Karabük'te, ortaokulda öğrenciyken yanlarında kaldığım halamların Devlet Demiryollarında çalıştığını bildiğim, kendisine "Durmuş Dayı" diye hitap ettiğimiz, uzaktan bir yakınları vardı. Bu dayımız, ara-sıra halamlara gelir, eniştem ile hasbihal ederdi. Bu hasbihallerinde de sık sık İsmet Paşa'nın adının geçtiğini ve onun hakkında hep iyi şeyler söylediğini duyardım.

İlk zamanlar, Durmuş Dayı'nın sözünü ettiği Paşa'nın, "ikinci adam" olarak bildiğimiz İsmet Paşa olduğunu sanır ve eniştemin, ona karşı bir kişi olduğunu düşünerek, onun yanında İsmet Paşa'dan söz etmesine bir anlam veremezdim.

Ancak bir süre sonra, onun sevgi ile sözünü ettiği İsmet Paşa'nın, Karabük-Ankara demiryolu üzerinde, Karabük'e 50 kilometre kadar mesafedeki bir tren istasyonunun adı olduğunu ve kendisinin o istasyonda görev yaptığını öğrenmiştim. Dursun Dayı'nın hep iyiliğinden söz ettiği bu yerin nerede ve nasıl bir yer olduğunu merak eder; çok güzel bir yer olduğunu düşünürdüm.

[*] [*] [*] [*]

1960'lı yılların sonlarında, bir gün genç bir karayolu mühendisi olarak Karabük'ten Çerkeş istikametine giderken, Karabük-Gerede yolundan sola saptıktan sonra, az ileride bir yerde, gözüme üzerinde "İsmetpaşa" yazan bir trafik levhası ilişmişti. Levhayı görünce de, yıllar öncesinden bildiğim bir tanıdıkla, beklenmedik bir yerde ve zamanda karşılaşmışçasına heyecanlanmış ve pikabın şoföründen İsmetpaşa'ya girmesini istemiştim.

Şoförüm, önceden bilmiş olacak ki, bu isteğime, "Şefim, burada köy falan yok. Demiryolunun kenarında, sadece bir tren istasyonu ile iki-üç küçük lojman binası var" yanıtını vermişti. Gerçekten de, yolun hemen kenarında bozkırın ortasında, üç-beş söğüt ağacı arasındaki bir istasyon ve lojman binalarından başka ortalıkta görünen bir şey yoktu. Hayal ettiğim İsmetpaşa'yı göremeyince, hayal kırıklığı yaşamıştım.

Başka birçok yerdeki benzerleri gibi, adını cumhuriyetimizin kurucu paşalarından birisi olan İsmet Paşa'dan alan istasyon, günümüzde Karabük'ün Eskipazar ilçesine bağlı Hamamlı Köyü'nün şirin bir yol üstü mahallesi haline geldi. Ancak, bu şirin beldedeki istasyonda, bugün görev yapan demiryolları personelinin, Dursun Dayı'nın görev yaptığı zamanda olduğu gibi memnun ve mutlu olup-olmadıklarını merak ediyorum!

(Bu arada, üniversiteye geçtikten sonra, bu bölgenin jeologlar için çok ilginç bir yer olduğunu; buradaki istasyon ve okul binası gibi yapıların Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın tam üzerinde bulunduğunu; bu yapıların çevre duvarlarında görülen ayrışmaların ve kayıklıkların geçmişte yaşanmış depremlerin izlerini taşıdığını da görmüş ve öğrenmiştim.)

İsmetpaşa İstasyonu'nu öğrendikten bir süre sonra, emekli ve Karabük'te halamlara da komşu olmuş geçmişin Dursun Dayısı ile karşılaşmıştım. Kendisine, "Dursun Dayı, ben ortaokulda öğrenciyken dilinden düşürmediğin İsmetpaşa'yı gördüm. Bozkırın ortasında, demiryolu kenarındaki istasyon ve iki-üç lojman binasından ve çevresindeki üç-beş söğüt ağacından başka görünen bir şey yok. Sen oranın hangi güzelliğinden söz ediyordun?" mealinde bir soru sormuştum.

