Biliyorum ki, ülkesini seven herkes bugün aynı soruyu soruyor:


“Neler oluyor, bir birimizle mi çarpışacağız?”


Evet, bende aynı endişeyi taşıyor ve ülkem adına korkuyorum.


Aklıselime uygun davranmazsak, uyanmazsak, bizi birbirimizle çarpıştıracaklar.


Çünkü emperyalist güçler, Ortadoğu’nun sınırlarını yeniden çizmek istiyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırlar masa başında cetvelle çizildi. Yani sınırlar, o topraklarda yaşayan halklara göre değil, petrole göre tespit edildi.


Koşullar değiştiğinden, bu defa pergelle(!) çizebilirler. Ama gerekçe yine aynı olacak. Yani bu topraklarda yaşayan halklar değil, emperyalist ülkelerin çıkarları korunacak.


Bunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yok. Otuz yıldır farklı ırk, din, mezhepteki insanlar bir diğeriyle veya kendi içinde savaşıyor. Yüz binlerce insan öldü. Milyonlarca insanın yaşamı alt üst oldu. Evini, köyünü, hatta ülkesini terk etti. Sadece bizim ülkemizde bir buçuk milyondan fazla göçmen var.


Bizim ülkemizin doğusu da aynı senaryoyu yaşadı.


Emperyalist güçler isteselerdi, bu insanlık dışı süreci önleyemezler miydi? Aksine körüklediler. Çünkü bölgenin yeni haritasına bahane lazım…


Özet ve net biçimde anlamanız için,


Bu bölümü ABD Başkanlarından Franklin Roosevelt’in bir sözü ile bitiriyorum:


“Bir damla petrol, bir damla insan kanından daha değerlidir.”


Bundan daha açık itiraf olur mu?


Uyanmamız için yetmez mi?



KİM SENİN DÜŞMANIN?


Düne kadar hangi ırktan, dinden, mezhepten olduğunu sorgulamadan,


Mahalle arasında birlikte top oynadığın,


Aynı okulda, sınıfta, sırada okuduğun,


Kafanızda kavak yelleri eserken, beraber kız tavladığın,


Terminalden birlikte askere uğurlandığın,


Aynı karavanaya birlikte kaşık salladığın,


Aynı işyerinde çalıştığın,


Aynı masada rakı içip vatanı kurtarma, hükümet düşürme-kurma, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor muhabbeti yaptığın,


Aynı camide, aynı safta namaz kıldığın,


Düğününe gidip, düğününe davet ettiğin,


Cenazene gelen, cenazesine gittiğin,


İnsanlar mı düşmanın?


Yoksa kendi çıkarları için bölgeyi kana bulayanlar mı?



Peki, bizim hiç mi suçumuz yok?


Olmaz mı?


Bu konudaki düşüncelerimi kısa başlıklarla anlatayım.



DEVLET…


Seçkinci davrandı.


Farklı dönemlerde, Kürtleri, Alevileri, solcuları, dindarları potansiyel düşman görüp zulüm yaptı.


Kürt sorununu yok saydı. Sistem içerisinde, üniter yapı içerisinde kalmak kaydıyla, onlarla birlikte çözüm üretemedi. Sorunu yasaklarla kapatmaya çalıştı.


İslami duyarlılığı olan kesimlere de farklı davranmadı. Onları da yok sayarak, kuralları kendisi belirledi.


Alevilere de benzer tavır aldı. Yok saydı, Sünnileştirmeye çalıştı.


Bunca yılın inkâr politikası işe yaradı mı?


Elbette ki hayır…


İslamcılar, iktidar oldu.


Kürtler, ulus kimliğini kazandı. “Biz varız” dediler, kendilerini kabul ettirdiler.


Aleviler de eksik-fazla kendilerini ifade ediyorlar.



KÜRTLER…


Kürtler, bu bölgede hep piyon olarak kullanıldılar ve kullanılıyorlar.


Bugün Kürtlerin en büyük düşmanı PKK´dır.


Neden mi?


PKK; silahlı mücadeleyi dayatarak, uygulayarak dörtte üçü Kürt, kırk bin civarında insanın ölümünün sorumlusudur.


PKK; yüzbinlerce Kürt’ün evinin yakılmasının, köylerinin boşaltılmasının, o zavallı insanların göç ettikleri şehirlerde yoksulluk, sefalet çekmelerinin, suç örgütlerinin eline düşmelerinin sorumlusudur.


