Değerli okurlarım; araştırma, inceleme ve raporlama konularıyla ilgilenen hekimler, karşılaştıkları ilginç hasta ve hastalıklarla; mühendisler de yaşadıkları bazı mühendislik sorunları ve uyguladıkları çözüm yöntemleri ile ilgili araştırma ve inceleme makaleleri yazarlar. Bu tür bilimsel makaleler, hekimlikte “vakıa nakli”; mühendislikte de “case study - örnek olay incelemesi” olarak adlandırılır. Bu yayınlarla, hekimler ve mühendisler karşılaştıkları ilginç mesleki sorunlar ve uyguladıkları çözümlerle ulaştıkları bilgi ve deneyimlerini meslektaşları ile paylaşmış olurlar.

Vakıa nakillerinin, sadece tıpta ve mühendislikte olacağını söylemek doğru olmaz. Her alanda, eğer aktarılmaya değer ilginç bir vakıa varsa onun da aktarılması ve paylaşılması söz konusu olabilir. Bu yazımda, ben de, nakle değer olabileceğini düşündüğüm, (ihanet organizasyonu ile de ilişkilendirilebilecek olan) bir olayı, ikinci ağızdan, sizinle paylaşmak istiyorum.

Değerli okurlarım; üniversitelerin birinde, bir hoca varmış. Bu hocanın, işini çok seven, çalışkan, üretken; yarım asra yakın hizmet sürecinde, hocalık yanında, uygulamada ve üniversitede, uzun yıllar orta ve üst düzey yöneticilikler de yapan; binlerce mühendisin ve teknikerin yetiştirilmesinde, hoca ve yönetici olarak emeği geçen; yüzlerce doktorun, doçentin, profesörün kazanımında önemli görev ve sorumlulukları olan, (seradan değil, sahadan gelme, hormonsuz!) bir hoca olduğu bilinirmiş.

Bu hoca, emekliliğinin yaklaştığı günlerde, emeklilik sonrasında ne yapabileceğini düşünmeye başlamış. Bu düşünceleri çerçevesinde, (o üniversiteye kazanılmasında dahli de olan), en üst yöneticiyle de birkaç kez görüşmüş.

O görüşmelerinde, “Sayın Hocam, biliyorsunuz, emekliliğime az bir zaman kaldı. Ben kahve, kulüp, oyun-moyun bilmem. Tüm, dost, ahbap da çalışmadan duramayacağımı söylüyor. Yine bilirsiniz ki hep yoğun görevler içinde oldum. Bu görevlerimden birisi de, 5-6 yıldır, üniversite adına, dışarıda yürütmekte olduğum bir ihaleli müşavirlik işidir. Bu iş, pek çok güçlükler aşılarak, bitirilme aşamasına getirilmiştir. Sizden talebim; göreve devam ettirilen diğer örnekler gibi, emeklilik sonrasında; sadece bu görev bitene kadar, 7-8 ay daha, göreve devamımı sağlamanızdır” gibi ifadelerle isteğini iletmiş.

Bu arada hoca, bu görev uzatma talebinden, hocanın kendisine yakın olan ve sayın en üst yöneticinin de en yakınında olan, daha yukarılardaki bir en üst yöneticiye de söz ettiğinde, o da “Sen bu konuyu niye düşünüyorsun? Sayın en üst yönetici hoca, senin için en uygun olan neyse onu yapacaktır” mealinde sözler de söylemiş.

Sayın en üst yönetici de, her defasında “Hoca, sorun yok, kaçmak da yok, hizmete devam. Derslerine de, üniversite dışındaki projene de devam edeceksin” mealinde ifadelerle hocayı memnun etmiş; emeklilik sonrasında ne yapacağını düşünmekten, başka planlar yapmaktan kurtarmış.

Ancak, sayın en üst yöneticinin, tutum ve davranışları, hocanın emekli olmasına 5-10 gün kala değişmiş ve kendisinden olan talebinin mümkün olamayacağını bildirmiş. O günlerde, sayın en üst yöneticinin verdiği sözden dönmesinde, yakın çevresindeki (hoca ile arası iyi olmayan), iki üç üst ve orta düzey yöneticinin, şiddetli “istemezük” kampanyasının ve bunlardan birisinin dışarıdaki etkili, yetkili yakınının tavassutunun etkili olduğu, herkesçe biliniyormuş.

