2 Nisan 2015 tarihli "Hitler'in kayıp denizaltısı U-19 Zonguldak'ta" başlıklı makalemde, II.Dünya Savaşı'nda Almanya lideri Adolf Hitler'in, Tuna nehrinden Karadeniz'e indirdiği 6 denizaltıdan 3'ünün kendi mürettebatı tarafından bölgemizde batırıldığını, daha sonra mürettebat yakalanarak 2 sene alıkoyulduğu ve yıllar sonra Hitler'in kayıp batıklarının bulunması için kolları sıvayan ve ortaya çıkartan denizcilik mühendisi Selçuk Kolay'la ilgili makalem yayınlanmıştı.

Eski tarihli makaleye ilgi gösterip altına yapılan yorumlar, konunun daha detaylarına ulaşmama vesile oldu. 1989 tarihli Milliyet Gazetesi arşivlerine girip, bir hafta boyunca seri yayınlanan "Akrep Harekatı" başlıklı hikayenin detaylarına ulaşabildim. Eski makalemde kalan boşlukların ve özellikle Zonguldak'ta geçen bölümünün ayrıntılarını yeniden derlemem kaçınılmaz oldu...
(Eski makale için, 2 Nisan 2015 tarihli 'Hitler'in kayıp denizaltısı U19 Zonguldak'ta' başlıklı yazıya bakabilirsiniz)

Konuya girmeden önce bu araştırmanın yapılmasının önünü açan, 2 Nisan 2015 tarihli 'Hitler'in kayıp denizaltısı U19 Zonguldak'ta' başlıklı yazıma yapılan bazı yorumları hatırlatmak istiyorum;

YORUMLAR...
Tuna Aratoğlu......: Takriben 80'lerin sonlarına doğru Milliyet gazetesinde yaklaşık bir hafta süren bir röportaj yayınlandı. Bir gazetenin Almanya matbaasının açılış töreninde yaşlı bir Almanın bir gazetecimizin yanına gelerek "bende 1944 yılında Türkiye de mülteci idim" şeklindeki konuşması üzerine U-19 denizaltısının kaptanı olduğunu, Berlin'den gelen telsiz emri ile 3 denizaltıyı Karadeniz de batırdıklarını anlatarak kendi denizaltısından kıyıda gece yarısı bir yolcu trenini gördüklerini, patlayıcıları ayarladıktan sonra karaya çıktıklarını, patlatmayı kıyıdan izlediklerini anlatır. Hava aydınlandıktan sonra içerilere doğru yürümeye başladıklarını, bu arada bir köylünün inekleri ile tarlaya yürümekte iken kendisine Türkçe selam verdiklerini ancak köylünün hiç oralı olmadığını söyler. Benim yaptığım incelemede 1940 yılı başlarından beri gece 00.40 Zonguldak'tan kalkan Banliyo (Baliye !) treninin o zamanki adıyla TEFEN'e kadar gittiğini ve oradan da 05.00 da kalkarak sabah 07.00 da Zonguldak'a kadar geldiğini biliyordum. Muhtemelen bu treni görmüş olmaları lazım. Çünkü Karadeniz'de Zonguldak Filyos arasından başka yerde tren ışığı görmeleri mümkün değil. Daha sonra o kaptan ve ekibi jandarmalar tarafından yakalanarak Burdur da bulunan mülteci kampında harbin sonuna kadar kaldıklarını ve harp sonunda Almanya ya döndüklerini anlatır. Bu anlattıklarım Milliyet gazetesini o yıllardaki nüshalarında araştırılabilir.
İmkanı olan varsa Milliyet gazetesinden bu yazı serisini araştırabilir...
Tuna Aratoğlu (Zonguldak)

Mehmet Türkçelik.....: Yazınıza yorum yapan Sayın Tuna Aratoğlu'nun okuduğu yazı dizisini ben de okudum.O zamanlar yaşlılarla konuştum. olayı doğruladılar trende yakalandıklarını söylediler. Yazıyı okuyunca ben zaten Filyos olduğunu tahmin etmiştim.uzun kumsaldan.trenden.sahilde oynayan çocuklardan bahsediyordu.Denizaltı subayı Filyos sahiline değil yakınlardaki küçük sahile çıktıklarını söylüyordu.
Milliyet'deki yazı dizisini hazırlayan gazetecinin soyadı Çakıroğlu'ydu sanırım.
Saygılarımla
Mehmet TÜRKÇELİK (Filyos)

Kamil Efe......: Kilimli'nin 3 mil açıklarında balıkçıların ağlarının takıldığı bir yer vardır.