PKK; -bir kasıt yoksa- aynı aptallığı batıda da yapmaktadır. Ölçüsüz sokak eylemleriyle batıda yaşayan Kürtlerin de huzurunu bozuyor, canlarını tehlikeye atıyor. Sadece geçen hafta 32 yurttaşımız öldü.


Şimdi de Ortadoğu’da emperyalistlerin kuracağı “Birleşik Kürt Devleti”ne Türkiye’deki Kürtleri de katmak istiyorlar. PKK, emperyalistlerin taşeronu olarak görev yapıyor. Bu yolda Türkiye Kürtlerinin çektiği-çekeceği çileler, ölen ve ölecek olan on binlerce Kürt umurlarında bile değil.


Türkiye Kürtleri, bu gerçeği görmeli, PKK´nın gerçekte Kürt hareketi olmadığını, emperyalistlerin taşeronu olduğunu bilmelidir.


Türkiye Kürtlerine emperyalistlerin vaat ettikleri “Birleşmiş Büyük Kürdistan” da boş bir hayaldir. Barzani, ne yapıp edip Peşmergelerin başında Kobani’ye gitmesi gerekirken, ne diyor?


“Coğrafi koşullar elvermediğinden Peşmerge gidemiyor, dünyadan yardım bekliyoruz.”


Bu anlayıştaki insanlarla mı bir araya gelecekler?



KÖKTENDİNCİLER…


Asırlardır kendi topraklarımızda, deneyerek yaşayarak var edilen,


Başka din, mezhep ve inanca hoşgörülü olmaya çalışan,


Sevgi-saygı temelli Anadolu İslam’ı yerine,


Hz. Muhammed’in cenazesine katılmayan,


Hz. Ebubekir dışındaki üç halifeyi öldüren,


Hz. Muhammed’in torunu ve ailesini Kerbela’da katleden,


O günden bugüne “Allahuekber” diyerek, yine “Allahuekber” diyenleri öldüren,


Katı, zalim Vahabi İslam anlayışına özlem duydular.



Bu iki kesim, tercihlerini yanlış yaptı.


Her türlü eksiğine rağmen, insan hakları, toplumsal değerler, çağdaş, bilim, eğitim, kültür, sanat açısından Ortadoğu ülkeleriyle kıyaslanmayacak kadar ileride olan,


Farklılıklarıyla birlikte yaşamada mesafe almış,


Yüzü moderniteye dönük Türkiye Cumhuriyeti yerine;


Emperyalizmin at koşturduğu,


İhanetin, kalleşliğin, katliamların birbirini döllediği,


Allah´ın bile dört kitap indirip ıslah edemediği,


Ortadoğu’dan yana tercih yapmak aptallık değil mi?


Peki çare;


1- On yıldan fazladır birçok yazımda tekrarladığım bir yazı bölümünü aynen tekrarlıyorum:


Ülkücü, devrimci, sosyal demokrat, ılımlı ya da ılımsız İslamcı olabilirsiniz. Kendinizi, Ateist, Şamanist, anarşist ya da her neyse bir şey olarak hissedebilirsiniz.


Ama tüm bunlar için bir vatana, bir devlete ihtiyacımız var.


Bu vatan sizin değilse; caminiz de, ezanınız da kalmaz.


Bu vatan sizin değilse; işçi sınıfının partisi de, sendikası da kurulmaz.


Bu vatan sizin değilse; Karadeniz´in bakıp da çırpınacağı bayrağınız olmaz.


Bu vatan sizin değilse; Kürtçeyi de, Lazcayı da, hatta Türkçeyi de konuşturmazlar.


Yani bilin ki; tek tutanağımız cumhuriyettir.


Öyleyse hep beraber haykıralım;


Yaşasın cumhuriyet!


Ve ona sahip çıkalım!


2- Emperyalistler; operasyon yapacakları bölgeleri, devletler, ırklar, inançlar hatta aşiret veya aileler olarak birbirine düşman eder, savaştırır.


Birliklerini bozar ki, kendisine karşı çıkacak kimse kalmasın.


Bizim de bu oyunu bozmamız gerekir


Yani inadına birlik…


İnadına yurtta barış…


İnadına kardeşlik…


İnadına bir arada yaşama…


Bu konuda; siyasetçilere, kanaat önderlerine, din adamlarına, belediye başkanlarına, muhtarlara, kısaca tüm toplum önderlerine görev düşüyor.


Kimse akıl süzgecinden geçirmeden, son sözünü söylemesin.



Bu tavanın tüm balıklarına;


Birliğiniz, dirliğiniz daim olsun!