Bu yazımda, yine bir "Ontemmuz Güzellemesi" ile karşınızdayım.

"Bıktırdın artık, yine mi Ontemmuz?" dediğinizi duyar gibiyim.

Yıllar öncesinde bir yazımda, milliyetçiliğe karşı olduğumu, ama konu Ontemmuz'a gelince "mikro milliyetçi" bir yanımın olduğunu söylemiştim.

Bu yazımda, eski Ontemmuz'u yeni kuşaklara anlatmayı "zamanın tanıklığı" adına sürdüreceğim.

[*] [*] [*] [*]

"Şekercilerin Sahası" eski Ontemmuzluların anılarında önemli bir yer tutar.

Ama önce "Şekerciler" olarak bilinen sülaleyi anlatayım.

1960'lı yılların Ontemmuz'unda gerek sayı, gerekse de sahip oldukları arazi olarak büyük bir aileydiler. Sülale, Bartın kökenli beş kızkardeş ve akrabaları olan üç aileden oluşuyordu.

Bizim de evimizin olduğu on dönümlük bir tapusu olan arazi, amcam Kamil Kaya'nın eşi olan Zeynep Yengeme aitti. Yengem de Bartın'lıydı. Bu tapu, Karlık yol ayrımından sonraki sağ sapaktan başlar, Süleyman Yücel'in sınırına kadar uzanırdı.

Şekercilerin arazisi de, bu kuşağın altından başlardı. Kuzeyde ise, Ontemmuz sırtıyla Gümüşhane Mahallesi eteğinin kesiştiği dereye kadar uzanırdı. Doğudaki sınır komşuları da; Kefeliler, Ölmezler ve Gençsoylardı. Yani yaklaşık 200 dönüme yakın bir bölgeydi, söz konusu olan.

[*] [*] [*] [*]

Kızkardeşlerin en büyüğü Mahmure Teyze, eski muhtarlarımızdan Ziya Kalyoncu ile evliydi. Dört kızları vardı. Ziya Amca, Rize Pazar ya da Fındıklı kökenliydi. Uzun yıllar mahallemizin muhtarlığını yaptı.Aynı zamanda vilayet binasının karşısına arzuhalci bürosu vardı.

İlginç ve çalışkan biriydi; bağ-bahçe işlerine meraklıydı. Arıcılıkla uğraşırdı.Tahtadan ya da ağaç kütüklerini oyarak yaptığı karakovanları, kestane ağaclarının tepelerine yerleştirirdi.

Şiir yazardı.Yazdığı şiirleri daktiloya çeker, küçük arzuhalci bürosunun camına asardı. Ulaşamadım, ama bazı yerel gazetelere de yazdığını hatırlıyorum.

[*] [*] [*] [*]

Hikmet Ablanın eşi erken öldüğünden hatırlamıyorum. Mahallede sevilen biriydi. Bunda artniyetsiz, deli-dolu, sözünü esirgemeyen kişiliğinin payı büyüktü. Coşar ve Cumhur isimli iki oğlu vardı. Liman arkası müdavimlerinden (Maradona) Coşar Ersoy, uzun yıllar şehrin en eski berberlerinden Ahmet Oksun'un Acılık'taki dükkanında çalıştı. Aile, babaevi olan iki katlı eski, tarihi sayılacak bir evde otururdu.

[*] [*] [*] [*]

Nimet Abla, yine Bartınlı Hüseyin Özkaya ile evliydi. Erdal, Erdoğan, Ertu isimli üç oğlu vardı.

Erdal Abi, uzun yıllar Almanya'da kaldı. Erdoğan Abi, Sanat Okulu Maden Bölümü mezunuydu. TTK'dan başçavuş-şef olarak emekli oldu. O zamanlarda lise mezunu olmak önemliydi. Erdoğan Abi ve arkadaşı -üst komşumuz- Nihat Yenitepe, mahallenin en tahsilli insanları sayılırdı. Yapamadığımız ders konularını onlara sorardık. Ertu, Volkan Elektrik'te ve TTK'da elektrikçi ustası olarak çalıştı.