Bu iç ve dış “istemezük” kampanyası sonunda, hocaya , “Artık kullanım süren doldu” denilerek; “haydi güle, güle” demek bile çok görülerek, sahadan uzaklaştırılmış. Bu arada, hocanın, arkasında gelişmiş büyük bir üniversitenin rüzgarı; enişte, kayınpeder, siyasetçi gibi, bireysel, kurumsal ve makamsal bir destek olmadan ulaşıp, yıllardır yürütüp sonuna getirdiği, o kurum dışındaki iş de, (ihale mevzuatına aykırı olarak!), istemezükçülerden birisine hediye edilmiş.

Hoca da, son anda kendisine yapılan bu haksızlığı ve mevzuata aykırı görevlendirme işlemini yapanları, ilgili kişi ve kurumlar nezdinde şikayet etmiş.

Bu şikayet iletileri nedeniyle, şikayet edilen en üst yönetici ve istemezükçüler, hocaya çok fena kızmışlar. Ellerinde yetki olsa, hakkında, “görüldüğü yerde etkisiz hale getirile!” emri çıkaracaklarmış! Hoca, “Kurumu dışarıda karaladı, kötüledi, kurum aleyhine çalıştı” gerekçesiyle, adı anılmayacak, ismi geçen her yerden kazınacak türden, içeride ve dışarıda istenmeyen adam ilan edilmiş; bürosunda kalan kişisel eşyalarını almasına bile izin verilmemiş.

Bu nedenle de, ya korkudan ya da hocanın gerçekten kötülüğüne inanmışlıktan olsa gerek; hala kurumun pek çok alt, orta ve üst düzey yöneticisinin, hocayı gördüğü yerde görmezden geldiği, selamı sabahı kestiği görülüyormuş. Yine bu nedenle olsa gerek, bazı en üst düzey kurum dışı yöneticilerde de benzer durumlar olmuş. Hatta, bir üst düzey yetkili, hocadan olan hizmet talebini bile geri çekmiş.

O kurumun her metrekaresinde emeklerinin olduğu söylenen hocanın; bugün onun diktiği ağaçların gölgelerinde oturan bu istemezükçülerin, o ağaçlar dikilirken, ya altları bağlanmakta ya da henüz dünyaya teşrif etmemiş oldukları da bilinmekteymiş. Hatta hoca, bu istemezükçülerin, o kuruma girişlerinde ve yükselişlerinde söz sahibi olan bir hoca ve yöneticiymiş. (Bazıları bu duruma, “oh iyi olmuş, kendin ettin, kendin buldun” bile diyormuş!)

Bu arada hoca, 46 yılının 36 yılını verdiği kurumundan emekli olduktan 10 ay kadar sonra, üstünde, kırmızı renkte “GİZLİ” yazan bir sarı zarf almış. Zarfı açmadan önce, “Herhalde yaptıkları tahribatın tamiri için bir mesaj gönderdiler!” diye düşünmüş ama çok yanılmış. İçindeki yazıda; başkasının yerine imza atmak suretiyle, bir evrakta sahtecilik yapma iddiasıyla, hakkında ceza soruşturması açıldığı ve belirtilen yer ve zamanda savunma yapması isteniyormuş.

Hoca iddiaya önce şaşırmış, sonra gülmüş. Zira, sahtecilik yapma gibi bir durum olmadığı gibi; sahtecilik yapıldığı iddia edilen evrak, sahtecilik yapmaya konu olacak; yapana ya da bir başka kişiye ya da kuruma yarar ya da zarar verebilecek nitelikte bir evrak da değilmiş.

Resmi kurumlarda, hizmetliler tarafından, formalite gereği odalarda dolaştırılırken, genelde, dolaştırma esnasında bulunmayanların, bulunanların, imza hanesine, imza yerine iki çizik attıkları türden; bölümlerde herkesin bildiği, rutin, ek ders puantajları benzeri, “suyuna tirit” bir kağıt parçası imiş.

İddianın en gülünç tarafı da, sahtecilik yapıldığı iddia edilen sözde evrak, konusu hocanın takdirinde olan bir hizmet bildirimi imiş. Ayrıca da, idareye göndermesinden hemen sonra, maddi hata yaptığını fark ederek; yenisini bildirdiği için, işleme girmediğinden, evrak niteliği de kazanmamış.

Anlaşılan, hocaya kızgınlıkları had safhada olan en üst yönetici ve yakın çevresindeki istemezükçüler, hocanın yıllarca, yönetici olarak yaptığı işlemleri didik didik etmişler, attığı imzaları bir kaligrafi uzmanı gibi incelemişler ve bula bula (bir kurgu da olabilecek olan) bu konuyu bulabilmişler.

