Uzaklardan geldiler... Çok uzaklardan...

Ankara'dan, İstanbul'dan, Tekirdağ'dan, Çorlu'dan...

Bursa'dan, Antalya'dan, Soma'dan geldiler.

Belki de ceplerindeki son paralarıyla geldiler.

Bir gece yarısı iş bulma umuduyla kaçarak gittikleri bu kentten...

Ve kaçıp gittikleri bu kente, bir gece yarısı iş bulma umuduyla koşarak geldiler.

Yer altında madenci olmaya, kendi vatanında iş bulmaya, aş bulmaya geldiler.

Aslında onlar, yer altında ölmeye koşa koşa geldiler.

Tıpkı kendilerinden önce kurada adları çıktığında çılgınca sevinen işsizler gibi geldiler.

Şanslı oldukları için arkadaşları onları omuzlarına aldılar.

Tıpkı onlar gibi koşa koşa madene girecekler.

Ve sonra bir gün... Arkadaşlarının omuzlarında çıkacaklar o madenden...

Ama bu kez ağır ağır çıkacaklar.

Evde onları kurada adı çıktığında büyük bir mutlulukla karşılayan aileleri olmayacak.

O mutluluk çığlıkları yükselen yuvalardan bu kez ağıtlar yükselecek.

Bir askerin her gece nöbete çıkması, cephede savaşması gibi bir iş maden işçiliği...

Seni uğurlayanların, akşam nasıl karşılayacakları bilinmeyen bir iş...

Bu kentin kaderi bu...

Ölüme koşa koşa gitmek...

Yine geldiler.

Kaçıp gittikleri kente geldiler.

Bir gece yarısı geldiler.

Zifiri karanlıkta geldiler.

Bıçak gibi keskin bir şekilde geldiler.

Bir Afgan gibi, bir Iraklı gibi, bir Suriyeli gibi geldiler.

Ve bu şehri yönetenler, "bizim çocuklar"a; bir Afgan'a, bir Iraklıya gösterdikleri sıcaklığı gösteremediler.

Babası-amcası-dedesi bu ülke için madenlerde can veren çocuklara bir tas sıcak çorba ikram edemediler.

Ve biz, bu soğuk havada saatlerce sıra bekleyip, binde bir şansla işe girecek bu kentin çocuklarının çıkarttığı kömürle ısınacağız, öyle mi?

Bu çocukların çıkardığı kömürden üretilen enerjiyle aydınlanacağız, öyle mi?

Ne demişti Şair Sunay Akın "Kömür" adlı şiirinde...

"Yine bir kömür

kütürdedi sobada

kayıp bir madencinin

kalbi rastgeldi

atıverdi sıcak odada"

Biz de diyoruz ki:

"Her içiniz ısındığında, soğukta üşüttüğünüz bu çocukların yüzü gelsin aklınıza..."

Sahipsiz kentin, sahipsiz çocukları...

Kayıp kentin, kayıp çocukları...

Hakkınızı helal edin şimdiden.

Girip de çıkmamak var o madene...

Gidip de dönmemek oluğu gibi askere...

Bir asker nasıl koşarak giderse ölüme...

Maden işçisi de koşarak iner madene...

Onlar bizim çocuklarımız...

Mülteci gelince "ensar" olanlar, bizim çocuklar gelince "sansar" olurlar.

Bir tek o vardı: Ahmet Metin Turanlı...

Zonguldak İl Emniyet Müdürü Ahmet Metin Turanlı, her olayda olduğu gibi, elinde cep telefonu, geceyi sokaklarda geçirdi.

TTK'ya işe girebilmek umuduyla ülkenin dört bir yanından gelen Zonguldak çocuklarına, başvuruyu, Alo 170 ve internet üzerinden yapabileceklerini uygulamalı bir şekilde anlattı. "Soğukta beklemeyin" tavsiyesinde bulundu. Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü Gönül Demirsu'yu kastederek, "Gönül Ablanızı göreceksiniz, başka..." diyerek, her zamanki mizahi dilini kullandı.

Peki, bu kentin sahipleri neredeydi?

Mesela, Zonguldak Belediye Başkanı Muharrem Akdemir, bu kentin çocuklarına neden sahip çıkmadı?

Milletvekillerimiz neredeydi?

İl ve Merkez İlçe Başkanlarımız neredeydi?

Belediye başkan adaylarımız, İl Genel Meclisi üyelerimiz, Belediye Meclisi üyelerimiz ve adaylarımız neredeydi?

"Efendim, oraya gelmeselerdi. Gerek yoktu. Telefondan, internet üzerinden başvurabilirlerdi" diyebilirsiniz.

Geldiler efendim, geldiler...

Böyle mi karşılamalıydık bu çocukları?

Bu kentin çocuklarını böyle mi karşılamalıydık?

"Bizim çocuklar" adına takdirlerimizi, teşekkürlerimizi sunuyoruz Sayın Ahmet Metin Turanlı...