Değerli okurlarım; 1987-1988 yıllarında, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Illinois Üniversitesi Maden Mühendisliği Bölümü’nde bir buçuk yıl kadar misafir araştırmacı olarak bulundum. Burada, bana bu imkanı sağlayan, ülkemizin ilk kuşak madencilerinden, çok değerli hocamız Prof. Dr. Cemal Birön’ü rahmetle anıyorum.

Üniversitenin bulunduğu Carbondale (Karbondeyl-Kömür diyarı!), ABD’nin en fazla kömür rezervine sahip olan Illinois Kömür Havzası’nın ortasında bulunuyordu. Eyalette, yılda 150-200 milyon ton dolayında üretim yapılan yüzlerce yeraltı ve yerüstü maden işletmesi bulunuyordu. Bölümde ve üniversitenin diğer bölümlerinde, bu işletmelerle ilgili çok sayıda araştırma projeleri yürütülüyordu.

Bu projelerden birisi de, havzada uygulanmakta olan “oda-topuk” üretim yönteminden kaynaklanan yeraltı ve yerüstü tasman etkilerinin ölçülmesi ve araştırılması projesiydi. Havzadaki yer altı maden üretiminin, aşağı Misissipi Vadisi üzerinde uzanan uçsuz-bucaksız mısır ve soya fasulyesi tarımına ve yerüstü yapılarına zarar verdiği iddiası ile maden işletmeleri ile arazi sahipleri ve sigorta şirketleri arasında hukuki ihtilaflar yaşanıyordu. Proje ile bu konudaki ihtilafların çözümüne ilişkin bilgiler üretilecekti.
Proje ile ilgili ölçmeler için ayda bir kez üniversiteye 90 mil mesafedeki ocağa gidiyor ve yeraltında ve üstünde tasman ölçmeleri yapıyorduk. İşletmede, 2-2,5 metre kalınlık ve 250-300 metre derinliklerdeki “Illinois-1” ve “Illinois-2” adlı damarlardan, tamamen mekanize çalışma ve otomasyon uygulaması ile 300-350 dolayında çalışanla; yılda 2 milyon ton dolayında maden kömürü üretimi yapılıyor ve New Orleans Limanı’ndan, tonu 30-40 Dolara da satılıyordu.
Burada yapılmakta olan madencilik, faysız, gazsız, kuru ve tahkimatsız bir ortamda, dümdüz damarlardan kazılan ve kazılan kömürü dışarıya taşımaktan ibaretti. Ocakların üstünde, neredeyse, insanın yaslanıp gölgesinde oturacak kadar gelişmiş, hep iki-üç koçanlı mısırların olduğu uçsuz, bucaksız mısır ve soya fasulyesi tarlaları, hayvan çiftlikleri uzanıyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi, bir de kömür damarlarının alt derinliklerinden petrol ve doğal gaz üretimlerinin yapıldığını öğrenmiştim.
[*] [*] [*] [*]
YERKÜRENİN DE TEHLİKELİ BİR BÖLGESİNDEYİZ!
Bilindiği üzere, yerküremiz (dünyamız), kalınlığı 5-40 kilometre arasında değişen ve adına “yer kabuğu” denilen sert bir kütle ile kaplıdır. Bu kabuk tabakası, tek parça halinde olmayıp, üzerinde denizlerin, kıtaların ve ülkelerin yer aldığı büyük parçalar halinde, erimiş haldeki sıcak lav denizi üzerinde yüzüyor. Yüzen bu kabuk parçalarının birbirini itmesi, çarpışması ile de yeryüzünde, milyonlarca yıl zarfında, bu gün gördüğümüz ve göremediğimiz alçalmalar, yükselmeler, dağlar, vadiler, faylanmalar, kıvrılıp kırılmalar ve yeryüzü hareketleri (depremler) oluyor.
Ülkemiz de, birçok Ortadoğu ülkesi gibi “Arabistan Plakası” olarak adlandırılan plakanın (Kuzey Anadolu Fay Hattı ile kenarlaşan) kuzey ucunda bulunuyor. Bu plakanın hareketi ile ülkemiz kuzeye doğru itiliyor; ancak karşısındaki çok daha büyük olan “Sibirya Plakası”nı itemeye gücü yetmeyince de olan, arada ezilen alçalıp-yükselen, faylarla parçalanan ülkemiz topraklarına oluyor. Bu durumda, doğu-batı istikametinde yükseltilerin, vadilerin ve fayların, sonucunda da depremlerin olmasına; ülkemizin Ege Denizi’ne doğru, her yıl 1-2 santimetre gitmesine neden oluyor; petrolün de aşağıda kalan güneydeki ülkelerin altına akmasına neden olduğu söyleniyor.

