Tarifi zor vedalar vardır hayatta.
Sağ çıktığınız her ayrılığın ardından ömür rütbelerinize yenisini eklediğiniz vedalardır bunlar.
Geri dönüşü olmayan ayrılıklar, yazıya dökülebilen vedalar, terk edilişlerin rütbesini taşımak için sabır lazım önce.
Yüreğinizin her cephesinde patlarken dinamitler, yaralanmadan yaşamak mümkün değildir.
Her vedanın ardından biraz daha sakat kalır duygularınız.
İnsanlar acılarla olgunlaşa olgunlaşa tarif etmeyi de öğrenirler.
Sığ sularda boğulmak üzere olan kelimeler sizi derin denizlere çeker.
Her acı sizi başka bir sahilin kıyısına sürükler.
Aynı ev, aynı kapılar, aynı tabak-çatallarla yaşamak ağırlaşır.
Susamak istemezsiniz.
Bunlara katlanabiliyorsanız direnebiliyorsunuz demektir.
Duyguların peşpeşe düştüğü çatışmalardan sağ çıkabiliyorsanız, yeni bir terfi daha aldınız demektir.
Acılar insanı general yapar!
Ve yeni bir savaştan çıkarken yeni bir yıldız daha aldınız demektir omzunuza.
[*] [*] [*]
Değerli mesleki büyüğümüz Nail Güreli, eşi Mine Hanım´ı kaybedeli günler oldu.
Nail Baba´nın eşinin ardından ilk olarak ne yazacağını merak ediyordum.
Politika, siyaset yazanların aşkı ve vedayı nasıl yazabildikleri çok önemlidir.
Aşk romanları yazanlardan daha etkili yazabilirler.
Merakımın çoğu da bu yüzdendi.
Nail Baba´nın yazısı dün Milliyet´teki köşesinde yayınlandı.
Ve eşini kaybetmiş bir gazeteciden çok bir insan olarak, o çok değer verdiği ´Mine´sinin ardından, bir vedanın ardından nasıl yaşanabileceğini anlattı.
Görmediğimiz, tanık olmadığımız acıların ortak sesi gibiydi.
İşte Nail Baba´nın o yazısı:
[*] [*] [*]
"Siz her gün aynı hayatı yaşıyorsunuz evinizde.
Tüm aile bireyleriyle...
Bütün eşyanızla...
İstediğiniz gibi yaşayabiliyorsunuz.
Ama sonsuzluğa göçerek bir eksileniniz olduğu zaman, o evde her anın yaşantısı değişiyor.
Kırk günlük bir zaman tüneline giriyorsunuz.
Boşuna yerleşmemiş "kırkının çıkması" kavramı.
Öyle bir zaman tüneli ki bu, bir koza... Duygularla bezeli bir koza... Saygı ve sükûnet, huzur ve sabır isteyen bir koza... Sizi bedeniniz ve ruhunuzla sarıp sarmalıyor; yaşamın maddi dünyasından alıp, yeni yaşamınıza dönüştürmek, harici âleme uyarlamak üzere, aynı mekânda, tefekkür kozası içinde, sizi inançlarınızla yüzleştiriyor.
[*] [*] [*]
Sizler her sabah aynı kahvaltı sofranızı hazırlıyorsunuz.
Ya, bir eksileni olan evde?
Diyelim ki, iki kişilik bir evde... Artık tek kişilik sofraya oturuyorsunuz. Kapınızı tek başınıza kapatıp gidiyorsunuz sabahları.
Bu evde her anlık yaşantınızda, günbegün ayrıntılarda değişikliklerle karşılaşıyorsunuz. Her an, bir önceki anı nakzeden bir an oluyor.
Gidenin anılarıyla, eşyasıyla, giysileriyle baş başa yaşıyorsunuz. Gidenle kalanın buluştuğu noktadasınız.
"Allah sabır versin" söyleminin hikmetini kavramaya çalışıyorsunuz. Hikmetinden sual olunmaz bir süreçtesiniz; sabrediyorsunuz.
Heyhat! Bir de bakıyorsunuz; gidenin eşyası, giysileri toplanıp paylaşılıyor. Öte yanda yeni yaşamın projeleri konuşuluyor.
Eyvah! O kırk günde oluşacak koza, bir yerinden delinip tahrip oluyor. Kırk günün sonunda, huzurla yaşayacağınız hayırhah (iyicil, hayırsever) tablo kırılıp parçalanmış, siz yaralanmışsınız. Sabrediyorsunuz.
Kırk gün sonrasında, eksikliğinizi özümseyerek ve üzüntülerinizi evriştirerek, olağan yaşama uyarlanmış halde, sonsuzluğa göçenin kişisel eşyasını, onun hayrına yoksullara bağışlayarak, anı niteliğinde birkaç parçayı da kendinize saklayarak, normal yaşama dönmek umudunuzu da yitiriyorsunuz. O hayal tablonun kırık dökük parçalarıyla baş başa, yeni bir sürece giriyorsunuz.
[*] [*] [*]
Yaşayarak öğrenmek, sözle öğretilmekten daha etkin.
Üzülmek insani bir duygu, üzülün.
Evin dışındaki dünyaya baktığınızda bir hayat düsturu: Elinize geçmiş kudretle insanlara zulmetmeyin"

Aşklar da fişlenmeli!


Yarım cümlelerin anlamı tamamlanmalı.
Yarım kalmamalı hiçbir şey.
Geçmiş ayların yaz dokunuşları şişelenmeli.
Kavanozlara saklanmalı duyguların dili.
Kelimelerin dili tutulmalı.
Sonbaharlara saygı duyulmalı.
Ekim´in yokuşunda dalından kopan yaprağın bile bir anlamı olmalı.
Soğumalı hava.
Uzak memleketlerden gelen kızların yüzleri üşümeli.
Esmer kızlar siyah gözlerinden fişlenmeli.
Kent korkuluklarına tutunmalı narin bedenleri.
Umut, aşka tutunmalı.
Aşk, tüm umutları itmeli!