O da bu soruma, "Evladım, biz orada 5-6 arkadaş, ...yıl, ailelerimiz ile birlikte görev yaptık. İşimizde, aşımızda, 24 saat hep beraber olduk. Sıkıntılarımızı, sevinçlerimizi paylaştık. Mutlu, güzel günler yaşadık. İstasyon ve lojmanlar dışındaki güzelliklerin, çirkinliklerin farkında bile olmadık. Ayrıca, bilesin ki, bir kişinin mahallesinde, köyünde, kasabasında, görev yaptığı kurumunda onu asıl mutlu eden, oralara bağlılığını ve memnuniyetini sağlayan; oraların doğal ve çevresel (fiziki) güzellikleri değildir. Ondan çok daha önemlisi, oralarda birlikte yaşadığı insanlarla olan ortak değerleri, sosyal ilişkileri; oralarla ilgili manevi bağlarıdır" mealindeki, bilge bir kişilik yansıması sözlerini unutamam. Dursun Dayı'yı rahmet ve sevgi ile anıyorum.

Daha sonraki yaşamımda, görevim esnasında bulunduğum yerlerde yaşadığım olumlu ya da olumsuz sosyal ve insani ilişkilerde, hep Dursun Dayı'nın dediklerini hatırladım. "Seninle bu güzel kenti, mahalleyi, yolu, sokağı, kurumu paylaştığım için kendimi çok şanssız/şanslı buluyorum" deme durumunda olduğum zamanlar çok oldu.

[*] [*] [*] [*]

Şüphesiz, herkes Dursun Dayı'nın sözünü ettiği manevi güzelliklerin yanında, doğal ve çevresel güzelliklerin de olduğu ortamlarda yaşamak ve görev yapmak ister. Bu satırların yazarına da, Yeniçağ-Zonguldak yolunun yapımı esnasında, 1970'li yıllarda, Devrek ve Çaycuma'da meslek yaşamının en güzel günlerini yaşamak kısmet olmuştu.

Bu mutluluk ve memnuniyetler, buraların doğal güzelliğinden çok, buralarda birlikte görev yaptığım arkadaşlarımla ve buraların insanları ve yöneticileri ile olan güzel birliktelikler ve paylaşımlar sayesinde olmuştu.

O yıllarda, 8-9 bin nüfuslu bir ilçe olan Devrek'te, karayolları tesisleri ve pek çok esnafın işyeri, mesai sonlarında, karayolcu, ormancı ve öğretmen arkadaşlarımızın buluşup birlikte sohbet ettiği; işyeri sahibinin ikram ettiği çay-kahve yanında, köy çöreği gibi ürünlerin de paylaştığı birer sosyal mekanlar halindeydi. İlçe, adeta herkesin birbirini tanıdığı, selamlaştığı geniş bir aile gibiydi.

Bir panayır durumundaki Devrek Pazarı'na henüz hormonlu tarım ürünleri girmemişti. Bahçeler içindeki sevimli küçük evlerin yerine devasa beton bloklar dikilmemişti. Bahçelerden bülbül sesleri kesilmemiş, Devrek simdi ve ekmeği bozulmamıştı. Köylüler de henüz, küçük sepetlerdeki samanlar arasına koydukları çiftlik yumurtalarını, "köy yumurtası" diye satmıyordu. Yollardaki çalışmalar da oldukça iyi gidiyordu.

Aynı yıllarda, Devrek-Zonguldak arasındaki çalışmalar nedeniyle, evimiz, Devrek'te ve ardından Zonguldak'ta olsa da, bir ayağımız hep Çaycuma'da, SEKA kapısı karşısındaki işyerimizde; beş-altı genç mühendis arkadaş ile birlikte oluyordu. Buradaki iş ve iş dışı yaşam ortamımız, Devrek'teki kadar olmasa da iyiydi. İyi olmayan ise, (yüklenicinin yetersizliği nedeniyle) yol çalışmalarının iyi gitmemeye başlamış olmasıydı.

1970'li yılların başlarındaki, Çaycumalı Maliye Bakanı, rahmetli Sadık Tekin Müftüoğlu'nun talep ve takibi ile kurulan Karayolları Zonguldak Başmühendisliği'nin ilk ve son başmühendisi olarak görev yapmış olmam; üniversite yıllarımda, adı "Çaycuma İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi" olan bir fakültenin 6 yıl kurucu yöneticisi olarak görev yapmam gibi hususlar da bu ilçemize olan ilgi ve sevgimi daha da artırmıştı.

Böylesine güzel çalışma ve sosyal yaşam ortamlarında geçen günleri ve yerleri kim unutabilir? Bu nedenle, benim meslek yaşamımda, bu iki ilçemizin özel bir yeri olmuştur. Geçen zaman içinde, özellikle, bu ilçelerimizde yapılan güzel işleri, gördükçe ve duydukça hep sevinmiş; iyi olmayanları gördükçe ve duydukça da üzülmüşümdür.