ABD’de, tüm bu yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ve gelişmişlik durumlarını görüp öğrenince, ülkemin ve ülkem insanının ne kadar şanssızlıklarla ve zorluklarla mücadele ettiğini hatırlamış ve üzülmüştüm. Sözün özü, ülkemizin de üzerinde yer aldığı ve adına “Ortadoğu” denilen coğrafyanın altı da, üstü de, özellikle ülkemiz açısından, şanssızlıklar ve karışıklıklarla dolu olduğu anlaşılıyor.

Dünyanın bu bölgesi, herhalde milyonlarca yıllık süreçler sonucunda beliren bugünkü şekli ve altında-üstünde meydana gelen jeolojik ve topoğrafik güçlükler ve karışıklıklar, üstünde yaşayanları da etkilemiş olmalı ki, tüm insanlık tarihi boyunca kavimlerin, dinlerin, devletlerin ve mezheplerin hep savaş alanı olmuştur. Bölgeden çıkan üç dinin peygamberinin de bu bölgede barışı sağlayamadığı ortadadır.

Son yıllarda yaşanan ve bölgeyi yaşanamaz hale getiren savaşlar, terör bataklıkları ve darbeler gibi sosyal olumsuzluklar bu tarihsel sürecin ve zorlukların bir devamı olsa gerek!
Günümüzde, belki de bu zorlukların en zor olanı, adına “demokrasi” denilen ve toplumları oluşturan bireylerin, doğrudan ve dolaylı katılımları ile yapılan toplumsal sözleşmenin oluşturulması ve yaşatılmasıdır.
[*] [*] [*] [*]
SON İHANET KALKIŞMASINA BİR DE VATANDAŞ KUŞCU’NUN PENCERESİNDEN BAKIŞ…

Bilindiği üzere, eğer yaşamakta olduğunuz mahallede kanalizasyonlar dışarıdan akıyorsa, lağım fareleri ortalıkta cirit atıyorsa, kanalizasyon akıntılarının sizin arazinize sızmaması ve lağım farelerinin sizi de rahatsız etmemesi düşünülemez. Ne kadar önlem alırsanız alınız, evinizin ve arazinizin dışındaki olumsuzluklardan etkilenirsiniz.

Eğer bazı güçlü yakın ve uzak mahalle komşularınızın size karşı geçmişten gelen husumetleri varsa ve onların yaptıkları haksızlıklara karşı (Ey….diye başlayan!) sesinizi yükseltip dik duruyorsanız, dışınızdaki kanalizasyon atıklarının ve farelerin sizin evinize, arazinize sızmasını kolaylaştırmak için çalışacaklarına kuşku yoktur. Hatta evinizin kanalizasyon bağlantısında da delikler açarak, çatlaklar yaratarak iç zarar mekanizmaları yaratmaya çalışacaklarına da kuşku yoktur.

Mahalleniz ve kendi eviniz bağlamındaki bu oluşumun ülkeler boyutunda da geçerli olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Ülkemizde yıllardır yaşamakta olduğumuz toplumsal belaları, çatışmaları ve en son 15 Temmuz ihanetini, bu geçerliliğin en keskin örnekleri olarak değerlendirmek mümkündür. Bu lağım farelerinin ve ihanet ağaçlarının, sadece ülkenin kendi atıklarından kaynaklanmayıp dışarıdan akıtılan atıklarla gübrelendiğini ve hormonlu kimyasallarla gürbüzleştirildiğini anlamak için uzman olmaya bile gerek yoktur.

