Üşüyordu…

Zaman zaman elleri buz kesiyordu.

Büyüklüğünü…

Sığınılacak bir dağ kadar olan büyüklüğünü…

Onu kaybedince anladık.

İçi alev alev…

Yangın yeri gibi…

Bilemedik.

Kaybedince anladık.

Onun içerisinde volkanlar barındırdığını…

[*] [*] [*] [*]

Ankara’nın soğuğunda ceketle gezerdi.

Paltosu yoktu.

Çok soğuk günlerde Şefik Kolaylı’nın muşambasını ödünç alırdı.

7 Kasım 1920…

Gazetelerdeki ilanı gördü.

Genelkurmay Başkanlığı istedi…

Milli Eğitim Bakanlığı yarışma açtı.

Kazanana 500 lira ödül var.

Büyük para…

İlgilenmedi…

Yarışmaya 724 şiir katıldı.

İstenilen çıkmadı içlerinde…

Sinmedi insanların içine…

Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, yarışmaya katılmasını istedi.

- Millet için yazılacak şiirden para alınmaz.

Geri çevirdi.

Yarışma dışı tuttular.

Yazmaya başladı.

Gece gelen ilhamı kaçırmamak için bazı dörtlükleri mum ışığında Taceddin Dergahı’nın duvarlarına kazıdı.

17 Şubat 1921’de Sebülirreşad dergisinde yayımlandı.

1 Mart 1921’de Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mecliste okudu.

12 Mart 1921’de dört defa okunup ayakta alkışlanmıştı.

Meclisi bir coşku tufanı kaplamıştı. Alkışlarla Meclis inlerken, mahcubiyetinden başını kolları arsına alarak, sıranın üzerine yumuldu.

Mecliste duramayıp dışarı çıktı.

Milleti için yazdığı şiire gurur duymayı bile çok gördü kendine…

12 Mart 1921’de Meclis tarafından “Milli Marş” olarak kabul edildi.

Verilen ödülü kabul etmedi.

Ankara’nın ayazında yine üşüyordu.

Yine arkadaşından aldığı ödünç paltoyu giyiyordu.

[*] [*] [*] [*]

Şefik Bey, “Şu mükafatı reddetmeyip bir palto alsan olmaz mıydı?” dedi.

Onunla iki ay konuşmadı.

Soğuk günlerde artık ceketle dolaşıyordu.

[*] [*] [*] [*]

Vefatından kısa bir süre önce Hakkı Tarık Us’un da aralarında bulunduğu misafirler, ziyaret ettiler.

Bitkin bir durumda olduğu için yatağına uzanmıştı.

Söz, İstiklal Marşı’na intikal etmiş ve misafirlerden biri:

- Acaba, yeniden yazılsa, daha iyi olmaz mı?

Birdenbire başını kaldırdı ve kesin bir cevap verdi:

- Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın!..

[*] [*] [*] [*]

Bilinen bir hikaye…

İstiklal Marşımızın yazarı merhum Mehmet Akif Ersoy’un hikayesi…

Hatırlamakta…

Hatırlatmada yarar var.

Daha doğrusu unutmamak lazım…

[*] [*] [*] [*]

Konu nereden çıktı?

Pazar günü Ankara’daydım.

İçliklerimi giydim.

Üzerine kışlıklarımı çektim.

Kazak, ceket, palto…

Bereye varıncaya kadar hepsi tas tamam.

İki saat Ayrancı’da ayazda bekledim.

Rüzgarı kesen bir duvarın arkasına sığındım.

Onlarca kişi beraber bekledik.

Zaman gelip, kapılar açılsın…

İçeri girelim…

Kaloriferler yanmasa bile…

En azından içerisi sıcaktır.

[*] [*] [*] [*]

Soğuktan çenesi birbirine vuran insanlar, birbirimizin yüzüne bakıştık durduk.

Tek laf etmedik birbirimize…

[*] [*] [*] [*]

Bu kısmı ayrı yazacağız.

Kısacası…

Ankara’nın ayazında iki saat kaldım.

Ciğerlerim sızlıyor.

Aklıma “O” geldi.

[*] [*] [*] [*]

Buradan baktım, şimdiki vekillerimize…

Ve daha etkili ve yetkili kişilere…

“O”nun elindeki fırsat verilseydi bunlara…
Verilmedi…

Ancak bunlar kendiliğinden kendilerine yol açıyorlar.

Akif görüyor bizi…

Gerçekten içi sızlıyordur.