"Cadde ve sokakların kimlik kartları" başlıklı geçmiş tarihli bir yazımda Zonguldak'taki bazı cadde ve sokakların isminin kaynağını kaleme almıştım. Makalede, İnağzı mahallesi'nde bir sokağa adı verilmiş olan Zonguldak Gazeteciler Derneği kurucu başkanı Turhan Tınay'ın hayat hikayesini ve adının sokağa verilişini anlatmıştım. Bu yazımdan sonra, Karaelmas Gazeteciler Derneği (KGD) Danışma Kurulu üyesi iktisatçı yazar Namık Aşcı, gazeteci Turhan Tınay'ın isminin sokağa verilişindeki bazı ayrıntıları anlattı. Aynı gün gazeteci yazar Ahmet Naim'inde adının bir sokağa verildiğini söyledi. Ben de Ahmet Naim gibi bir değeri özel bir çalışmayla kaleme almak istediğimi söyledim.
Gazeteci Namık Aşcı Ağabey zaman-zaman gelir, yazılarda bulduğu eksik noktaları ve konuları gösterir, derin tecrübesini benimle paylaşır. Gösterdiği ilgi ve alaka için kendisine teşekkür ediyorum.

Namık Ağabeyle yaptığımız bir sohbette, 1989 - 1994 dönemi Zonguldak belediye başkanı Yüksel Aytaç, gazeteci yazar Turhan Tınay ve gazeteci yazar Ahmet Naim'in isimlerini yaşatılması adına, Zonguldak'ta yaşadıkları mahallelere adlarının verilmesi için konuyu Belediye meclisine taşımış ve isimler bu sokaklara verilmiştir. Ahmet Naim'le birebir görüştüğünü de söyleyen Namık Aşcı ağabey Ahmet Naim'in yaşadığı yer olan Meşrutiyet Mahallesindeki sokağa Ahmet Naim Çıladır isminin verildiğini belirtmiştir.
Ahmet Naim (Çıladır) ismi Zonguldak tarihi adına sıralama yapılsa, ilk üçe girer diyebilirim. Maden şehri Zonguldak'taki madenciliğin inceliklerini ve çalışma şartlarını en ince ayrıntılarıyla günümüze taşıyan araştırmacı yazarlığı yanında, diğer tarih yazarlarının da en büyük ilham kaynağı Ahmet Naim'in hatıratlarından yola çıkan yazılar olmuştur...

AHMET NAİM (ÇILADIR)...

Ahmet Naim Çıladır, 1904 yılında İstanbul'da doğdu. Eyüp Sultan Reşadiye Mekteb-i İptidaisi'nden (ilkokulundan) sonra öğrenimini sürdürmedi. Kendi kendine ilerlettiği Fransızcasıyla, Zonguldak Ticaret Odası'nda ve Ereğli Kömürleri İşletmesi'nde uzun yıllar çalıştı. Bu işletmenin istatistik şefi iken, 1957'de emekliye ayrıldı. Edebiyatımızda, Zonguldak Kömür Havzası ve kömür işçilerinin yaşamları ile ilgili ilk öyküleri o yazmıştır. Bunlardan bir bölümü, 1935 - 1944 yılları arasında 7 Gün, Yurt ve Dünya dergilerinde yayımlandı. 1934 - 1938, onun yazarlığı bakımından en verimli yıllar olmuş, bu süre içinde, "Bir Müstemleke Harbinin Tarihi ile Zonguldak Kömür Havzası" adlı, ekonomik konulara değinen iki inceleme kitabından başka, "Define" ve "Uzun Mehmet" adlarında iki de oyunu yayımlanmıştı. 1932 yılında kurulan Halkevi'nde yayım komitesinde görev yaptı. Ahmet Naim, daha sonraki yıllarda, İstanbul'daki başka dergi ve gazetelere arada bir yazı yolluyordu. Bu yazılar onun "Kanca Ahmet" olarak Zonguldak ve çevresinde ününü yaygınlaştırdı, ama yurt çapında tanınmasını sağlayamadı. Hele öykülerinin kitaplaşamayışı, Türkiye'nin büyük bir üretim bölgesinde emeğin ne yollardan sömürüldüğünü anlatan sanatla işlenmiş belgeler'in zamanında okunmasını engelleyerek, edebiyatımızda Zonguldak gerçeğinin de ortaya çıkmasını geciktirmiş oldu. 1938 yılında arkadaşlarıyla birlikte solculuktan tutuklanan Ahmet Naim'in, Farabi adındaki büyük oğlunu toprağa verince beli bükülmüştü. Sonra bu acıyı, küçük oğlu Sina Çıladır'ın, işitme problemi ve ciğerlerinden hastalanarak sanatoryuma yatması izledi. Üst üste gelen darbeler onun ince vücut yapısını, bu yıkımlara karşı koyamayacaktı. 24 Nisan 1967'de Zonguldak'ta hayata gözlerini yumdu.