Kaan Ülkerim......: Ben profesyonel birinci sınıf sanayi dalgıcıyım, batıkları bulmak için projenizde yer almayı çok isterim.

1989 TARİHLİ GAZETECİ "LALE ÇAKIROĞLU" ARAŞTIRMASININ BAŞLAMA HİKAYESİ...

Yılbaşında Almanya'ya Türk günü için davet edildim. Köln'deki bir Türk turizm gecesinde 'Hubert Verpoorten' isminde bir Almanla tanıştım. Temiz bir Türkçe ile "Nasılsınız Hanımefendi?" demişti. "ne güzel Türkçe konuşuyorsunuz. Nerede öğrendiniz?", "Türkiye'de savaşta esir kaldığım yıllarda...", "Efendim! Nasıl olur, Türkiye İkinci Dünya Savaşı'na katılmadı ki!.." Gülmüştü... "Denizaltımı Karadeniz'in kıyısı Zonguldak'ta batırdıktan sonra Türkiye'ye sığındık, önce enterne edildik, ama sonra Türkiye müttefiklerden yana olunca iki sene esir olduk."
Anlattıkları karşısında kafam iyice karışmıştı...
"Ama nasıl Karadeniz'e çıktınız. Türkiye tarafsız, Boğazlar kapalı..."
Hubert Verpoortan, "Denizaltılarımızı karadan ve nehirden taşıdık" diyordu. Bir an İkinci Dünya Savaşı'nı düşündüm. Pearl Harbour, Normandiya Çıkarması, Hiroşima... Yıllarca bayaz perdede izlediğim filmler, okuduğum romanlar... "Hollywood kültürünün İkinci Dünya Savaşı..."

Ya Türkiye? İnönü'nün başarılı politikasıyla savaşta tarafsız olduğumuz dışında doğru dürüst ne okuduk diye düşünüyorum. Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı yıllarını bilen kaç kişi var? Hele 320 Alman subay ve erinin Türkiye'de enterne edilip iki yıl yaşadığını öğrenmek çok şaşırtıcı...
Kumandan Hubert Verpoorten ve bugün Karadeniz'in Zonguldak kıyılarında denizin derinliğinde yatan U-19 denizaltısının ailesi, ellerindeki belgeler, fotoğraflar, anılarla, bu dizinin hazırlanması için bizimle paylaştılar ve yardımcı oldular. 1944-1946 yıllarına ait bu anı defterinin tamamını sizlere aktarmamız mümkün değil. Alman denizcilerin, günlük duygularını, başka bir kültürün insanları ile birlikte yaşamlarını içeren bu defterler, belli bir kronoloji de izlemiyor. Arzu eden Alman subayı kaleme sarılmış ve izlenimlerini gelişigüzel defterin sayfalarına aktarmış. Yaklaşık 400 sayfa... Ve sadece "denizcilerin" anılarını içeriyor.
Tüm bu insanlar, Türk halkının Nazi Almanya'sından kaçanlara kucak açtığı gibi, savaşın seyri içinde Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan Alman askerlerine de nasıl insanca davranıldığını unutmuş değiller. Mayıs ayında, Zonguldak'ta batırılan "U-19 denizaltısının ailesi" ile buluştuğumuz lokalde, denizaltının ilk komutanı olan Ludwig Gawner, arkadaşları adına bana hitaben şunları söylüyordu;
"İkinci Dünya Savaşı'nda, Almanya'nın dünyada hiç de iyi bir izlenimi olmadığı bu yıllarda, Türkiye'ye sığınan, Türkiye'de sıcak bir yuva, dostluk, arkadaşlık ve güven ortamı bulan U-19 mensupları adına, şahsınızsa Türk halkına bir kez daha teşekkürlerimizi iletiriz."
Ben de, hiçbir önyargıya, art düşünceye kapılmadan, özel anılarını, fotoğraflarını bana teslim ederek, bu dizinin hazırlanmasına yardımcı olan bu güzel insanlara, teşekkür ediyorum.



AKREP HAREKATI...

İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği ile savaş halindeki Almanya, deniz yoluyla da savaşı desteklemek için Karadeniz'de bir donanma filosu kurmaya karar verdi. Tarafsız Türkiye'nin boğazları kapamasıyla Almanlar gemilerini Elbe ve Tuna nehirlerinde sallarla, otobanlarda ise kamyonlarla taşıyarak Romanya'ya getirdiler. Köstence limanında oluşturulan 30. Filoda birçok hücumbot, mayın tarama gemisi ve altı tane de denizaltı bulunuyordu.
Denizaltılar, Karadeniz'deki Sovyet Donanması'na karşı mücadele verdiler. Fakat karadaki savaş Almanların aleyhinde gelişti. Kızıl Ordu, Ağustos 1944'te Romanya'yı ele geçirdi ve Köstence limanındaki denizatlılardan üçünü batırdı. Limandan kaçmayı başaran diğer üç Alman denizatlısı, Sovyetlerin Bulgaristan'ı da işgal etmesiyle, Karadeniz'de kapana kısıldı. Alman denizatlılarının çaresiz kalan kaptanları Türk sahillerinde denizatlılarını batırmaya karar verdiler.

