Bu günlerde televizyon kanallarında bir reklam yayınlanıyor.

Reklam "mahalle" güzellemesi ile başlıyor.

Yakın plan çekimler eşliğinde sıcak ve samimi bir mahalle anlatılıyor.

Anlatım "Mübarek Ramazan" sosu ile süsleniyor.

Muhtar Ahmet Abi, mahallenin pastanesi önünde boy gösteriyor.

Mahallenin kasabı, manavı, "sıcak pideleri" ile mahallenin fırını gösteriliyor.

İçiniz ısınır gibi oluyor.

Bir teyzenin alışveriş sepetlerini taşıyan mahallenin market üniformalı yardımsever delikanlıları(!) gösterildiğinde, kameranın bakış açısı da genişliyor.

Ve gerçeği anlıyorsunuz.

Zaten reklam metninde de söylüyorlar.

Büyük ve meşhur bir süpermarketin içindesiniz.

Sizi bilmem, ama...

İşin tam burasında benim içimde bir öfke patlaması...

Ağzıma geleni söylüyorum.

Ulan arlanmaz, utanmazlar!

Ulan toplumsal değerlerimizin katilleri!

Sizin "Mübarek Ramazan, sıcacık mahalle, mahalle bakkalı, kasabı, manavı" ile ne ilginiz var?

Onların katili olmaktan başka...

Kasapları, manavları, bakkalları önce iflas ettirip, üç kuruşa "reyon elemanı" olarak çalıştıran siz değil misiniz?

Cebimde para olmasa; reyonlarınızdan tek bir ekmek, üç tane kuru soğan, bir paket sigara, iki yüz elli gram kıyma verir misiniz?

Deftere yazar mısınız?

Hele hele market müdürünüzden yirmi lira borç istesem, 112'ye "Burada bir deli var" diye şikayet etmez misiniz?

Ama acımasız kar hırsınızla, tekelci anlayışınızla yok ettiğiniz "esnaf" bunları yapıyordu.

Ve siz, bu esnafın çoğunu yok ettiniz.

Ayakta kalabilenler de, yine sizin bankalarınızın kucağında...

Kanlarını emiyorsunuz.

[*] [*] [*] [*]

Ama kabahatin çoğu sizde değil.

Size yol veren hükümetlerde, milletvekillerinde...

Şehremini olduğunu unutan belediye başkanlarında...

"Öküze öykünen kurbağadan" başka bir şey olmayan esnaf federasyonları ve konfederasyonlarında...

Ve elbette ağlamaktan başka bir şey beceremeyen esnafta...

Öyle olmasa...

Zonguldak'ta...

Hiç değilse otobüsle gidilebilen biri varken...

Yürüme mesafesinde, şehrin tam göbeğinde...

İkinci bir AVM açılabilir miydi?

[*] [*] [*] [*]

Nasıl olsa kantarın topuzu kaçtı.

Bir de fıkra anlatayım, olsun bitsin.

[*] [*] [*] [*]

Temel ile Dursun, sabah kahvehanede buluşmuşlar.

Dursun'un morali bozuk, oflayıp-pufluyor.

- Ula Dursun, ne oldi, neyun var?

- Sorma Temel, çöti bir rüya gördüm.

- Anlat pagayum, ne gördun?

- Anlatamam, kizarsun...

- Ula "anlat" diyrum, söz kizmayacağum.

- Rüyamda sağa çöti bi şey ettum.

- Nasi pi şey?

- Ula anla işte...

- Peçi ben ne ettum?

- Hiç pi şey etmedun.

- Nasi yani, sağa vurmadım, tövmedum, "şimdi olmaz, paşim ağriyi" de mi demedum?

- Yok, demedun.

Temel, sandalyesini yana çevirmiş, başı ellerinin arasında düşünmüş, düşünmüş.

Sonra:

- Öyleysam, oh olsun bağa!

[*] [*] [*] [*]

Otuz yıl esnaflık, yirmi bir yıl esnaf odası başkanlığı yapmış biri olarak bunları yazmak ağrıma gidiyor elbette...

Ama ne yazık ki, gerçek bu...

Yani;

- Temel doğri söyleyi...

[*] [*] [*]

Bu tavanın tüm balıklarına esenlikler dilerim...