Zonguldaklı asker kavramı, tartışmalı bir kavram olarak görülebilir. Bu kavramın ortaya çıkış tarihi olarak 1897 Yunan Savaşı dönemi gösterilebilir. Dömeke Meydan Muharebesi’nde Müşir (Mareşal) İbrahim Ethem Paşa ordusuyla Yunan askerlerini bozguna uğratmıştır. Bu durum, büyük ruhlu insanların bir eseri olarak tarihte karşımıza çıkar. Ancak bu ruh artık tartışılır haldedir. Zonguldaklı olanların hayal güçlerindeki coşku ve zenginliği görünür ve işitilir kılan müziğin kahramanlarının ruhları unutuş ırmağında yüzüp durmaktadır. Kahramanlıklarında asla yalpalama ve sapma olmayan bu askerler, canları pahasına mücadeleyi göze alarak ruhani lezzetin ne olduğunu herkese göstermişlerdir.

Şimdi kısaca 1897’lere doğru bir düşünce gezisi yapalım. Padişah II. Abdülhamid savaşa taraftar değildir. Fakat Yunanlıların hududu geçtikleri duyulunca Atina hükümetine karşı 5-18 Nisan 1897’de savaş açılmasına karar verilir. Osmanlı-Yunan savaşı ancak bir ay sürer. 18 Nisan-18 Mayıs 1897 tarihleri arasında yapılan bu savaş zaferle sonuçlanır. Zafer gölgeleyiciler bu savaşı hiç olmamış gibi görebilirler. Savaşın Zonguldak için değeri ise çok fazladır.

M. Zekai Konrapa’nın 1964 yılında Bolu Vilayet Matbaası’nda basılan Bolu Tarihi adlı eserinin 669-671.sayfalarında bu olayla ve Zonguldakla ilgili şu bilgiler verilmektedir. “Bolu, Düzce, Göynük redif mürettepleri (İhtiyat ordusu, sürekli ordu. Oldukça önemli bir askeri güç oluşturmak için kurulmuştur. Bu orduya alınan birisi dört yıl muvazzaf, iki yıl ihtiyat askerliği yapardı. Yerine göre iki yıllık ihtiyat süresi ya silah altında ya da terhiste geçer. Altı yıllık askerlik yapana nizamiye askeri denir. Bundan sonra on dört sene daha askerlik hizmetiyle mükellef bulunur. Harp veya talim için çağrılan askerlerdir) hassa ordusunda Birinci Ordu, Birinci Bursa Redif Fırkasının Dördüncü Alayı içindeydi. Üçüncü Ankara Redif Fırkası’nın Onuncu Alayı’nda Gerede, On Birinci Alayı’nda da Ereğli, Divrik (Devrek), Bartın, Çaycuma mürettepleri vardı. Ordunun 1895’teki durumu böyleydi.

Osmanlı ordusunun Trakyadaki adı Tesalya ordusuydu. Bu ordu Nizam-ı Harb-i yedi piyade ve bir süvari fırkasıyla müstakil bir piyade livasından (sancağından) ve ordu topçusundan ibaretti. Yedinci Fırka hariç tekmil Tesalya ordusu 58.379 piyade, 1560 süvari, 156 top ve 3754 topçu neferinden ibaretti. Tesalya ordusunun Birinci Fırkası II. Livasının Dördüncü Alayı’nda Kastamonu, I.. Fırkası I. Alayı’nda da Devrek-Ereğli, II. Alayı’nda Bartın-Çaycuma, askeri birlikleri bulunuyordu. Ethem Paşa (İbrahim) Tesalya ordusu kumandanı bulunmakla beraber umum Osmanlı kuvvetlerinin başkumandanı tayin edildi.

Aynı kitabın 670.sayfasında bir Fransız yazarından şöyle bir alıntı yapılır: “Şubat sonunda Alasonya’daki Osmanlı ordusu 70.000’e çıktı. Bunlar da 25 tabur nizamiye, 27 tabur redif, 22 batarya top ve 25 bölük süvariden meydana gelmiştir. Yunan ordusu da 75 bindir”. Alasonya sözcüğü çocukluğumda yaşlılar arasında kullanılan ve anlam veremediğim bir sözcüktür. Oysa Zonguldaklı askerlerden Dömeke’de savaşıp o bölgeyi bilenlerin kullandığı bir sözcük olacağını nereden bilebilirdim ki.

Yunan ordusu Osmanlı ordusuna arkadan hücum etmek ister. Fakat mağlup olunca geri dönmek zorunda kalır. Osmanlı ordusu süratle Tesalya’da ilerler. Sırasıyla Tırnova, Yenişehir-Tırhala, Larisa-Farsala-Çatalca-Golos-Dömeke mevkilerini alır. Az zaman içinde bütün Tesalya kıtası Osmanlıların eline geçer.

II. Abdülhamit, Gazi Osman Paşa’yı müfettiş olarak cepheye gönderir. Osman Paşa Selanik’e geldiğinde İbrahim Ethem Paşa’nın ordusu çoktan Tırnova ve Yenişehir zaferlerini kazanır. Osmanlı-Yunan harbi arka arkaya süratli zaferlerle ilerledikten sonra parlak Dömeke Meydan Muharebesi ile sona erer (17 Mayıs 1897). Kahraman Türk ordusu Dömeke’de düşmanı tepeledikten sonra şanlı bir yürüyüşle Atina yolunu tutar. Yunan askerlerini perişan bir hale sokarak Mora’ya doğru akar. Artık Osmanlı askerlerinin Atina’ya girmesine mani olabilecek, Mora’ya sarkmalarını önleyecek hiçbir kuvvet kalmamıştır.

Yunan hükümeti Avrupa devletlerine tavassut çağrısı yapıp imdat ister. Rus Çarı II. Abdülhamit Han’a telgrafname gönderip şahsi müracaatta bulunur ve Türklerin ilerlemeleri durdurulur. Mütareke 18 Mayıs 1897’de kabul edilir. Ethem Paşa’ya emir verilerek Osmanlı-Yunan barışı 4 Aralık 1897’de İstanbul’da yapılır. Ancak Osmanlılar parlak zaferlerine rağmen haklarından mahrum bırakılır. Müşir Ethem Paşa II. Abdülhamit’in tahta çıkışının yıldönümünde (31 Ağustos 1897) bir telgraf çekerek tebrik eder ve şu cevabı gönderir:

“Tesalya’da bulunan Ordu’yı Humayunum’a ;

Sevgili asker evlatlarım! Taht-ı saltanata cülusumdan beri hiçbir sene bugünkü kadar mesrur olmadım. Bu süruruma sebep inayet-i ilahiye ve imdat-i ruhaniyet-i Peygamberi ile muharebede iktisab eylediğim muvaffakiyettir. Muvaffakiyetimin vasıta-ı husulü siz oldunuz. Gösterdiğiniz şecaat ve metanet ve hüsn-ü ahlak ve hareket beni bahtiyar etti. Cenab-ı Hakk daima tevfikat-ı inayesine mazhar buyursun. Dareynde (iki dünyada da ) aziz olunuz… Cümlenize selam ederim”.

Yunanlıları mağlup eden devrin padişahını sevinç ve mutluluğa boğan bu ordudaki Zonguldaklı askerler birer meçhul asker olarak milletin vicdanı ve gönlünde halen yaşamaktadır. Her türlü zorluğa rağmen bu askerlerin hatıralarını canlı tutup gelecek nesillere aktarmak da bir borçtur. Unutulmamalıdır ki, Trakya bölgesinin düşmana karşı korunmasında Zonguldaklı askerlerin de payı bulunmaktadır.