U-19, U-20 ve U-23 tipi üç denizaltının bulunduğu filo Karadeniz'in Türkiye karasularına girmeden birleşip kaçış planı hazırladılar. Plana göre Komutan Ohlenburg ve 20 erden oluşan U-23 tipi denizaltı Kocaeli açıklarında. Komutan Arendt ve 21 erden oluşan U-20 tipi denizaltı Bolu açıklarında ve son olarak Komutan Verpoorten ve 5 erden oluşan U-19 tipi denizaltı Zonguldak açıklarında batırılarak karaya çıkılacaktı.

Bundan sonraki planları bir şekilde Ege Denizi'ndeki adalara kaçıp oradan da Almanya'ya geri dönmekti. 10-11 Eylül 1944 geceleri üç denizaltı, mürettebatları tarafından Türkiye kıyılarında Akçakoca, Ereğli ve Zonguldak yakınlarında mürettebatı tarafından batırıldı. Fakat Alman denizciler Türkiye topraklarına ayak bastıktan birkaç gün sonra yakalandılar ve yaklaşık iki sene boyunca Beyşehir ile Isparta'da tutuldular.

İKİ ALMAN MÜLTECİ GRUBU...

13 Eylül 1944 Ankara-Radyo gazetesi haberine göre:
Başlık: Karadeniz kıyılarına Alman mülteci grubu çıktı: "11 Eylül 1944 Pazartesi günü sabahı, Bolu vilayetinin Akçakoca kazası kıyılarında, 2 subay ve 20 erden, Kocaeli vilayeti Karasu kıyılarında da 1 subay ve 21 erden mürekkep 2 Alman mülteci grubuna rastlanarak yakalanmışlardır. Bunların bindikleri vasıtalar Karadeniz'de battıklarından, sahile yüzerek çıkmışlar ve hepsi askeri makamlara teslim edilmişlerdir."
Haberde, Üsteğmen Hubert Verpoorten komutasında Zonguldak açıklarında batırmak için götürülen U-19 denizaltısı ve beş kişilik ekibinden bahsedilmemiştir. Zonguldak'ta batırılan U-19 ve altı kişilik ekibinin akıbetini silah arkadaşları bile uzun süre öğrenemeyeceklerdir. Herkes onlara öldü gözüyle bakıyordu. Ta ki, Beyşehir'de yeniden buluşana dek...
Bu arada, Üsteğmen Hubert Verpoorten ve ekibi neredeydiler, Zonguldak sahillerinde neler yaşadılar?..

ALMAN SUBAYLARIN ANI DEFTERİ VE SAKLAMA PLANI...

Alman subaylarının 1944-1946 yılı Türkiye anılarını içeren iki defteri bugüne dek Üsteğmen Hubert Verpoorten muhafaza etmiş. Aslında bu defterlerin Türkiye'den dışarı çıkarılışı da oldukça ilginç. Verpoorten resmi makamlardan, Türk şarapçılığıyla ilgili iki kitabın tercümesini yapabilmek için izin istemiş. Yalan da değil. Bu tercümeler de var. Ancak bunların yanında ve bir limon sandığının içinde iki anı defteri ile gazete kupürlerinin bulunduğu dosya gizli olarak Almanya'ya kaçırılmış. Kupür dosyasında sandığa çakılan çivilerin izlerini görmek mümkün. Defterlerin kenarında da Kızılay'ın hediyesi iki kiloluk zeytinyağın lekesi o günlerin anısına duruyor...

Beyşehir ve Isparta başlığı altında toplanan anılar belli bir kronoloji izlemiyor. Ve de sadece "denizcilerin anılarını içeriyor." Denizci subaylar, kendilerine has esprileri, benzetmeleriyle, sevinçlerini, hayal kırıklıklarını olduğu gibi aktarmışlar bu sayfalara. Bazen, krokiler, bazen şiirler eşlik ediyor anılara.
Birinci defterin sayfalarını aralıyoruz...

U-20 VE U-23 DENİZALTI PERSONELİNİN KARAYA ÇIKIŞI...

