabilecek güzelliklerdeki park ve bahçelerini, tarihi yapılarını ve meydanlarını, kısa sürelerde de olsa, göremeseydik; nazik insanları ile de karşılaşmasaydık...
[*] Katılımcılar arasındaki uyum ve rehber iyi olmasaydı; katılanların çoğu, önceden birbirini tanımasaydı; herhalde...

[*] Paris'in 40-50 kilometre dışındaki, içinde, yatak-yorgandan başka kullanıma sunulan bir şeyin olmadığı, banyosuna insanın sığmadığı, 7-8 metrekare genişliğindeki bir otel odasında kalmaya...
[*] Yine Paris'te, Eyfel Kulesi'ne çıkarken kuyrukta geçen 3-4 saate, her taraftan yükselen siren seslerine ve trafik sıkışıklıklarına; hava alanlarında yaşadığımız aksiliklere, koşuşturmalara ve kontrol eziyetlerine...

katlanmak çok daha zor olabilir, belki de grupta isyan bile çıkabilirdi!

Gezimiz boyunca gittiğimiz her yerde, beyaz ve beyaz olmayan, gezgin ve gurbetçi vatandaşlarımızla karşılaştık. Türklere ve Müslümanlara ait olduğu anlaşılan çok sayıda dükkanlar gördük. Ancak yedi gün boyunca, "ülkemiz ile ilgili bir haber vs. var mı?" arayışı ile akşamları gezindiğim TV kanallarında, ülkemiz ile ilgili hiçbir habere, bilgiye, programa rastlamadım. (Hava raporlarında bile ülkemizin ve kentlerimizin adının pek geçmediğini gördüm.)

[*] [*] [*] [*]

Gezimizin Paris bölümünde şahidi olduğumuz bir müessif olay da, gezimizi unutulmaz yaptı. Bu olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum...

16 Nisan 2019 günü, ikindi vakti saatlerinde, eski Paris'in merkez bölgesinde, yoğun trafikte, otobüsümüz zar-zor ilerlemeye çalışırken, gittikçe artan siren sesleri, polis ve itfaiye araçları, polis yönlendirmeleri nedeniyle ilerleyemez hale geldik. Bu arada, eski tarihi binaların arasından yükselen yoğun duman bulutunu ve arasından yükselen alevleri gördük. Fazla uzağımızda olmayan bir yerde büyük bir yangının olduğu anlaşılıyordu. Daha otobüsümüzden inip yangının, nerede olduğunu ve neresinin yandığını öğrenmeden, Türkiye'deki, Paris'te olduğumuzu bilen dostlarımızdan, "Orada yangın var. Notre Dame (Naturdam) Kilisesi yanıyormuş. Yangını siz mi çıkardınız!" gibi mesajlar gelmeye başladı.

Paris'in en önemli simgelerinden olan, yapımı 200 yıl süren, 850 yaşındaki Notre Dame Katedrali'nin çatısında büyük bir yangın çıkmıştı. Yangının, kilisenin kulelerinde, yangında çöken çatının altında kalan iç bölümlerinde ve buralardaki paha biçilmez sanat eserlerinde ve tezyinat-süsleme donanımlarında büyük tahribata ve zararlara neden olduğunu öğrendik. Kaldığımız iki gün boyunca, şeritlerle sınırlandırılan alan dışında biriken mahşeri kalabalıktan, birçok insanın büyük üzüntü ve gözyaşlarıyla yangını izlediğini gördük.

[*] [*] [*] [*]

Hepinize, sıkıntısız, sağlıklı, güzel gezmeler dilerim...