[*] [*] [*] [*]

Makbule Abla, Tonyalı Veysel Çavdar ile evliydi. Yılmaz (Ton Yılmaz), Yalçın, Şirin ve (?) isimli dört çocukları vardı. Veysel Amca da ilginç biriydi. Geçirdiği kaza nedeniyle bir bacağı kesikti. Ama sağlam insanların bile çıkamayacağı koca ağaçların tepelerinde dolaşırdı. Çok çalışkan biriydi.

[*] [*] [*] [*]

Son kız kardeş Nuriye Abla, Bartınlı Mehmet Çakmak ile evliydi. Tuncay isimli bir oğlu, yanılmıyorssam Tülin ve Tülay isimli iki de kızları vardı.

[*] [*] [*] [*]

Bu beş kızkardeşten başka akrabaları olan üç aile daha vardı.

Abdullah Gerey ve eşi Ayşe Kadın Abla. Rıdvan, İrfan, Turan ve Orhan isimlerinde dört oğulları vadı. İrfan Abi, Amelebirliği Pasajı'nda terzilik yaparken, Almanya'ya gitti.

Ayşe Kadın Abla, tam bir halk otacısıydı. Siğil, saçkıran,burkulma, yara gibi hastalıkları iyileştirirdi.

[*] [*] [*] [*]

Abdullah Amcanın kızkardeşi Nazmiye Teyze, İnebolulu Ramazan Amca ile evliydi. Ramazan Amca, EKİ'de demirci ustasıydı. Kazım, Nazım ve Birsen isimli çocukları vardı. Nazım Abi kaportacıydı. Uzunkum'da atölyesi vardı. Kazım da, TTK Merkez Atölyesi'nden emekli oldu.

[*] [*] [*] [*]

Abdullah Amcann büyük oğlu Rıdvan, Şekercilerden Makbule Teyzenin kızı Şirin Abla ile evliydi. Rıdvan Abi, su tesisatı, çatı ve inşaat ustasıydı. İki kızları vardı.

Nazmiye Teyze ile Şirin Abla, alt sınır koşularımızdı. Aramızdaki ilişki "iyi komşuluk" tanımını en az ikiye katlayacak kadar iyiydi.

[*] [*] [*] [*]

Bunları "o koskoca arazide sadece 8 ev olduğunu gözünüzde canlandırın" diye anlattım. Geri kalan bölüm ise; orman, fındıklık, meyve-sebze bahçesi ve çayır-çimenden oluşuyordu. Yani çok geniş ve güzel bir doğa parçasıydı.

Şimdi size bu güzellikten üç enstantane sunacağım.

[*] [*] [*] [*]

ŞEKERCİLERİN DERESİ...

"Şekercierin Deresi" arazilerinin kuzey sınırıydı. Gümüşhane-102 Tepesi ile Ontemmuz arasındaki vadinin adıydı. Bu vadi, şimdiki TV vericilerinin aşağılarından başlar, Soğuksu Dereiçi Sokak'ın başına kadar devam eder.

"Dere" olarak adlandırılmasına bakmayın. Etrafındaki küçük kaynaklardan beslenen bir "derecik" denilebilirdi. Ama suyu pırıl pırıl, berrak ve içilecek kadar temizdi. Çünkü etrafında yerleşim yoktu. Öyleki, bizim tarafta en yakın ev, Hikmet Ablanın, karşı tarafta da Kavilerin eviydi.

Derede sadece tatlı su yengeçleri yaşardı. Suyu az olduğundan balık yoktu. "Abanoz Gölü, Haydar'ın Sineması" başlıklı yazımda anlatmıştım; İhsaniye Abanoz Gölü'nden tuttuğumuz yavru balıkları, taş dizerek oluşturduğmuz gölcüklere bırakırdık.

Tabii ki bu çocukluk hevesimiz sonuç vermedi. Dere ve çevresindeki florada yaşayan yengeç, yılan, helikopter böceği, dikkuyruklu su kuşları ve diğer onlarca kuş ve canlı arasına balıkları katamadık,

Dere ile Süleyman Yücel'in sınırına kadar olan bölge tamamen ormandı. Bölgenin diğer ormanları gibi çeşitlilik anlamunda zengindi. Öyleki; diken ucu, dikendeki kırmızı meyve -biz "gıcır" derdik- yabani töngel, kestane, yabani fındık, muşmula, ligarba (kuş üzümü) yiyerek açlığımızı giderebilir, küçük su kaynaklarından su içebilirdik.

[*] [*] [*] [*]

ŞEKERCİLERİN SAHASI...