Bu noktada, konuyu bilenler için, "Ben geliyorum" diye diye gelen köprü faciasına çok üzülmüştük. Son dönemde de, Çaycuma'da gördüğüm ve duyduğum güzellikleri çirkinleştirmeye yönelik bazı eylemleri görmekten ve duymaktan da büyük üzüntü duyuyorum. Bu tür durumlar, nerede olursa olsun, kimler tarafından yapılırsa yapılsın, hoş karşılanması mümkün değildir.

Devrek'te de, biraz deneyimli bir dozer operatörünün bile, "Buradan yol olmaz. Olursa heyelan olur" diyebileceği yerlerden geçirilen yoldan kaynaklanan heyelan felaketi de hepimizi üzmüştü. O günlerde, durumu bizzat yerinde görerek, heyelan ile ilgili görüş ve değerlendirmelerimi de, "Geliyorum Diye Diye Gelen Felaket" başlığı ile Pusula'nın 2 Ağustos 2015 tarihli nüshasında sizlerle paylaşmıştım.

Milyonlar harcanarak çakılan kazıklarla ve atılan topraklarla, yoldaki heyelan şimdilik durdurulmuş olsa da, vatandaşın heyelanının henüz kaldırılamadığını sanıyorum.

[*] [*] [*] [*]

YORUMLARA BİR YORUM!

Değerli okurlarım; Pusula'daki "Zonguldak'ta Kalmayı ve Ayrılmayı Düşünenlerin Bilgisi İçindir!" ve "Zonguldak Makus Talihini Yenme Yolunda!" başlıklı son iki yazımıza, sizlerden çok sayıda yorum geldi. Bu yorumların büyük bölümü, Zonguldak'ta, belediye ve diğer kamu hizmetlerinin yetersizliği; işsizlik, hava ve çevre kirliliği, şehir imkanlarının bulunmaması, gelişmeye uygun olmaması gibi bilinen olumsuzluklar nedeniyle Zonguldak'ta yaşamaktan memnun ve mutlu olmadıkları gibi görüş ve değerlendirmeleri içeriyordu.

Bilindiği üzere, insanlar, geçmişten günümüze, hep yaşadıkları, bulundukları yerlerden, görev yaptıkları kurumlardan daha iyi yönetimlerin olduğu, imkanların sunulduğu yerlere kaçma, göçme arayışları içinde olmuşlardır. Bu arayışları durdurmanın ve durumu tersine döndürmenin; bulundukları yerlerde (ülkelerde!), gitmek istedikleri yerlerdeki gibi iyi yönetimlerin sağlanması ve imkanların sunulması ile mümkün olabileceği bilinen bir gerçektir.

Genelde, il merkezi için dile getirilen bu olumsuz durumların birçoğunun, yönetim eksikliğinden kaynaklanan ve aşılması da çok zor olmayan olumsuzluklar olduğu görülüyor. Kaldı ki, Zonguldak'ın sadece il merkezinden ve 900 metre uzunluğundaki caddesinden ibaret olduğunu söylemek de doğru değildir. Tek çare, gitmek istedikleri yerlerde olanların, Zonguldak'a da olmasının sağlanması; daha da önemlisi, "Zonguldaklılık" birlikteliğinin ve bilincinin oluşmasıdır.

[*] [*] [*] [*]

ÜNİVERSİTEMİZE VE İLGİLİ KURUMLARA BİR ÖNERİ...

Bilindiği üzere, Karayolları Genel Müdürlüğü ile aynı yaşta olup, bu kuruluşun ilk yaptığı en uzun köprü olan, 1950 model, 970 metre uzunluğundaki eski Çaycuma Köprüsü yıkılmış ve yıkılması 15 can kaybının olduğu bir faciaya neden olmuştu. Konuyu epeyce bilen eski bir karayolcu ve emekli bir öğretim üyesi olarak, bu hadisenin; "Çaycuma Köprüsü: Bir Facianın Hikayesi/Bir Facianın Teknik Anatomisi" gibi başlıklar altında (daha önce yapılmamış ise), birisi edebi, diğeri teknik ve yönetim içerikli iki akademik çalışmaya veya yarışmaya konu yapılmasının uygun olacağını düşünüyorum.

Bu çalışmaların ilkiyle, faciada kaybolan canların acı hatıralarının, edebi bir eserle, kalıcı hale gelmesi sağlanmış olacaktır. İkincisiyle de, faciaya neden olan teknik ve idari hataların araştırma sonuçları, benzerlerinin olmaması için ilgililere bir ikaz belgesi oluşturacaktır.

[*] [*] [*] [*]

Zonguldak'tan ayrılmamanız, hep mutlu olmanız dileklerimle...