AHMET NAİM'İ TANIMAK...

Bugün Ahmet Naim ismini birçok okur tanımıyor. Ama bilenler için Ahmet Naim önemli bir isim: özellikle Zonguldak ve çevresinde. Maden ocağı işçileri için ilk öyküleri yazan bir isim olarak tanıyoruz Ahmet Naim'i... Ancak Ateşnefes kitabındaki öyküleri okudukça bu konudaki fikrimiz biraz değişiyor, zira her öyküsünde maden ocağı işçileriyle karşılaşmadığımız gibi, çağının çok ötesinde bir öykücü olduğunun sinyallerini de onu okurken bulmak mümkün. Belli bir yörenin insanlarından hareketle evrensele uzanan usta bir öykücülük sergiliyor. Bugün Ahmet Naim'in okur gözünde 'kayıp' bir yazar olmasının üzücü bir hikayesi var...

Ateşnefes adlı kitabın ortaya çıkmasına vesile olan isim, yazar Hürriyet Yaşar... Ahmet Naim'le tanışma öyküsünden bahseder. 1986 yılında Karadeniz Ereğli'sinde bulunduğu sıralarda Sina Çıladır'la tanışı. Birbirlerine yaptıkları ev ziyaretlerinden birinde Sina Çıladır Hürriyet Yaşar'a bir kitap gösterir: Kuduz Düğünü. Hürriyet Yaşar, 1968 basım tarihli kitabın yazarı Ahmet Naim'in Sina Çıladır'ın babası olduğunu öğrenir, Ahmet Naim'in diğer kitabı olan "Bir Yudum Soluk" adlı küçük bir maden röportajından müteşekkil kitabı da okur. Bundan sonra Ahmet Naim üzerine uzun soluklu konuşmalar yapılır... Ahmet Naim'in Ereğli'de tanınmış bir isim olduğunu öğrenir Hürriyet Yaşar. Peki, böylesine önemle bahsedilen bir yazarın nasıl olur da kitap olarak yayımlanmış tüm yapıtları bu ikisinden ibarettir? Hürriyet Yaşar, bu sorunun cevabını arar bir süre. Edebiyat tarihçilerine göre ilk madenci öykülerimizin yazarıdır Ahmet Naim, fakat Kuduz Düğünü'nde yer alan yedi öyküden sadece ikisi madenci öyküsüdür. Bir insanı madenci öykücüsü yapmaya iki öykü yeter mi, diye soruyor Hürriyet Yaşar ve Ahmet Naim'in bir röportajından alıntıladığı şu sözlerini sıralıyor:

''Basılmış olan kitaplarımın çoğu, sosyal konular üzerine etütlerdir. Hikayeci tanındığım halde ve yayımlanmış yüzü aşkın hikayeme karşı tek hikaye kitabım yoktur. Bu eksikliği gidermek için on beş hikayemi kitap halinde yayınlamak üzereyim. Kitap işimi dostum Mehmet Seyda İstanbul'da izliyor.''

Ahmet Naim'in hikayesinin en üzücü kısmı tam da burası; bir öykücü olarak tanınan Ahmet Naim, yayına hazırlanan öykü kitabının basıldığını göremeden 24 Nisan 1967'de hayata veda eder. Röportajın devamında Ahmet Naim'in dergilerde tefrika edilmiş toplam üç romanı olduğunu okur Hürriyet Yaşar. Ahmet Naim üzerine yaptığı araştırmalarda onun yazarlığı hakkında söylenen sözlerin niteliği, Hürriyet Yaşar'ın kitabın dışındaki öyküleri bulma isteğini kamçılar ve Hürriyet Yaşar bir yılını Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde Yedigün, Yurt ve Dünya, Yeni Adam dergilerinin 1935-1945 yılları arasındaki sayılarını karıştırmakla geçirir. Ahmet Naim'in sözünü ettiği Toprağa Dönüş romanıyla beraber beş öyküsünü bulur bu aramaların sonunda. Hürriyet Yaşar'ın Ahmet Naim'in öykücülüğü için düşünceleri ise şöyle:

