AK Parti Genel Merkezi yakınlarında bir dostumuzla lüks bir restorandayız.

Dostumuz, bize restoranı ve müşteri kitlesini anlatıyor.

O sırada restoran önünde bir hareketlilik oluyor.

Araçtan inenler, şef garson tarafından karşılanıp içeriye alınıyor.

Dostum, "Efendim, bize eşlik etmez misiniz?" diye soruyor.

Masaya davet edilen misafirin belli ki randevusu var.

"Arkadaşlar gelinceye kadar oturayım" diyor.

Ve sohbet başlıyor.

Dostumuz, beni "Zonguldak'tan arkadaşım" diye tanıtıyor.

Teşkilat, yeni milletvekilleri, eski milletvekilleri, liste yapılanması konuşuluyor.

Ben, masamıza misafir olan yöneticiyi tanıyorum. O benim Ali Rıza Tığ olduğumu bilmiyor. Bir boşluk bulup araya girdim.

"Hüseyin Özbakır, Beyefendiye çok yakın bir isimdi. Nasıl liste dışı kaldı?" diye sordum.

Dostum, gözlerimin içine baktı kaldı.

Ama misafirden yanıt geldi:

"Zonguldak'ta çok sıkıntı yaşadı. Orada bir gazete ile takıştı. O gazete ne yazdıysa, birileri o yazılanları belgeleriyle Genel Merkeze ve Beyefendiye taşıdı."

Bizde derin bir sessizlik...

"Zonguldak'tan çok şikayet geldi. Teşkilatta istemiyordu. En son gelen mektup ipini çekti."

"Ne mektubu?" dedim usulca... "Yani bir mektupla liste dışı kalınıyor mu?" diye sordum.

"İl Başkanı ile Merkez İlçe Başkanı bir mektup yazmışlar. O mektup, Özbakır'ın sonu oldu."

Dostum, diziyle dizime dokundu. "Daha soru sorma" der gibi...

Ama böyle bir fırsatı kaçırır mıyım?

"Hamdi Uçar'ın listeye girmesine çok şaşırdık" dedim.

"Temayülde ikinci çıktı. Teşkilat da çok bastırdı. Beyefendi takdir etti."

"Allah'ın hakkı üçtür dedim" dedim kendi kendime...

Çaktım soruyu:

"Ereğli'den aday olmaması ilginç değil mi?"

"Faruk Çaturoğlu'nun performansı beğenilmedi. Beklentileri karşılamadı. Ereğli çok karışık... Kimi aday gösterseniz, tatmin edemiyorsunuz. Biz Zonguldak'ı üçe böleriz. Merkez (Kozlu/Kilimli dahil), Vadi (Devrek-Çaycuma-Gökçebey) ve Ereğli-Alaplı. Beyefendi böyle takdir etti. Sonuç da değişmedi. Yine üç milletvekili geldi."

Restoranın kapısının önünde yine bir hareketlilik oldu.

Masamızdaki konuğun misafirleri geldi.

Tokalaştık, ayrıldık.

Restoranın yemekleri gerçekten çok güzeldi.

Bundan sonra Ankara'ya her gidişimde bu restorana mutlaka uğrayacağım.

Veled-i zina çok!

Demir Ailesi, sahibi oldukları Yeni Adım Gazetesi'nde benimle ilgili yazılar yazdırmaya devam ediyor.

Tavşan yürekliliğimden, arabaya binerken dikkat edişimden filan söz ediyorlar.

Bunlar doğru.

Şehirde o kadar çok veled-i zina var ki, kimi arabama saldırıyor-saldırtıyor, kimi önümü kesiyor-kestiriyor, kimi arkamdan saldırıyor-saldırtıyor.

Bu nedenle dikkat ediyorum. Hatta bu yüzden aracıma kamera taktırdım.

Demir Ailesinden birinin çocuğunu Kilimli'de çok fena dövmüşlerdi.

Polis, Demirlerin çocuğunu döven kişiyi operasyonla evden almıştı!

Sahi ne oldu o iş? Bir ses çıkmadı! Karşılık verilmedi!

Daha önce olanların üstü örtülmüştü! Bazıları dava konusu bile olmamıştı!

Gelelim Erdoğan Demir'in telefonlarına ve mesajlarına...

Erdoğan Demir, beni, 300 dolarlık şaraplarından (ben onun yalancısıyım) iki şişe içtikten sonra arıyor.

İki şişe şarap içip beni arayan biriyle ben neyi, nasıl konuşacağım?

Zaten telefon kullanmasını da bilmiyor!

Konuştuğunu "Siri" bile çözemiyor!

Bir de çok uzun yazıyor!

Benim o kadar boş zamanım yok ki!