Allah korusun! Ama gelin şöyle bir fikir jimnastiği yapalım.

Zonguldak savaşa girse; kim, ne yapar?

Cephenin en önüne, yeraltında üretim kademesinde çalışan madencileri koyarlardı, büyük ihtimal!

Çünkü onlar için ölüm, doğum kadar doğal! Üstelik güzel de ölüyor bizim çocuklar!

Cephede siper kazma işini yine rödevansçılar yapar!

En kolay neresiyse orayı kazarlar!

Çıkarttıkları kömürü de irsaliyesiz satarlar!

Askeri araçların yakıtını nitelikli dolandırıcılar karşılar!

Tanka, cipe kaçak mazot ve benzin koyarlar!

Ordunun parasal ihtiyaçlarını ise, kentimizin namazlı-abdestli tefecileri sağlar!

Gıda ihtiyacını ise, fasoncu marketçiler!

Peki, komutanlar, müdürler, başkanlar nerede?

Onlar sahada, Gazipaşa'da! Kaldırım ve trafik düzeniyle ilgileniyorlar!

Siyasetçiler, Külliye'den haber bekliyorlar!

Savaş var, ama kentin çöpünün toplanması lazım!

Başkan, çıkmayı en fazla verecek olan firmayı arıyor!

Biri gelmiş, "Ha o arka, ha bu arka kadar benimdir" der!

Bu savaş böyle devam eder.

Ölen biz, kazanan tefeciler olur!

Değişen hiçbir şey olmaz...

Tedavisi olmayan tek hastalık...

İshal oluyorsun, mesela!

Zeytin, patates haşlaması yiyorsun, geçiyor.

Olmazsa, ilacı var!

Kabız olursun, onun da ilacı var!

Konuya niye buradan girdik?

Çünkü insanı, içindeki pok ayakta tutuyor!

Kansersin mesela!

Ameliyat, kemoterapi olursun, geçer! Geçmese de, ömrün uzar!

Kalp, göz, böbrek nakli olursun, sorunu çözersin!

Artık tıp ilerledi!

El-ayak protezi yapılıyor!

Gerçeğinden ayırmak mümkün değil!

Kadını erkeğe, erkeği kadına dönüştürüyorlar!

Ama tıp dünyası, hazımsızlık konusunda çaresiz kaldı!

Ne bir ilaç bulunabildi, ne bir ameliyat!

Ankara'daki hazımsıza uşaklık yapan Zonguldak'taki hazımsızlarla başımız bu yüzden belada! Kimi üfürüyor! Kimi sallıyor!

Kıssadan Hisse: Arkanız sağlamsa, sesiniz gür çıkar!

Sultan 2'nci Mahmud devrinde hakimiyetlerine son verilen Anadolu'nun meşhur derebeyi sülalelerinden biri de, Yozgat'taki Çapanoğullarıydı. Bunlardan Çapanoğlu Süleyman Bey, diğer derebeylerin aksine merhametli ve zayıfları koruyan bir beydi.

Bir gün, zayıflıktan iskeleti çıkmış bir eşek, Çapanoğlu konağının önünde mecalsiz bir halde dolaşırken, açlıktan konak kapısının ipini kemirmeye başlar. İp sallanınca, ucundaki çıngırak da çalar. "Kapıda biri var" zannederek kapıyı açan uşaklar, eşeğin bu haline acır ve "bunda bir iş var" diyerek Çapanoğlu'na haber verirler.

Hayvancağızı gören Süleyman Bey, eşeğin sahibini buldurur ve adama okkalı bir sopa attırdıktan sonra, "Bu hayvana günde beş okka arpa yedirip, tımarını yapacaksın ve her hafta bana getirip göstereceksin" der.

Bu esaslı bakım sonunda hayvan çok semirir ve avazı çıktığı kadar anırır. Eşek anırdıkça, sahibi de mahzun mahzun şöyle der:

"Anır eşeğim anır, Çapanoğlu gibi arkan var."

Hisse: Arkanız sağlamsa, sesiniz gür çıkar...

Günün Sözü:

"İte-çakala değer verirsen, kendini kurt sanar. Tenekeye değer verirsen, kendini 24 ayar altın sanar."

Atasözü