"Romanı, öyküleri bir solukta okuyorum. Zonguldak, hep Zonguldak... 'Arkadaş Sevgisi', maden ocağında ve çevresinde geçiyor. Öykü boyunca kömür tozunu sanki size de duyumsatıyor yazar. Ama kirlenmiyor, arınıyorsunuz. Sıkılmıyor, yaşama sevinci doluyorsunuz. Sabahattin Ali'nin öyküleri ile aynı kanalda akıyor Ahmet Naim'in öyküleri. Gerilim, romanda da öykülerde de çok başarılı kullanılıyor. Ölüm ise, öykülerin tümünde ve romanda etkisini duyuruyor."

Hürriyet Yaşar'ın Ahmet Naim için yaptıkları bu kadarla sınırlı değil. 1992'de, ölümünün yirmi beşinci yıl dönümünde Asım Bezirci'ye bir anma toplantısı önerir. Atatürk Kitaplığı'nda, Asım Bezirci ve Enver Ercan'ın da katıldığı bir panelde Ahmet Naim'in öykücülüğü üzerine bir konuşma yapılır. Kuduz Düğünü'nü okuyan Enver Ercan, bulunan öykülerden kısa olanı Kısmet Piyangosu'nu Varlık'ın Nisan 1992 sayısında yayımlar. Fakat diğer öykülerin uzunluğunun bir dergide yayımlanmaya elverişli olmaması kitap basımını zorunlu kılmaktadır. Ateşnefes, yedi öyküden ibaret olan Kuduz Düğünü ile buradaki öykülere ek, Hürriyet Yaşar'ın dergilerden bulduğu beş öyküden oluşarak yayımlanır böylelikle. Yaşarken yüzü aşkın öyküsü yayımlanan değerli yazarın geri kalan öyküleri, bugün hala, kim bilir nerelerde, hangi okurlar tarafından keşfedilmeyi beklemekte... Hürriyet Yaşar, bana göre büyük bir vefa örneği sergilemiş Ahmet Naim'i günümüz okuruyla tanıştırarak. Şu sözleri de oldukça önemli:

"Ahmet Naim'in ürünleri, zamanında 'yol açıcı' idiyse, öykücülüğümüzün bugün geldiği noktadan geriye baktığımızda, bu yola onun döşediği taşlar görülsün, bilinsin demek, yalnızca bir değerbilirlik mi sayılmalı yoksa ondan da önce bir borç ödeme mi? Yitik öykülerin sayısını, yitik romanları düşünmek, bu şıklardan birini olsun düşünmeyi güçleştiriyor."

AHMET NAİM'İN HAYATI...

Ateşnefes'in (Kitap) başında, oğlu Sina Çıladır'dan Ahmet Naim'in hayatını öğreniyoruz. 1916 yılında, Sultan Reşadiye Mekteb-i İptidaisi'nde öğrenciyken aynı zamanda bir kelleci dükkanın da garson yamaklığı yapmaktadır Ahmet Naim... Babasını o yıl yitirmiş, bir ağabeyi asker diğeri de Beyrut'ta polis olduğu için annesi ile kız kardeşine o bakmak zorunda kalmıştır. Hem okulu hem garson yamaklığını bir arada yürütemeyip okulu bırakan Ahmet Naim, geceleri mum çalarak yöredeki bir papaz okuluna Fransızca öğrenmek amacıyla devam etmektedir. Aynı yıl ağabeyinin çağrısıyla Beyrut'a giderler. Altı ayın sonunda İngiliz'in Beyrut'u almasıyla oradan ayrılmak zorunda kalırlar. Sığındıkları bir Nakşibendi tekkesinde yaşadıkları dinsel inançlarını zayıflatan hadiselerdir. Halk açlıktan kırılırken, tekkede şaşılası bir bolluk vardır ve şölenler düzenlenir. Tekke ileri gelenlerinin savaş zenginleriyle yakın ilişkileri vardır. Ahmet Naim'in bu duruma baş kaldırmasıyla tekkeden ayrılmak zorunda kalırlar. 1920'de, Zonguldak'ta, Ahmet Naim on sekiz yaşındayken gündüzleri Devlet Hastanesi inşaatında çalışır, geceleri de yerel gazeteler için fıkralar, mizah hikayeleri yazar.