Hoca, belirtilen zamanda savunma için gitmiş. O fakültede kimse soruşturmacı olmak istemeyince, alışılmışın aksine, soruşturmayı bizzat fakülte dekanının yapacağını öğrenmiş. Soruşturmacı olan dekan, savunma öncesinde, “Siz de bu makamda bulundunuz. Ben böyle bir konu için soruşturma açılmasına gerek görmedim. Ancak, makamın bu konulardan sorumlu olan yardımcısı ısrar edince mecbur kaldık. Üstelik bir şey çıkmayacağı da açık” mealinde ifadelerde bulunmuş. (Son olarak da, en üst yöneticinin sağ kolu olan bu ısrarcı üst düzey yöneticinin, eli her yere uzanan ihanet organizasyonundan birisi olduğu da anlaşılmış!)

Gerçekten de, yapılan ceza soruşturmasından, istemezükçülere, hocayı dövmek için sopa malzemesi olabilecek bir sonuç çıkmamış. Ancak kurumsal iktidar gücü elinde olanların eteklerindeki taş biter mi? Soruşturmadan sonuç alamayınca, bu kez, sahtecilik yapıldığını iddia ettikleri sözde evrakı, yakından tanıdıkları büyük bir üniversitenin Adli Bilimler Enstitüsü’ne göndermişler. Oradan da isteklerine uygun bir sonuç alamamışlar.

Bu kez de, en üst yönetici tarafından, üst düzey makamlar verilmiş, kariyerinin sonuna gelmiş, üç değerli bilimciden oluşan bir komisyon kurulmuş. Komisyondan, durumu incelemesi istenmiş. Makam verilen ve karşılığında pek çok şeylerinin alındığı söylenen, (son yularları başlarında olan!) bu üç değerli bilim adamının, herhalde, patronlarının arzusu hilafına rapor yazacak kadar saygısız olmaları beklenemezmiş!

Değerli Komisyonun, raporunu “ … her ne kadar, ... Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü, raporunda, ‘bildirimde atılan imzaların hoca tarafından atıldığını kesin olarak belirlemek mümkün olamamıştır’ denilmekte ise de; konunun, oy birliğiyle, lüzumu muhakemesinin uygun olacağı kanaatine varılmıştır” mealinde bir ifade ile sonlandırdığı görülmüş.

En üst yönetimin ve istemezükçülerin istediği de bu olmalı ki, bu raporu, son ihanet kalkışmasıyla, birçoğunun ihanet organizasyonu mensubu oldukları ve o üniversitede de üst düzey yoldaşlarının bulunduğu anlaşılan, Danıştay’a göndermişler. Koskoca bir kurumun, koskoca en üst yöneticisinin başvurusunun ve başvurunun dayanağı olan, üç değerli akademisyenin raporunun geri çevrilmesi hiç uygun düşer mi?

Bu yüce adalet kurumunun “Söz konusu iddianın gereği için savcılığa gönderilmesi uygundur” kararı gereğince; emekliliğinden iki yıl sonra, yarım asra yakın meslek yaşamında soruşturma, mahkeme nedir hiç mi hiç yolu düşmeyen hoca, kendisini mahkeme koridorlarında bulmuş! Adı ile hiçbir zaman yan yana gelmemiş olan ağır bir iddia ile, illerden birindeki, cezaların ağırına bakan bir mahkemede yargılanmaktaymış. Son bir yıl da, Adli Tıp’tan rapor beklemekle geçiyormuş.

Mahkeme koridorlarında ve başka ortamlarda karşılaştığı dost, ahbaptan “Ya hocam; sizin burada ne işiniz var?” diye soranlara, duyanlara, “Yaa bir kiracı meselesi!” gibi bir yalan da uyduramamaktan ve bu kadar uzun olan hikayeyi herkese anlatamamaktan derin üzüntü içindeymiş.

Bu hikayenin sizlerle paylaşılma nedeni:

Değerli okurlarım; her kurumda olabilecek türdeki bu vakıa nakli hikayesini neden sizlerle paylaşma gereği duydum? Son ihanet kalkışması açıkça gösterdi ki, bu başı ve gövdesinin büyük bölümü açığa çıkan ihanet organizasyonuna mensup, insan kılığına girmiş bu kemirgenlerin ve sürüngenlerin üniversitelerde de önemli varlıklarının olduğu anlaşılmaktadır. Buralarda, bilim adamlığı, akademik kariyer gibi kamuflaj vasıtaları ile gizlenerek, en üst makamlara kadar uzanabilmişlerdir.

Bu ihanet kalkışması ile, bu insan kılığındaki robotlaşmış yaratıkların çok büyük bir bölümü, zehirlerini saçmak için, gizlendikleri deliklerden çıkarak kendilerini ele verdiler. Ancak geride, kamuflajları daha iyi ve gizlendikleri delikler daha derinlerde olanların kalmadığı da söylenemez.

