İki olay.
Üç ´şehit´.
TTK Karadon Müessesesi Gelik İşletmesi´nde göçük meydana geldi.
Herkes orada.
İktidar-muhalefet milletvekilleri.
Siyasetçiler.
Sendikacılar.
Saatler süren çalışmaların ardından iki madencinin cenazeleri çıkarıldı.
Türk Bayrağı&[#]8217;na sarılı tabutlara konuldular.
Omuzlarda taşındılar.
Toprağa verildiler.
Kimse ailelerini yalnız bırakmadı.
O gün için.
Sonrası...
´Ne halleri varsa görsünler!´ der gibi artık tek başınalar.
Yanlarında kendileri gibi sosyal yaşantıya sahip bir-iki komşu.
Acıyı sindire sindire çekecekler.
Yüreklerindeki kor, zamanla küllenecek.
Ama artık her ´Ramazan´ onları hatırlatacak.
Biri ocağa gelmek istemiyormuş.
Birinin eşi hamile.
Eminim onun da ayakları geri gidiyordur.
Ekmek parası.
Gitmek zorundaydılar.
Ve ´gittiler!´.
Artık yoklar.
Gazeteciler olayı sıcağı sıcağına bildirdiler.
Dakika dakika duyurduk gelişmeleri.
Saatlerce göçükten haber verdik.
[*] [*] [*]
Bu sırada başka bir olay.
Yine kaza.
Dinamit patlıyor.
İki satırlık bir haber düştü ajanslara.
"Özel ocakta dinamit patladı.
Bir işçi öldü. Biri ağır yaralı"
İyi de kim bu adam?
Kaç yaşında?
Evli mi, bekâr mı?
Ailesi ne durumda?
Hiç bir detay yok.
Fotoğraf yok.
Yani; ajanslardan haber yok.
Sadece onlar değil.
Gazeteciler de orada yok.
Başka.
Vekiller, siyasetçiler, bürokratlar sendikacılar yok.
Haaa! Son haberi verdiler.
´Toprağa verildi´ diye.
Hatta üç cenaze aynı gün toprağa verildi.
Haberleri yan yana koyduğumda karşıma bu tablo çıktı.
Ve en acısı.
İki cenaze de ´Ay-Yıldızlı Bayrağımız´ sarılı.
Özel ocakta ölene bayrak bile çok görülmüş.
Şehitse, hepsi şehit.
Bu ayrım niye?
Ya yukarıda ünvanlarını saydığım ´zevat´ın yaptığına ne demeli?
Bu düpe düz, cenazenin dünyada kalan ´oy´ mirasını çalmak değildir de nedir?
Bunu ´Kefen soyuculuk´la tarif etsek, yetersiz kalmaz mı sizce?
Yalancılığın, riyanın bu kadarına da pes.
Hepimize.
El insaf.