İşsiz kalmasının ardından kömür ocaklarını işleten Fransız sermayeli Ereğli Şirketi'ne tercüman olmak için başvurur. Burada tanık olduğu çalışma koşulları, işçilerin zorlu koşullarda yaşama tutunmaya çalışmaları, günde üç-dört işçinin ölümü gibi olaylar öykücülüğünün de gireceği yolu açar. Yabancı sermaye ve işçi hakları sorununa eğildiği kitap Kömür Havzası'nın Tarihi yüzünden 1935'te tutuklanır, serbest kalır. 1936'da tekrar tutuklanır. Bu sefer gerekçe yerel gazetede işçiye giysi, yatacak yer ve yemek verilmesini önermesidir. 1941'de Mehmet Seyda ile yeniden tutuklanır. Kısa süre cezaevinde yatarlar. Bu kez de suçu "gençlere Marksist yayınları okumalarını salık vermesi"dir. Ivır zıvır şeyler okuyacağınıza bilimsel eserler okuyun, demiştir. 1960 sonrasında acılı günler yaşar. Emekli maaşıyla geçinemez, ''magazin klişesi altı'' yazılar yazmak zorunda kalır, çevresi ve dostlarının ilgisizliği ve içkiye kendini verişine ek olarak 1967'de oğlu Sina Çıladır'ın önce sağırlaşıp sonra ciğerlerinden hastalanarak sanatoryuma yatmasıyla bu acılar sürer. İşini yitirip Konya'daki bir gazeteye çalışmak için gittiği sıralar iyice tükenmiştir. Zonguldak'a döndüğünde üç gün yatabilir evinde, ölümünden bir gün önce bir doktor dostunun hastaneye yatırma önerisini de geri çevirir. 24 Nisan 1967'de vefat eder. Ertesi gün ölüm nedenini saptamaya gelen belediye doktoru, gömülme belgesine şu notu düşer: ''Grip.''

Tüm bunları okuyunca aklımıza, Ahmet Naim'in diğer ürünlerinin oğlunda mevcut olup olmadığı sorusu geliyor. Sina Çıladır, bu soruya cevap olacak nitelikte şu açıklamayı yapmış:

"Ahmet Naim'in sanat mirası, 1971 yılına kadar bendeydi. Yayımlanmış ürünlerinin müsvetteleri, yayımlanmamış hikayeleri, radyo ve sahne oyunları, çevirileri, üç romanının müsvetteleri, sarı ve kareli defterlerdeki karalamaları... Fransızca kitap ve dergiler ile ölümünden bir yıl önce başladığı, ancak bitiremediği bir roman çalışmasının müsvetteleri... Bunlara, 1971 yılında, benim mütevazı kitaplığım ve çalışmalarımla birlikte el konuldu. Bir daha da (bütün uğraşlarıma rağmen) geriye verilmedi. En son Selimiye'de olduğu söylendi. Galiba oradaki ünlü çöp fırınında yakıldı bunlar..."

Ahmet Naim'in hayatına dair üzücü bir nokta daha... Bir yazarın mirasının yok oluşu, hatta başına ne geldiğinin bile bilinmeyişi... Bir okur için daha üzücü ne olabilir?

ÖYKÜCÜ YANIYLA "AHMET NAİM"...

Ahmet Naim'in Ateşnefes'teki öykülerine bakarak öykücülüğünden de biraz bahsedecek olursak, onun toplumcu bir yazar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten Ahmet Naim'in toplumcu kimliği öykülerine geçmeden sadece hayat öyküsüyle bile kendini belli ediyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda Ahmet Naim, ''Diyebilirim ki Türk hikayeciliğine gerçek niteliğiyle maden hikayelerini sokan ilk yazarım.'' diyerek öykücülüğünün bir başka önemli yönünü de kendi belirtiyor. Bu özelliği sayesinde, öykülerinde muhitinin insanlarını rahatlıkla buluyoruz

Ahmet Naim öykülerinde hissettiğim, insanın özgürlüğünün tıpkı buradaki gibi somut bir şekilde değil de onun öykülerindeki insanların yaşadıkları talihsizliklerle beraber yitirilişi ve belki de kişinin özgürlüğünden dünyada pek de söz edilemeyeceğidir. Onun öykülerinde bir dram var ama Ahmet Naim'in dilinin melodram içerdiğini söyleyemeyiz. O, talihsiz olayları en doğal şekillerde anlatıyor okura; sizi üzüyor, incitiyor ama bunu yaparken usta bir kalemi olduğunu, acıyı zora sokmadan anlattığını fark ediyorsunuz.