Türkiye'deki ilk anıyı Akçakoca-Karasu sınırlarında karaya çıkan Herbert Theuring kaleme almış...
"Akçakoca yakınlarındaki ilk merhabadan sonra dost olduğumuza kanaat getiren köylü bizi köye götürdü. (Aslında gittikleri yer bir ilçe olmasına rağmen. Theuring, büyük bir köyden söz ediyor.) Onlara İngiliz denizcileri olduğumuzu anlatmaya çalıştım ve İngiliz Konsolosluğu'nun nerede olduğunu sordum. Daha çok el-kol hareketleri ve bölük pörçük sözcüklerle anlaşıyorduk. Saat 14.00 sularında İzmit'e giden bir otobüs köyden geçecekti. Birden yanımızda beş kuruş Türk parası olmadığını anımsadım. Para lazımdı. 'Doktorum ben' dedim. Doktor olduğumun duyulmasıyla birlikte, karnını açıp gösteren bir sürü erkek ve çocuk, (kadınlar gelmemişti) karşımda sıraya girdi. Yanımızdaki ilkyardım çantasında ne varsa. Aspirin, kinin, ishal ilacı dağıttım. Ama İzmit'e hiçbir zaman ulaşamayacaktık. Öğle yemeğine yeni oturmuştuk ki, jandarmalar bizi yakaladı. Yakalanan diğer grupla birlikte Akçakoca'ya 25 kilometre uzaklıktaki bir askeri garnizona götürüldük. Daha sonra da İzmit'e..."

ZONGULDAK'TA BATIRILAN U-19 DENİZALTISININ SON 48 SAATİ...

U-19 denizaltısının terütaze komutanı Hubert Verpoorten, denizaltılarını Akçakoca ve Karasu sahillerinde batırdıktan sonra sahile çıkan diğer grupları terk ederek, kendi denizaltısını "daha az kalabalık bir koya" götürmeye karar verir. U-19'un son 48 saatini komutanın seyir defterinden öğreniyoruz:
"10 Eylül 1944, Akçakoca ve Karasu kıyısında sahile çıkan U-20 ve U-23 kafilesinin teçhizatını götüren iki adamım gece saat 01.30 sularında U-19 denizaltısına geri döndüler. Denizaltıyı sabahın alaca karanlığında batırıp sahile çıkmak için çok az vaktimiz vardı. Yardımcım teğmen ile durumu inceledik. Denizaltıyı bir gece sonra batırmaya karar verdik. İki denizaltının mürettebatı aynı noktadan karaya çıktıkları için ben daha da doğuya gitmek niyetindeydim. Zonguldak'a yakın olduğumuzu biliyor ancak tam mesafeyi hesap edemiyordum. Çünkü tüm haritalar imha edilmişti ve yanımızda sadece hava durumunu gösterir harita vardı. Zonguldak'tan batıya giden bir tren yolu olduğunu biliyordum. Amacım beraberimdeki beş adamımla birlikte yük vagonuna kaçak binmek ve de Ege'ye ulaşmaktı. Köprüdeydim. Kıyıdan makinelerin gürültüsünün duyulmayacağı bir noktaya dek uzaklaştıktan sonra dizel E-motorunu çalıştırıp (bataryaları) doldurabilirdik. Niyetim dizel motorunu devreye sokarak kuzeye 12 deniz mili kadar gitmek ve daha sonra da doğu, kuzeydoğu yönünde yeniden kıyıya yanaşmaktı. Dizel ile 00'da yaklaşık 20 dakika seyrettikten sonra aniden karşımızda 2 bin metre uzaklıkta küçük bir yelkenli belirdi.

Ay ışığında iyice belli oluyordu. Bu yönde seyrettiği takdirde çarpışmamız kaçınılmazdı. Büyük bir kavis çizerek Batıya yöneldim, ta ki, yelkenli gözden kaybolana dek. Neyse kolay atlatmıştık. Doğru dürüst haritam olmadığından, tam yerimizi kestiremiyordum. Takriben Ereğli önlerindeydik. Makineleri çalıştırdım ve bilinmeyen bir yöne doğru yola çıktık. Şafak sökmek üzereydi. Karaya çıkacağımız noktaya yaklaştığım kanısındaydım. 60 derece gidince Zonguldak'a varabilecektik. Çarkçıbaşı ile dalış durumumuzu, yakıtı ve cephaneyi kontrol ettik. Bir çarkçıbaşı, bir dümenci, bir çavuş ve iki erle denizaltısına dalış yaptıran bir komutanın olduğunu sanmıyorum. Ama biz bunu yaptık. Zonguldak'ın kuzeyinden doğu sahillerine dek gittik. Adamlarıma gemiyi batıracağımızı ilk kez o zaman söyledim. Gün olaysız geçti. Saat 10.00 sularında Ereğli burnu ve kent gözükmüştü. Etrafı periskopla iyice gözden geçirdim. Ereğli önündeki nehir yatağında sarp kayalıklar vardı. Kıyıdan 10 deniz mili uzaklıkta tekrar 60 derece ve kıyıya paralel olarak seyretmeye başladım. Rüzgar 5-6 şiddetinde esiyordu. Deniz dalgalıydı. 11.00 dolaylarında artık bataryalar tamamen dolmuştu. Sancak dolaylarında Zonguldak ve liman göründü.

