Günlük yaşamda bazı ihtiyaçların karşılanması ve birtakım faaliyetler için uygun zamanların seçilmesinin yararlarını hepimiz biliriz. Örneğin, kış kapıya dayanmadan; odun-kömür, kışlık giyim ihtiyacının karşılanması, trafiğin çok yoğun olduğu saatlerde zorunluluk olmadıkça trafiğe çıkılmaması gibi...

Eski yıllarda, bizim köylerde bu durumun önemini anlatmak için, "Aba zamanı aba, yaba zamanı yaba alma!" özdeyişi halk arasında çok kullanılırdı. Günümüzde, kışlık kalın ceket türü şeylere "aba" denilmediği; savrulacak harman da kalmadığı; kalmış olsa da, yaba yerine patoz ya da biçerdöver kullanıldığı için, herhalde şimdilerde "yaba" kelimesini kullanan, kullanılsa da anlayan kalmamıştır.

Yine günümüzde, bu özdeyişin, "Herkesin tatile çıktığı zaman tatile, trafiğe çıktığı zamanlarda da trafiğe çıkma!" şeklinde güncellenmesi, özellikle emeklilerin bu nasihate uymaya özen göstermesi çok uygun düşer. Uyanların, hem kendileri, hem de toplumsal yaşamın rahatlamasına olacak yararlarını ise söylemeye gerek yoktur.

[*] [*] [*] [*]

Bu satırları yazanın, büyük babası, babası ve de kendisi; olabildiğince, imkanları elverdiğince, abayı aba zamanı; yabayı yaba zamanı gelmeden alanlardan ve bunun rahatını ve yararlarını görenlerden olmdu, olmayı da sürdürüyor.

Allah'a şükür, henüz malzeme ve metal yorulması başlamadan, fabrika ayarları da pek bozulmadan (Bir- iki değerli Koltukçu'nun da katkıları sayesinde!) arabayı garaja çektikten sonra, özellikle tatil konusunda bu nasihate daha fazla uyuyorum.

(Laf aramızda, çocuklarımın, "Baba, Allah'a şükür senin araba daha çok kilometre yapar. Düş önümüze, Safranbolu'daki Kuşcu Konağı'nı(!) otel-motel yapalım, iş kuralım" gibi önerileri olduysa da, kendilerine, "Bu saatten sonra, maddi kazançlar için arabayı garajdan çıkarmam. Hiçbir arabanın da önüne koşulmam. Ancak kimin olursa olsun, giden arabaların yolları-yordamları hoşuma giderse, talep de gelirse, ardından iterim" kararımdan dönmedim.)

[*] [*] [*] [*]

Tatil konusunda, bu yıl da, aba-yaba nasihatine uyarak, okullar (kapanır-kapanmaz değil!) açılır-açılmaz, soluğu, Afyon'da, iyi bilinen bir termal otelde aldık. Koskoca devasa otel, emekli ya da emekli yaşındaki 25-30 kişiye tahsis edilen lüks bir huzurevi görünümündeydi.

Sabah kahvaltısı saatinde, bir görevlinin, bir bayan müşteriye sorduğu, "Efendim, servisi nereye açayım?" sorusuna, "Şu ilerdeki ak saçlı beyin olduğu masaya" yanıtına, "Efendim, oturanların neredeyse tamamı ya ak, ya yok saçlı. Bir yanlışlık yapmayayım!" yanıtı da manzarayı anlatıyordu.

Kalanlar az ve yaşları da benzer olunca, otelin tenha mekanlarındaki rahat koltuklarında dinlenen müşteriler arasında tanışma ve sohbet etme ortamları da daha kolay oluşuyordu. Bu arada biz de, Ankara, Kazanlı (Pardon, Kahramankazanlı!) Zeynel Bey ve ailesi ile tanışma ve birlikte olduğumuz iki gün zarfında sohbet etme, özgeçmiş hikayelerimizi birbirimize anlatma zevkini yaşadık.

Zeynel Bey, kaldığımız otelin mekanlarında, otel sahibinin yıllar önce ayçiçeği tarlalarında çekilmiş renkli, güzel resimlerine ve üç boyutlu modellerine bakarak, "Hocam, biraz daha erken başlamış olsaydım, herhalde ben de bu rahmetli Oruçoğlu'nun durumuna gelebilirdim" demiş ve kendi hikayesini anlatmaya başlamıştı.

Zeynel Bey'in köyü, tarlaları, şimdiki otoban üzerinde yer alan Kazan ilçe merkezine çok yakın köylerinden birisiymiş. Askere gidene kadar ailesi ile birlikte sahibi oldukları geniş arazilerinde, hububat ve kavun-karpuz tarımı ile uğraşmış. Askerlik sonrasında bu zor ve karşılığının da az olduğunu düşündüğü uğraşa dönmemeye, adresini Ankara'ya almaya ve ticaretle uğraşmaya karar vermiş.

Zamanla inşaat sektörü ile ilgili olan işini çok geliştirmiş. Bu arada, çocukları da işin içinde büyümüşler ve işleri yürütecek hale gelmişler. Bu durumu gören ve çocuklarına güvenen Zeynel Bey, biraz erken denilebilecek bir zamanda kendisini emekli etmiş ve emekliliğini yaşamaya başlamış. Bu arada, 30-35 kilometre uzaklıktaki köyüne de daha sık gitmeye, gittiğinde kalmaya; Ankara'daki ortamdan ve yaşantısından uzaklaşırken, köyüne, köyündeki yaşama yaklaşmaya başlamış.