Ahmet Naim öykülerinde, özellikle işçilerle ilgili olanlarda, onun hayata karşı sergilediği duruşu da buluyorsunuz. Haksız yere infaz edilen masumlar, kaza sonucu ölen işçiler, hastalığı tedavi edilmediği için iyileşemeyen çocuklar iyiyi ve masumiyeti simgeliyor.

Bunların yanında onların başına gelenleri hikaye edişte biraz da bu haksızlıkları kabullenilmişlik var gibi. Onun öykülerinde 'ölüm' kavramı hakim. Her öykü ölüm etrafında yazılmasa da, tıpkı yaşadığımız hayatın içinde ölüm nasıl doğal bir unsursa, Ahmet Naim öykülerinde de böyle: herkesin her an başına gelebilecek bir olgu. 'Sırat Köprüsü' başta olmak üzere birkaç öyküsündeki felsefi altyapıyı algılıyorsunuz okurken. Onun öyküsünün yerelden evrensele uzanmasında, insanı en doğal haliyle ele alarak aşkıyla, acısıyla, yaşamıyla, ölümüyle bir bütün halinde, yadırgamadan ve yargılamadan kaleminden süzüp okura sunuyor olması etkilidir kuşkusuz. Kısacası, Ahmet Naim, döneminde olduğu gibi günümüz okuru tarafından da okunmayı hak eden, günümüzdeki okurunu arayan usta bir kalem diyebiliriz.

UZUN MEHMET ARAŞTIRMA KOMİSYONU VE "AHMET NAİM"...

Ahmet Naim 1930 başlarında edebiyat, sanat ve tiyatro etkinlikleri yapan Zonguldak Halkevi'nin kurduğu komisyonda, Maden Müdürü Hüseyin Fehmi İmer ve gazeteci yazar Tahir Akın Karauğuz ile birlikte "Kömürün Uzun Mehmet tarafından 8 Kasım 1829 yılında bulunuşu ile ilgili çalışmalarda büyük rol oynamıştır. Komisyonda, maden ocaklarında her türlü çalışma ortamında bulunan kişi Ahmet Naim olmuştur, Ahmet Naim ocağı, kömürü, yeraltı işçisinin dramını çok iyi bilmektedir. Ölümünden sonra yayımlanan kitaplarıyla kömür bölgesi Zonguldak ve çevresinin insanını bütün yaşantısıyla kaleme alan başarılı bir sanatçı olarak kabul görmüştür.

OĞLU "SİNA ÇILADIR"...

Ahmet Naim Çıladır'ın oğlu.gazeteci-yazar Sina Çıladır 1939 yılında Zonguldak'ta doğdu. Mithatpaşa İlkokulu ile Mehmet Çelikel Lisesinde okudu. Öğrenimini tamamlayamadan hayata atıldı. Birkaç yıl Ereğli Kömür İşletmelerinde, bir yıl da Karabük Demir Çelik Fabrikasında çalıştı. 1966'da gazeteciliğe başlayarak çeşitli yerel gazete ve dergiler ile Yön, Türk Solu, Aydınlık, 2000'e Doğru, Vatan, Yeni Ortam gibi gazete ve dergilerde köşe yazıları, denemeler ve araştırmalar yayımladı. Türkiye İşçi Partisi, Türkiye İşçi-Köylü Partisi gibi siyasal örgütlerde görevler yaptı.

1970 başlarında siyasal düşünce ve eylemleri nedeniyle birkaç kez tutuklandı. 1971-74 yılları arası çeşitli cezaevlerinde yattı. 1974 genel affıyla serbest kaldı. Hapis sonrası Kdz.Ereğli'de yayımlanan Yeni Haber gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapan Çıladır, Ereğli'de yaşamını sürdürüp Yeni Ufuk gazetesini yönetiyor...

Yardımcı kaynaklar...
Zonguldak Nostalji
zonguldaknostalji.com
Merve Kirman (Yazar)
Naim, Ahmet, (2009), Ateşnefes, Can Yayınları, İstanbul
Sakallı, Fatih, (2014), Ahmet Naim Çıladır'ın Öyküleri Üzerine Bir İnceleme, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,2 (2), 335-347