O yıllarda mahallede futbol oynanabilen dört saha vardı: "Batarya Sahası, Dorukyolu Sahası, Kürt Mahallesi Sahası ve Şekercillerin Sahası".... Bunlar mahallenin gençlerince imeceyle ormandan açılmış, düzeltilmiş, genişletilmiş alanlardı.

Batarya Sahası; TV vericilerinin olduğu tepede, şimdiki halı sahanın olduğu yerdeydi.

Dorukyolu Sahası; Ontemmuz Mezarlığı'nın hemen berisindeki su deposunun önündeki düzlükteydi.

Kürt Mahallesi Sahası; Karlık yolunun altında, mezarlığın bitişiğindeydi.

Şekercilerin Sahası ise; dereye yakın, üç tarafı orman, bir tarafı fındık bahçesiydi. Sahanın kenarlarında iki kişinin ancak kucaklayabileceği kestane ağaçları vardı. Bu ağaçların dalları, sahanın büyük bir kısmını gölgeler, en sıcak günlerde bile rahatça top oynardık.

Gölgesiyle, ormanıyla, deresiyle o kadar güzel bir yerdi ki, sadece biz değil, Gümüşhane Mahallesi'nin, Osmançayırı'nın, Batarya'nın, Karlık Mahallesi'nin gençleri de futbol oynamak için buraya gelirlerdi.

Mesela; Güven Çelme, Savaş Lavas, Hüseyin Lavas, eski Belediye Başkanlarından Secaaattin Gonca ve ağabeyleri, Endüstri Meslek Lisesi'nden emekli Osman Öğretmen aklımda kalan isimler...

Bizim taraftan; Yalçın, Ertu, Cumhur, Coşar, Orhan, Kazım, abim Ahmet Kaya, Turgut Çelikpençe, Zeki Kefeli, Yaşar Mutlu, Abdullah Mutlu da sahanın daimilerdendi.

[*] [*] [*] [*]

ŞEKERCİLERİN DÜZLÜĞÜ...

Top sahasının doğu kenarından başlayan fındık bahçesi, hemen aşağıdaki çayırlıkta sona ererdi.

Bu fındık bahçesinin çocukluk anılarımda özel bir yeri var. Çünkü bir orkide türü olan sahlep çiçeği, en çok burada bulunurdu. Çiçeklerin kökündeki yumruları çıkartır, kurutur, mahalleye gelen seyyar dondurmacıya verirdik.

Dondurmacı, iç içe geçmiş ve arasına buz doldurulmuş ağaç kap içersine yerleştirdiği ve havlularla izole ettiği dondurmayı bağırarak satardı. Sesini duyduğumuzda, kuruttuğumuz yumruları götürür, bazen para, bazen de bedava dondurma alırdık.

İşte bu fındıklıktan sonra çok geniş bir çimenlik, çayır başlardı. Buraya da "Şekercilerin Düzlüğü" denirdi.

Zonguldak'ın önemli piknik alanlarından biriydi. Hıdırellezlerde, 1 Mayıslarda, okulların yılsonu etkinliklerinde şenlenirdi.

Burası, kışın avcılar için de önemliydi. Kar yağdığında ortasındaki su kaynağı nedeniyle kar tutmayan bir bölge oluşurdu. Buraya konan çulluk ve diğer kuşları avlamak için avcılar pusuya yatardı.

[*] [*] [*] [*]

Şimdi bu güzelliklerin tümü yok oldu, yok edildi.

Ağaçlar kesildi, üstlerine betonarme binalar dikildi.

Çimen, yonca, kaz ayağı, kuzu kulağı gibi otların, papatya, menekşe, mayıs çiçeği, sümbül, köpek gülü (kuşburnu), sahlep çiçeklerinin yerine betonlar filizlendi.

Yoktan bir "Hilmi Uluğ Sokak" ve "Kalyoncu Sokak" doğdu.

[*] [*] [*] [*]

Bunları niye mi anlattım?

Biraz, "yeni kuşaklar ders alsın, çevre duyarlılıkları artsın" diye...

İsterseniz "zamanın tanıklığı sayılsın, kent belleğine iki satır daha kazınsın" diye...

Hoşgörün...

[*] [*] [*] [*]

Bu tavanın tüm balıklarına selam olsun...