Bana göre gazetecilerin en çok dikkat etmesi gereken konuların başında Türkçe geliyor.


Basın meslek ilkeleri içinde böyle bir madde yok ama bu konu tarafsız, yansız, objektif, doğru, dürüst, ilkeli, ahlaklı habercilik kadar önemli.


Haberi okutabilmeniz için anlatımı düzgün ve anlaşılabilir olmalı.


Bir cümlesi 5-6 hatta 10 satırı bulan haberlerle okurlarını yoran, cümleleri devrik, imlası hatalı, anlatımı bozuk, noktalaması berbat haberlerle ne dediği belli olmayan gazetelerin tercih edilmemesinden daha doğal bir şey olabilir mi?


Bu dediklerim televizyonlar ve radyolar için de geçerli.


Haberlerinde, spor, magazin, aktüalite programlarında düzgün cümleye, Türkçe kurallarına, üslubun akıcı olmasına, anlaşılır bir dile dikkat etmeyen televizyon ve radyolar ne kadar izleyici bulabilir ki?


Yıllar önce Atilla Girgin&8217;in yerel gazetecilik üzerine yazılmış bir kitabını okumuştum.


Yurt çapında geniş çaplı bir yerel gazetecilik araştırmasını konu alan bu kitap yerel gazeteleri Türkçe&8217;den sınıfta bırakıyordu.


Türkçe&8217;si zayıf olanlar keşke ilkokuldan itibaren sınıfta kalsalardı.


Türkçe&8217;yi bilmeyenler, düzgün cümle kuramayanlar, kompozisyondan haberi olmayanlar, imlayı, noktalamayı beceremeyenler, öğretmen ders verirken aklı başka yerde olanlar sınıf geçirildiği için basın ve medya sektörü bugün bu durumda.


Sadece basın ve medya sektörü değil bu durumda olan.


Kamu kurum ve kuruluşları, dernekler ve odalar, partiler ve şirketler de öyle.


Bu saydıklarım yerlerden gelen basın açıklamaları da genelde Türkçe hatasından, yazım yanlışından geçilmiyor.


Milli Eğitim Müdürlüğü&8217;nden, içinde öğretmenlerin bulunduğu sivil toplum örgütlerinden bile kimi zaman öyle açıklamalar geliyor ki insan şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi oluyor.


Kusura bakmasınlar ama bu tablonun sorumluları arasında başrollerde Türkçe öğretmenleri var.


Verdikleri eğitimin yeterli olup olmadığını tartışmıyorum.


Böyle dememin nedeni bu dersten geçmeyi hak etmeyenleri geçirdikleri içindir.


Aslında en büyük suç eğitim sisteminde.


Sistem sınıfta bırakmıyor ki öğretmenler ne yapsın?


Kendimden pay biçeyim.


1966 doğumluyum.


İlkokula 1972&8217;de başladım.


Liseyi 1980&8217;li yılların ilk yarısında bitirdim.


Bizim zamanımızda iki tane zayıfı olanlar bir üst sınıfa geçebiliyordu.


Buna borçlu geçme deniyordu.


Sonra öğretmenler kurulu kararı ile geçme imkanı vardı.


Öğrenciler bir de arada bir Ankara tarafından çıkarılan aflarla geçme olanağı buluyordu.


Sınıfta kalmak çok zordu.


Bu sistem insanı bu kadar Türkçe sahibi yapıyordu.


İşte bunun sonucunda bugün yazılan haberlerin birçoğunda kompozisyon düzenine (giriş, gelişme, sonuç) uyulmuyor.


İşte bu yüzden haberlerde devrik cümlelere, noktalama hatalarına, imla yanlışlarına, anlatım bozukluklarına, kavram karmaşalarına çok sık rastlanıyor.


Televizyonlarda, radyolarda düzgün cümle kuramayan, hapır hapır konuşan ve söylediklerinden hiçbir şey anlaşılmayan spikerlerin, sunucuların, muhabirlerin bulunması da bu yüzden.


Bunlardan sadece basın ve medyada değil birçok sektörde var.


Var çünkü kompozisyonu, yazımı, dili, imlayı, noktalamayı, özne&8217;yi, yüklem&8217;i, tümleç&8217;i, edat&8217;ı, sıfat&8217;ı, fiili, güzel konuşmayı, yazmayı, okumayı, edebiyatı öğrenmeden, bilmeden sınıf geçmişler.


Cuma günkü yazımda işlediğim konulardan biri bu konuydu.


Türkçe konusunda mümkün mertebe az hatayla çıkmaya çalışıyoruz.


Gazetemizde ortalama 40 tane haber var.


40 haberde üç beş hataya düşüyoruz.


Yazımda bu hatalarımızdan dolayı okurlarımızdan özür diledim.


Hep eleştiri yapacak değiliz.


Yeri gelince öz eleştiri de yapacağız.


İğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batıracağız.


Tüm Türkiye&8217;de bütün yerel basını ele aldığımızda Türkçe&8217;ye dikkat eden ve bu konuda yok denecek kadar az hatayla çıkan iyi örnekler de var ama bunlar istisna.