Değerli okurlarım; yukarıda sizlerle paylaşılan vakıa naklinde, o emekli hoca hakkında ceza soruşturması açılması için ısrarcı olan (rektör yardımcısı) üst düzey yönetici, o üniversiteden açığa alınan FET֒cüler arasında, ilk sıradaymış.

Bilirsiniz; bir önemli makam sahibinin başrollerde olduğu bir ortamda, bir toplu fotoğraf çekilse; daha sonra, bu fotoğraf karesinde yer alan bir şahsın, birçok kötü işlere karışmış olduğu anlaşılsa; “Ya bu kötü işlere karışmış bir kişinin, bu makam sahibinin çevresinde ne işi var?” diye, haklı ya da haksız yere eleştirilirler.

Ancak, bu makam sahibi kişinin, o fotoğraf karesinde, sağına, soluna, aynı kötü işe bulaşmış bir çok kişiyi bizzat kendisinin yerleştirdiği görülürse, eleştirilmesi; hatta o kişilerin yaptığı aynı kötü işle bir ilgisinin olup olmadığının da araştırılması gerekmez mi? Hele bir de, o büyük makam sahibi, yönetim ve akademik unvan basamaklarını jet hızıyla çıkmışsa.

Siz bakan, büyük komutan, rektör, büyük patron vb. bir büyük makamda olacaksınız; öncesinde ve sonrasında; kimin nesi, neyin fesi olduğunu araştırmadan; sağınızı, solunuzu, elinizi, kolunuzu, ihanet organizasyonu mensuplarına teslim edeceksiniz. Bu durumda siz, ya çok safsınız, ya da, o melanet çetesine, az ya da çok yakınsınız demektir ki iki durum da vahim.

Bu ihanet organizasyonunun, haklı olanları haksızlıklara uğratarak, zulüm görmelerini sağlayarak, hain planlarını uyguladıklarının acı örneklerine şahit olduk. Bu tür iğrenç işlerle planlarını uygulama yanında, toplumda kızgın ve kırgın insanların sayısını artırdıkları da bilinmektedir. Bu yolla haksızlığa uğrayan, haksız yere zulüm gören insanların, onların kullanabileceği bombalar olabileceğine de hiç kuşku yoktur.

Bir vatandaş önerisi

Değerli okurlarım; 6 Ağustos akşamı, CNN Türk’te Didem Arslan Yılmaz’ın programını izledim. Bugüne kadar, FETÖ ile ilgili izlediğim en çarpıcı programlardan birisi idi. Programın konukları, uzun yıllar baş şeytanın melek olduğunu sanarak, onun sağ sol kolu, imamı, müridi olmuş; Nurettin Veren ve Ahmet Keleş adında iki ağır hasarlı FETÖzede idi.

Bu iki FETÖzede, bu ihanet organizasyonunun melanetlerini ve amacını 2003’lerden sonra öğrenmişler ve 15 Temmuz’a kadar olan sürede, çok çeşitli vasıtalarla, feryad-ı figan etmişler; en muteber bildiğimiz büyük makam sahiplerine anlatmaya çalışmışlar. Bir dinleyen, gereğini yapan bulamadıkları gibi şeytana başkaldırdığı için, büyük acılar da çekmişler. (Onları dinleyince, adına devlet denilen binanın çok ağır hasarlı olduğunu daha iyi anladım. Böylesine hasarlı, meclisindeki sığınağı bile kapalı olan bir binanın, son anda, yıkılmaktan kurtulduğuna bir kez daha çok sevindim.)

Ülkemizde acilen “FETÖ ile Mücadele Bakanlığı” adıyla, (doğrudan Sayın Cumhurbaşkanına bağlı olmasında da yarar görülen), yeni bir bakanlığın kurulmasını ve bu bakanlığa, CNN Türk’teki programda yer alan ve bu organizasyonu en iyi bilen, Sayın Nurettin Veren’in, Meclis dışından bakan yapılmasını öneriyorum! (Tabi bu arada, diğer melanet organizasyonunu ve organizasyonlarını da unutmadan!)

“Milletimizi, devletimizi, bu tür insan kılığındaki robotlardan ve onların organizasyonlarının şerrinden Allah korusun. Koruyacak olanlara da Allah güç, kuvvet versin” dualarımla...

Bu uzun yazımı, sonuna kadar okuma ilgisini gösteren değerli okurlarıma da teşekkürlerin içtenini arz ederim.