Gezme-görme amacıyla Nevşehir taraflarına gittiğinde, yolunun üzerindeki tarlaların sarılı-kırmızılı, alacalı- bulacalı kavuna-karpuza benzeyen bir ürünle kaplı olduğunu görmüş. Arabasından inmiş, bu çok verimli olduğunu gördüğü ürünü yerinde incelemiş ve bir kabak türü olduğunu anlamış.

Kabak tarlalarının toprak yapısının ve bölge iklimin Kazan'a çok benzediğini düşünmüş. "Çekirdek (çerez) kabağı" denilen bu kabak türü hakkında bilgiler edinmiş. Killi olanlar hariç, her türü toprakta, kuru-sulu tarımda yetişebilen, verimi, geliri yüksek, mineral ve vitamin bakımından çok zengin olan bir besin kaynağı olduğunu, sağladığı kazancın da hububata göre çok daha iyi olduğunu öğrenmiş. Bu ürünün, hububat, kavun-karpuz tarımı yapılan kendi tarlaları için de uygun olabileceğini düşünerek, dönüşünde bir miktar kabak tohumu almayı da ihmal etmemiş.

Emeklilikte geçen zaman içinde gezip-tozmaktan da sıkılmaya başlayan, çalışmayı ve iş başarmayı çok seven Zeynel Bey, Kazan'a döndüğünde, bu çekirdek kabağını bir tarlasında denemeye karar vermiş ve ekmiş. Sonucun çok iyi olduğunu görünce, ekim alanı ile birlikte, bu konudaki bilgisini ilerletmiş; ekim, bakım, hasat, araç-gereç donanımlarını da sağlayarak tam bir çekirdek kabağı üreticisi olmuş.

Bu örneği gören köylüleri ve komşu köylüler de çekirdek kabağı ekimine başlamış. Bazı tarlalarına, Kızılcahamam Barajı'nın suyu da ulaşınca, ekim alanları daha da genişlemiş; verim de kat be kat artmış. Kahramankazan köylüleri, son 6-7 yıl zarfında çekirdek kabağı üretiminde de kahraman olmuş, ilçede çekirdek kabağı piyasası da oluşmuş. Nohut ile birlikte önemli bir alternatif tarım türü olmuş.

Bu konudaki çalışmalarında kendisine yardımcı ve yol gösterici olmakla görevli devlet kurumlarından bir destek görüp-görmediğini sordum. "Bir talebim olmadı. Olsaydı da, başka konularda, başka kişilere olmadığı gibi, bana da bir katkılarının olabileceğini hiç düşünmedim. Yardımcı olabilecek durumda olsalardı, bu ürünün üretimini yıllar önce kendilerinin önermesi gerekirdi" mealindeki cevabı da düşündürücüydü.

[*] [*] [*] [*]

Değerli okurlarım; Zonguldak'ımız için de, Kazanlı Zeynel Bey gibi dinamik, müteşebbis emeklilere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Zonguldak'taki müteşebbislerin, çürük-sağlam demeden, kazık çakıp, üzerlerine yüksek binalar dikmekten başka yaptıkları geçim kaynağı olabilecek bir yatırımları yok. Zonguldak'taki emekli nüfusun da, "Devletten aylık, Allah'tan sağlık" dileklerinden başka bir taleplerinin ve beklentilerinin olduğunu da sanmıyorum.

Bilirsiniz, Amerika'yı Amerika yapanlar, Amerika'yı Amerika yaptıktan sonra da geldikleri yerleri ihya edenler, göçmen Amerikalılardır. Benim de ümidim; müteşebbis ya da emekli, Zonguldak'tan göç eden, Zonguldak'ı seven, Zeynel Bey gibi dinamik, üretken emekliler ve Zonguldak dışındaki müteşebbis Zonguldaklılardır.

Günümüzün Zonguldak'ın toprağını, suyunu, üretim kültürlerini bilen, düşünen Zonguldaklı emeklilerin son fırsat olabileceğini düşünüyorum. Zira, yeni yetişenler ve yarın emekli olacak olanlar, Zonguldak'ın sunabileceği imkanları bilmedikleri gibi geçmişin mirası olan madenciliği bile unutmuş olacaklar, buralardan gitmekten başka bir şey düşünmeyeceklerdir.

Devletimizin, Zonguldak'ta, 2,5 kilometre yeni yol yapmak için 2 kilometre tünel, 50 metre ayak yüksekliğinde 260 metre uzunluğunda viyadük yapabildiğini, sadece bu yapılar için 200 milyon lirayı harcayabildiğini, Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun (TTK, her yıl yüz milyonlarca liralık zararını karşılama gibi fedakarlıkları yapabildiğini biliyoruz. Bu fedakarlıkları yapan devletimiz, özellikle Zonguldak'a dönmek ve Zonguldak'ta bir şeyler yapmak ve üretmek için projesi ve arzusu olan emekli, dinamik göçmen ve müteşebbis Zonguldaklılara ulaşmanın ve kendilerine her türlü desteği ve teşviki sağlamanın yollarını da aramalıdır.

Zonguldak'ın kurtuluşu için bir ümidim de onlardır!