Gazetemizin Sahibi Ali Rıza Tığ, ne zaman konusu açılsa dizgi ve sayfa tasarımının profesörü emekli gazeteci Tümer Argın&8217;dan övgüyle söz eder.


Bartın ve Zonguldak Pusula, Tümer ustanın seminerlerde verdiği bilgiler, öğrettiği teknikler sonucu böyle düzgün, milimetrik, dizgi ve tasarım harikası çıkıyor.


Türkiye Gazeteciler Cemiyeti&8217;nin Alman Konrad Adenauer Vakfı ile birlikte düzenlediği seminerleri ben de takip ediyorum.


Meslek içi eğitimin önemine inananlardanım.


Bu seminerlere ilk kez 1998&8217;de Bolu&8217;da katılmıştım.


Daha sonra 2006&8217;da Zonguldak Ereğli&8217;de ve 2008&8217;de yine Zonguldak 100. Yıl Tesisleri&8217;nde düzenlenen iki seminere katıldım.


Bu seminerlerde Tümer Argın&8217;ın yanı sıra can kulağıyla dinlenmesi gerekenlerden biri de Yazar Feyza Hepçilingirler idi.


Tümer hoca haberlerin nasıl dizileceğini ve tasarlanacağını öğretirken, Hepçilingirler&8217;de konunun Türkçe boyutu üzerinde duruyor, haberlerin nasıl yazılacağını, yazım konusunda nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatıyordu.


İki ustayı çok iyi dinleyenler aldıkları bilgilerle gazeteciliklerini dizgi ve tasarım ile yazım konusunda geliştirme imkanı buldu.


Yıllarca Amerika&8217;da yaşadıktan sonra Türkiye&8217;ye dönen Türk Anştayn&8217;ı lakaplı Prof .Dr. Oktay Sinanoğlu &8220;Hedef Türkiye&8221; isimli kitabında Türkçe&8217;nin önemine dikkat çekiyor, dilimize sahip çıkmamızı istiyor.


Dikkatinizi çekti mi bilmem; Yabancı ülkelerde çalışan gurbetçilerimizin açtıkları işyerlerinin isimleri genelde hep Türkçe isimlerden oluşuyor.


Türkiye&8217;de bunun tam tersi oluyor.


Memleket yabancı işyeri isminden geçilmiyor.


Basın ve medyanın haber dili, partilerin, kurum ve kuruluşlarla dernek ve odaların açıklama dili hatadan geçilmiyor.


Bu konuda geriye gidiş var.


İngilizce&8217;ye merak ettiğimiz kadar Türkçe&8217;ye merak etseydik bugün bu sorunları yaşıyor olmazdık.


Dediğim gibi Türkçe&8217;si iyi olmayanlar, Türkçe dersinden geçirilmemeli.


Bakın o zaman sorun nasıl çözülüyor!



Hem yazamıyoruz hem okumuyoruz



Türk Eğitim-Sen Şube Başkanı Sezai Hangişi, benim yazma konusunda dile getirdiğim sorunu bir başka yönüyle, okuma konusunda ele almış.


Başkan Hangişi, yaptığı açıklamada, Japonya&8217;yı çok okuyan yerlere örnek gösterirken, Rusları da, 2. Dünya Savaşı&8217;nda Alman bombardımanı sırasında bile soğukta paltoya sarılıp gaz lambası ışığında kitap okuduklarını söyleyerek, övüyor.


Sezai Hangişi, okuyan bir toplum ol(a)madığımızı ve okumamak için çeşitli bahaneler yarattığımızı söylüyor.


Doğru söylüyor.


Hem okumuyoruz hem yaz(a)mıyoruz.


Sayın Hangişi, çok önemli bir konuya temas etmiş.


Topluma okuma alışkanlığı kazandırmak için etkinlik düzenleyip kitap dağıtmaları da güzel bir davranış.


Alkışlıyoruz.



Ayıları severim



Aç kalan bir ayı Karabük&8217;te şehre inmiş.


Mobese kayıtlarına takılan görüntüyü yayınlayan televizyonların verdiği haberde bir halı sahaya giren ayı daha sonra caddeye çıkıyor.


Caddeye çıkarken duvara tırmanışı ve oradan atlayışı görülmeye değer.


O cüsseye rağmen kedi gibi atik.


Allah&8217;tan olay geç saatlerde olmuş ki sokaklarda kimse yoktu.


Gündüz olsaydı insan ya da hayvan hiç fark etmez, hemen peşine düşerdi.


Hele köpekler.


Ayılar köpekleri hiç sevmezler.


Onları görünce çok kızarlar.


Ayılar sadece hoşlarına giden insanlara bir şey yapmazlar.


Onlara gülerler ve oynarlar.


Eğitilmiş olanların hamamda bayılma taklitleri meşhurdur.


Ayıları severim.


Akıllı ve hisli hayvanlardır.


Korunmaları ve kollanmaları gerekir.