İçişleri Bakanlığına...

Zonguldak Valiliğine...

Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığına...

Zonguldak Emniyet Müdürlüğü karşısında AVM'nin yanında, Zonguldak Belediyesi'nden Arelel İnşaat tarafından kiralanan ve yap-işlet-devlet formülüyle hayata geçirilen alanda kamu zararı yaşanıyor. Arelel İnşaat'ın bu alanla ilgili sözleşmesinin feshedilmesi gerekiyor.

Zonguldak Belediye Başkanı Muharrem Akdemir, burada yapılan tüm usulsüzlüklere göz yumuyor. Arelel İnşaat, bu alanda çok düşük bedellerle kiralamalar yapıyor.

Şimdi yeni bir çalışma var. Yıllardır yapılması gereken tesisler yapılmadığı için gelir kaybı olan Zonguldak Belediyesi, mevcut yapıların yıkılmasına da göz yumdu.

Şimdi çok düşük bedelli kiralamalara göz yumuyor.

Zonguldak Belediye Başkanı Muharrem Akdemir, kadın Belediye Meclis Üyesi Mevlüde Yalçıner'e, "Kadınsınız, bir şey demeyeceğim" diye posta koyarken, cesaretini (!) gösterirken, aynı cesareti belediyeyi zarara uğratanlara neden gösteremiyor, merak ediyoruz!

Zonguldak'ın taşından, toprağından, kömüründen, hazine arazisinden rant elde etmeye çalışanlara "dur" diyecek bir devlet yetkilisi yok mu?

Yürekli bir Cumhuriyet Savcısı, Arelel İnşaat'a kiralanan alanla ilgili dosyayı ele alsa, gördükleri karşısında küçük dilini yutar.

Eğer savcılar bu dosyaya el atmazsa, biz yayınlayıp kamuoyuyla paylaşacağız.

Zonguldak insanı ve öğrenilmiş çaresizlik...

Bildik bir hikayedir bu aslında.

"Hindistan'da filleri yetiştirmek için onları küçücükken kalın bir zincirle bir kazığa bağlarlar. Tabi bu yavru filin bu zinciri koparabilmesi, kırabilmesi ya da kazığı söküp atabilmesi mümkün değildir. Küçük fil, önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener, ama sonucu değiştiremez, özgürlüğüne kavuşamaz. Yıllar geçer, fil kocaman olur... Bağlı olduğu kazığın ve zincirin onlarca katına gücü yetebilir artık. Ama fil, asla böyle bir girişimde bulunmaz. O özgür olamayacağına inanmıştır, artık kırılamayan şey, filin zinciri değil inancıdır. Akvaryumdaki balığı okyanusa atmışlar, o hala akvaryumdaki kadar hacimde yüzmüş..."

"Öğrenilmiş çaresizliktir" bunun adı. Organizmanın davranışlarıyla olumsuz bir sonucu kontrol edemeyeceğini öğrenmesinden sonra, davranışlarıyla olumsuz sonucu ortadan kaldırabileceği durumlarda gereken çabayı gösterememesi olarak tanımlanır.

Zonguldak insanının yaşamı da tam bir öğrenilmiş çaresizliktir.

1940'lı yıllarda Zonguldak insanı, jandarma zoruyla madende çalışmaya mecbur ediliyor. Zonguldak insanı "mükellefiyet"e tabi tutuluyor. Kadınlar ve çocuklar, daha çok yollarda çalıştırılıyor. 12 yaşından itibaren yollarda taş dizen çocuklar,16'sında madene giriyorlar.

Şimdi ise, tam tersi bir mükellefiyet var.

Şimdi "zorla" ocaktan çıkarılıyor.

Ama dışarıda iş yok.

Zonguldak insanını silah zoruyla köyünden al, silah zoruyla ocağa sok.

Şimdi ise, "köyüne git, toprakla oyna" de...

Bu insanlar, toprağı, tarımı unuttu. Kömürden de koparıldı.

Bir öğrenilmiş çaresizlik içinde bırakıldı.

Ne yapsın Zonguldak insanı söyler misiniz?

Günün Fıkrası: İki deli!

İki deli, hastaneden kaçmışlar, o kadar koşmuşlar ki, şehrin ortasına geldiklerinde nefes nefese kalmışlar. Aksilik ikisinin de acil tuvalet ihtiyacı gelmiş. Büyük olan, oradan geçen genç bir delikanlıya:

"Affedersiniz, burada tuvalet var mı? Arkadaşla çok sıkıştık."

Deli olduklarını anlayan genç, ilerde cadde ortasında duran çöp varillerini göstererek:

"İşte burası tuvalet..."

Dalgasını geçer ve gider. Bizimkiler, hemen çöp varillerinin üzerine çıkarlar. Büyük tuvaletlerini yapmaya başlarlar. Bu arada, delileri gören halk, seyretmek için etrafına toplanır. Bir kalabalık, bir kalabalık... Büyük deli, yanındaki deliye:

"Ulan, iyi ki acele etmişiz, şu tuvalet sırasına bak, bizi bekliyorlar."

(Zonguldak'ta da durum aynen böyle! Şehrin içine yapanlar, seyircinin ilgisinden iyi bir şey yaptıklarını zannediyorlar. Seyredenler arasında devlet görevlileri de var!)