ABD’de bulunduğum yıllarda, orada en küçük bir işyerini açmak için, bankada 150 bin ABD Dolarınızın olması ve bazı güvenceler vermeniz gerekiyor. Hal böyle iken, kökü ülkemizde olan ve organizasyon yapısı bile bilinmeyen ve görünmeyen; görünürde hayır hizmetleriyle uğraşan bir dini cemaatin arkasında büyük bir güç olmadan, ülke içinde ve dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde, yüzlerce, belki de binlerce eğitim kurumlarını ve tesislerini açması nasıl mümkün olabilir? O ülkelerde, TC’den daha popüler hale nasıl gelebilir?
Burada, belki de en üzücü olan, bu iç ve dış lağım sızıntıları ve bu sızıntılardan üreyen farelerin üremesi yıllarca devam ettiği, etrafta cirit attığı; dikilen ihanet ağaçlarının kökleri ülkenin kalbine ve en uç noktalarındaki güç merkezlerine kadar, kalınlaşarak ve yeryüzünde belirginleşerek uzandığı halde, bunun neden fark edilip gereğinin yapılmadığıdır.
Değerli okurlarım; ihanet eylemine katıldıkları yazılan, söylenen , “paşa” kılığı ile kamufle olmuş yüz kadar yaratığın internetteki vesikalık fotoğraflarındaki yüz ifadelerini yorumlamaya çalıştım. O yüz görüntülerinin büyük bir bölümünde şeytan barındırabilecek, melanetler beklenilebilecek türden kalplerin yansımasını göremedim.
Anlaşılan, o emniyet telkin eden yüz ifadeleriyle, gülücüklerle; her kalıba uyan, herkesle sıcak ilişkiler kurabilen sahte kişilik özellikleriyle, “Hizmet Hareketi” gibi sözcüklerle; din, iman duygularıyla, Türkçe Olimpiyatları gibi güzel organizasyonlarla maskelenmiş iç dünyalarında gizledikleri Frankeştayn ruhlarının kimse farkında olamamış, bu melanetleri yapabileceklerine kimse ihtimal verememiş! (Ancak, uzmanlığı, görevi bunları fark etmek olanların fark etmesi, kendileri fark etmese bile, fark edenlerin uyarılarına kulak vermeleri gerekmez miydi?)
Allah’a çok şükür, tüm vatanseverlerin, demokrasiden yana olanların cansiperane gayretleriyle yangın, yayılmadan söndürülmüştür. Şimdi zaman, yangını soğutma; yakılan, sökülen melanet ağaçlarının yerine iyilerini dikme zamanıdır.
Yangının söndürülmesinde ve lağım farelerinin etkisizleştirilmesinde; başta, Sayın Cumhurbaşkanı ve ihanetin karşısında duran vatansever halkımız, emniyet ve askeri güçlerimiz olmak üzere, tüm siyasi ve idari yöneticilerimize, dayanışma içinde olan siyasi partilerimizin liderlerine ve seçmenlerine, değerli basın kuruluşlarına ve mensuplarına, STK’lara ve tankların altına kendilerini atan daha nice adsız kahramanlarımıza minnet duygularımızın en derinini, duaların en içtenini sunuyoruz. Bu yolda canlarını verenleri rahmetle anıyoruz; yaralananlara Allah’tan şifa diliyoruz. Devletimize ve milletimize geçmiş olsun dileklerimizi arz ediyoruz.
[*] [*] [*] [*]
BEKLENTİLERİMİZ...
[*] Şimdi milletçe, bu ihanette ve ihanet organizasyonunda yer alanların, destek verenlerin, adalet önünde, hukuk içinde, yaptıklarının hesabını vermeleri ve cezalarını çekmeleri,
[*] Farelerin üremesini sağlayan, görünen ve görünmeyen kanalizasyon sızıntılarının, fare popülasyonunun önlenmesi için gerekli köklü tedbirlerin alınması,
[*] Özellikle bu ihanet girişimi karşısında birlikte duran değerli siyasi kadroların, oluşan birlikteliğin bozulmamasına özen göstermeleri; bundan sonra, teröre karşı da aynı birlikteliği göstermeleri; olmamasını dilediğimiz terör olaylarına ve mahallerine, kol kola, birlikte gidip, tepkilerini birlikte göstermeleri,
[*] En başta ordumuz, yargımız, eğitim kurumları ve üniversiteler olmak üzere, devletin tüm kurumlarının yeniden yapılandırılmasında; etkisizleştirilen ve ayıklanan farelerin yerlerinin doldurulmasında, liyakat ve adalet temelinde, en üst düzeyde gereken özenin gösterilmesi,
[*] Bu ihanetin, özellikle, milli ve evrensel düzeyde, devletin “iyi insan, iyi vatandaş” yetiştirilmesi için; bireyin de vatandaşlık görevlerini daha iyi yerine getirmesi için bir başlangıca vesile olması,
[*] Sisli, dumanlı havayı seven kurtlara, çakallara alanın boş bırakılmaması,
[*] En kısa zamanda, her sahada konulacak tüm yeni taşların, konulacağı yere uygun şekilde seçilmesi ve yerleştirilmesi,
[*] Bu ihanet organizasyonunun melanetleriyle zulüm görenlerin, onuru zedelenenlerin mağduriyetlerinden telafisi mümkün olanların telafisi…
En içten beklentilerimizdir.
Milletimize en içten “geçmiş olsun” dileklerimle…
[*] [*] [*] [*]
Bir not: Bilindiği üzere, her gözaltı, tutuklama, açığa alınma, suçun sabitliği, güvenilir yargının kararı ile ortaya çıkmadıkça, kişinin suçlu olduğu söylenemez. Yukarıdaki nitelendirmeler, suçu kesinleşenler ve kesinleşecek olanlar içindir.