Zonguldak, kimlerin eline kaldı?

Siyaset, kimlerin eline kaldı?

Siyasetçi, kimlerin eline kaldı?

Zonguldak, nüfus olarak küçülürken, fiziki olarak da küçüldü!

Bu küçülmeyle birlikte siyasetçisi de küçüldü, sivil toplum örgütü yöneticisi de!..

Tabi ki bürokratı da!..

Eskiden okulun en deneyimli öğretmeni müdür olurdu mesela!

Sivil toplum örgütünde ise, en sözü dinleneni!

Şimdi ise, bir okula müdür olmak istiyorsanız, siyasetçinin tezgahından, sendikanın onayından geçeceksiniz!

Sivil toplum örgütlerinde "yemem" diyenleri başkan seçmiyorlar! O kadar yani!

Mesela, belediye başkanlığı mı ahlakı bozuyor, biz mi ahlaksız adamları belediye başkanı seçiyoruz?

İnsanın kafası karışıyor.

Konuyu bambaşka bir yere getireceğim.

Hafta sonunda Karabük'te Beşiktaş maçını izledim.

Ondan önceki hafta da Bartın'dan geçtim.

Bir ilin devlet kurumlarının büyüklüğü, o ilin siyasetçilerinin büyüklüğüyle doğru orantılı galiba.

Bartın ve Karabük'teki kamu binaları, Zonguldak'taki kamu binalarından büyük ve daha güzel...

Oysa Bartın'ın nüfusu sadece 192 bin 389...

Karabük'ün nüfusu, 242 bin 347...

Zonguldak'ın nüfusu ise, 597 bin 524...

Yani nüfus olarak Bartın'ın üç, Karabük'ün 2,5 katıyız.

Aslında Zonguldak'ın kamu binaları Bartın'ınkinden üç, Karabük'ünden 2,5 kat büyük, ama öyle değil işte.

Çünkü oradaki siyasetçiler, kentin geleceğini; Zonguldak'taki siyasetçiler, kendi geleceklerini düşünüyorlar.

Zonguldak, çok da umurlarında!

Yazık değil mi?

Danışmanına teslim olmuş, kendini idare edemeyen bir adamdan, kenti idare etmesini bekliyoruz!

Ama bu adamlar, bu kentli de değil ki!

Bakın işte Muhtarlar Derneği Başkanı Şerafettin Nas sonunda isyan etti.

İçinde biriktirdiği bu kadar laf için neden bu kadar bekledi?

Bu isyan kolay kolay dinmez.

Macun tüpten çıktı!

Ya da şemsiye...

Artık nasıl anlarsanız öyle...

Kıssadan Hisse: Kararsızlık...

Profesör, elinde bir fare ve kutu ile salona girdi. Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında fareyi kutunun içine koydu ve kutuyu kapattı. Salona dönerek, "Bu kutuya iki gün kimse dokunmasın!" dedi ve salondan çıkıp gitti.

Salondaki öğrenciler, olaya bir anlam verememişlerdi. Ne olacağını merak ederek, iki gün beklediler.

İki gün sonunda profesör salona girdi ve kutuya yaklaşarak açtı. Kutunun içindeki fare ölmüştü. Sınıfa dönerek farenin neden ölmüş olabileceğini sordu.

"Havasızlıktan... Açlıktan... Susuzluktan..."

Her öğrenci olabilecek ihtimalleri saymıştı. Profesör, kutuyu havaya kaldırıp içini öğrencilere gösterdi. Kutunun her tarafı kemirilmiş vaziyetteydi. Profesör, "Görüyorsunuz değil mi? Fare anlaşılan çıkmak için çok mücadele etmiş. Bunu kutunun içindeki vaziyetten anlıyoruz. Şu var ki, fareyi sizin dediğiniz gibi ne havasızlık, ne de açlık öldürdü. Fareyi asıl kararsızlık öldürdü! Fare kutunun her yerini parçalayıp çıkacağına, sadece bir köşesini parçalasaydı ve bunda da kararlı olsaydı, çıkıp kurtulacaktı" dedi.

Hayatta zaman zaman kararsızlığa düşeriz. "O mu, bu mu?" derken bizim için en kıymetli varlık olan zamanı tüketmiş buluruz kendimizi. Hedeflerimizi çok iyi belirlemeliyiz. Hayat, kararsızlık içerisinde yüzecek kadar uzun değil.