12.00 sularında daldık ve 14.10'da Zonguldak'ın kuzey doğusundaki kıyılarda yeniden yüzeye çıktık. Hepimiz acıkmıştık. Öğle yemeğinde. Bir kutu konserve kuşkonmaz, bir kutu kırmızı pancar, kızarmış sosis ve ekmekle kamımızı iyice doyurduk.

İLK KEZ TÜRK BAYRAĞINI ZONGULDAK'TA GÖRDÜM...

Malum ya yanımıza kumanya alacaktık ama kıyıya çıkınca uzun bir süre yemek yemeyebilirdik. Tam hazırlıklarımızı tamamlamak üzereydik ki, yakınımızda kocaman bir yolcu gemisi belirdi. Doğu yönünde seyrediyordu. 3-400 metre üzerimizden geçti. Çocuklara 'Bakın bu Türk bayrağı' dedim ve vapurun hırçın rüzgarda dalgalanan bayrağını gösterdim. Ben de hayatımda ilk kez Türk bayrağı görüyordum. Sarp kayalık deniz şeridini geçtikten sonra bir kumsala gelmiştik. Kıyıya çok yakındık. O kadar ki, kumsalda oynayan çocukları seyredebiliyordum. Birazdan bir tren sesi duydum. Evet tren buradan geçiyordu. Barakayı andıran bir İstasyon binasının önünde durdu. Karaya çıkmak için elverişli dedim. 17.30 sularında kuzeye doğru yöneldik. Gecenin karanlığında, daha önce yanaştığımız kumsalın hemen yakınında karaya çıkmak için tespit ettiğimiz küçük taşlık kıyının önündeydik. Filyos yönünden gelen yolcu treninin ışığı bir anda ortalığı aydınlatmıştı. Tren, tünellere girip çıktıkça biz de etrafı daha iyi kolaçan edebiliyorduk. 30 metre genişliğinde 15 metre derinliğinde bir kıyı şeridiydi bu. 4 adamım nevale ve teçhizatlarımızı kıyıya götürdü, ikinci turu yapmak üzere geri dönen ikisi her şeyin normal olduğunu söylüyordu. Denizaltıyı batırmak üzere ben ve çarkçıbaşım kalmıştık. Patlayıcılar, tuvalete, dizele, merkeze ve torpido gözlerine yerleştirilmişti. Ortalık karmakarışıktı. Minderler, yataklar suların içinde yüzüyordu. Biz de hemen hemen bir saattir üzerimizde bir mayo, sular içindeydik. Çarkçıbaşı geminin arkasına gitti, ben de öne, tüm kapakçıkları açtık. Patlayıcıların fitilini açtık. Merkezde buluştuk. Her şey tamam mı?' Çarkçıbaşı 'Her şey tamam' dedi. Denizaltının her yanını tıss diye bir ses sarmıştı. Yukarı çıktık. Suratıma aniden gecenin serinliği çarptı: 'Oh dünya varmış, temiz hava...' Küçük botumuza atladık. O sırada gemi de hafif yana yatmış burun üstü sulara gömülmeye başlamıştı. Denizaltımdan tıslayarak boşalan havanın sesi hala duyuluyordu. Denizaltı aşağıya doğru kayarken, çıkan hava kabarcıkları suyu fosforize etmiş ve etrafımıza gümüşten bir göl oluşmuştu, iki dakika sonra aşağıdan gelen patlamaları duyduk. Evet bombalar patlamış ve gemimiz SMS-U-19, 11 Eylül 1944 günü gece 23.10'da Karadeniz'de Filyos yakınlarında sulara gömülmüştü."

Yardımcı kaynaklar...
Zonguldak Nostalji
(zonguldaknostalji.com)
Tuna Aratoğlu (Yerel tarih araştırmacısı)
Milliyet Gazetesi Arşivi