Şimdi gözünüzün önüne CHP Zonguldak Milletvekillerini getirin.

Avukat Ünal Demirtaş...

Elektrik Mühendisi Deniz Yavuzyılmaz...

Bir de CHP Zonguldak İl Kadın Kolları Başkanı Avukat Merve Kır'ı getirin.

Merve Kır, Zonguldak'ı, Ünal Demirtaş'tan çok daha iyi temsil eder.

Hukuk bilgisiyse, hukuk bilgisi...

Teşkilatsa, teşkilat...

Halkla ilişkilerse, en alası...

Ünal Demirtaş gibi gereksiz polemiklere giren biri değil.

Deniz Yavuzyılmaz'dan on gömlek daha iyi yapar milletvekilliğini...

Efendim, dilekçe vermiş, Karayolları yol kenarına bariyer koymuş.

Merve Kır, dilekçeye gerek kalmadan bir telefonla çözerdi o işleri...

Üstelik basına yazdığı dilekçeyi, yaptığı görüşmeyi bildirmeye bile gerek görmezdi.

Zonguldak ile ilgisi olmayan Ünal Demirtaş ile Deniz Yavuzyılmaz'ın yerine Merve Kır'ın milletvekili olması çok daha hayırlı olur.

Siz bir seçim çalışmasında Merve Kır'ı izleyin.

Bakın bakalım halkla ilişkilerine...

Zerre kibir, zerre ego var mı?

Bu satırları sadece "Merve Kır çok güzel bir kadın" diye yazmıyorum.

Gerçekten Zonguldak'ı, Ünal Demirtaş ve Deniz Yavuzyılmaz'dan çok daha iyi temsil edeceğine inandığım için yazıyorum.

Merve Kır milletvekili olsa, alınması için şikayet ettiği il başkanıyla beraber gezecek kadar "düşük" bir siyaset izlemezdi.

Merve Kır milletvekili olsa, belediye başkan adayını disipline verip, sonra ona oy isteyecek kadar "düşük" bir siyaset yapmazdı.

Merve Kır milletvekili olsa, Halil Posbıyık'ı istemiyorsa, Halil Posbıyık aday olamazdı.

Merve Kır milletvekili olsa, "Ali Uzun aday olacak" dese, Ali Uzun aday olurdu.

Merve Kır milletvekili olsa, Ankara'daki ağırlığı şimdiki milletvekillerinden kesinlikle fazla olurdu.

Ünal Demirtaş ile Deniz Yavuzyılmaz'ın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun karşısındaki duruşuyla, Merve Kır'ın duruşuna bakarsanız, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

Ateş almaya mı geldin?

Eskiden kibrit yokmuş.

Ateş sönünce komşuya gidilir, bir parça ateş alınırmış.

Ateş almak için komşuya geçen kadınlar, "ateş sönmesin" diye acele ederlermiş.

Kapıdan içeri girmeyerek, hemen gitmek isteyen ziyaretçilere, "Ateş almaya mı geldin?" denmesinin sebebi de budur.

Eli kulağında...

İslamiyet'in ilk yıllarında ezan okunurken, Mekkeli müşrikler (inanmayanlar) alay ettikleri ve okuyanı şaşırttıkları için, ilk müezzin Bilal Habeşi, elleri ile kulaklarını tıkayarak okurdu. Birisi yanındakine, "Ezan okundu mu?" diye sorduğu zaman, eğer ezan çok yakın ise, diğeri şöyle cevap verir:

"Hayır okunmadı, ama eli kulağında..."

Olması çok yakın işler için hemen, "eli kulağında" gibi sözlerin kullanılması buradan kalmıştır.

Çil yavrusu gibi dağılmak...

Keklik kuşunun bir adı da "çil"dir.

Tüylerindeki benekler yüzünden bu isim verilmiştir.

Dişi keklik, yavru çıkarınca, onlarla hiç ilgilenmez, kendi başlarına bırakır.

Yumurtadan çıkan yavrular da, seke seke çevreye dağıldıklarından, sözün buradan kaynaklandığı söylenebilir.